85 milyon döviz geliri, işçi asgari ücretli: Organik sömürü!
Türkiye’nin ilk organik tarım fabrikası Işık Tarım’da çalışan işçi kadınlardan çalışma koşullarını anlatıyor…

Organik tarım deyince doğaya ve insana zarar vermeyen masum bir üretim geliyor ya akla, Türkiye’nin ilk organik tarım fabrikası Işık Tarım’da çalışan işçi kadınların çalışma koşulları durumun hiç de öyle olmadığını gösteriyor.

İzmir merkezli organik tarım şirketi Işık Tarım, ilk üretime başladığı Kemalpaşa Fabrikası’nda bugün 30 bin metrekarelik alanda kuru meyve üretimi yapıyor. Diğer iki fabrikada ise fındık ve dondurulmuş gıda üretiliyor. Işık Tarım, 2017 yılında 25 bin ton kuru ve dondurulmuş organik meyveyi, başta AB ve ABD olmak üzere 50’ye yakın ülkeye satarak 85 milyon dolar döviz geliri elde etti. Şu anda 160 köydeki 3 bin 770 üretici köylü, Işık Tarım için organik meyve üretiyor. İzmir’in Kemalpaşa ilçesi Ören Köyü’nde kurulu organik kuru meyve üretimi yapılan ana fabrikasında ise bine yakın işçi çalışıyor. Fabrikada çalışan işçilerin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Çevre köylerde yaşayan göçmen kadınlar çalışıyor çoğunlukla. İş yoğunluğu olduğu dönemlerde taşeron işçiler devreye giriyor. İşte o taşeron işçilerden biri ile çalışma koşullarını konuştuk.

KARŞINDA OTURANLA GÖZ GÖZE GELEMİYORSUN
Modern bir tesiste bant sistemiyle üretim yapıldığını ve asgari ücretle çalıştıklarını söyleyen işçi, çalışma koşullarını şöyle anlatıyor: “Bant o kadar hızlı akıyor ki, karşında oturan arkadaşınla göz göze gelme şansın yok, kafanı sağa sola çeviremiyorsun. Bu tarafa bakmıyorsun, o tarafa bakmıyorsun, ustalar, şefler içeride sürekli ‘bayanlar konuşmayın’ diye uyarıyor. Ciddi sağlık sorunları var işçilerin. Bel fıtığından boyun fıtığına kadar... Sabit oturmak, sürekli aynı noktaya bakmaktan başı dönenler oluyor, alıp götürüyorlar başka bir alana veriyorlar. Ortacı olarak çalışan işçiler var. İki kadın işçi kasaları kaldırıp, forklifte yerleştiriyor. Bir taraftan kasalar yerleştiriliyor, diğer taraftan ortalıkta çalışan işçiler o forkliftlerin altından geçmek zorunda kalıyor. Forklift operatörleri sürekli uyarıyor, ‘altından geçerken saçınıza dikkat edin’ diye... İşin güvenliği var da işçi güvenliği ve sağlığına dair hiçbir şey yok. Bir gün bantta başım dönünce beni de ortalık işine verdiler, başka yerden geçme şansım yok, uyardılar altından geçerken ‘saçınızı kaptırmayın’ diye... Sordum ‘ustam madem öyle buradan niye geçiş veriyorsunuz’ diye. ‘Üretim hızlansın ki işi yetiştirelim başka çare yok’ dedi.”


AŞIRI YORGUNLUK, BEL VE BOYUN FITIĞI...
Sağlığı nedeniyle kasaları kaldıramadığı için ortacı olmayı reddedenlere veya beli ağrıdığı için başka alanda görevlendirilmek isteyenlere ‘Oturarak yapacağınız işi nerden bulacaksınız’ diyerek baskı uygulandığını söylüyor. “Tamam oturuyorsunuz da bant o kadar hızlı ki kafanı bile kımıldatmadan, sürekli incirleri, kayısıları seçiyorsun. Dünyan dönüyor, bir müddet sonra takip edemiyorsun inciri, önünden ne geçiyor bilmiyorsun. Ağır koşullarda çalışıyoruz. Ve asgari ücretin üzerinde alan yok, sigorta yatırılıyor bir de, o kadar” diyor. Çoğu kişide bel fıtığı, boyun fıtığı olduğu bilgisini veriyor; “Ama başka iş bulamayız kaygısı mecbur bırakıyor bu koşullarda çalışmaya... Bir gün soyunma odasında iki kadın yatıyor boylu boyunca yerde, betonda. Sordum eskilere ‘Bu kadınlara ne olmuş’ diye. Dediler, ‘Bant çok hızlı ya yorulmuşlar, bel fıtığı var, ağrıları var, dinleniyorlar.’ Soyunma odasında yerde yatıyor bu kadınlar, düşünün.”

Bu kadar hıza rağmen hataya tahammül olmadığını, hem hızlı çalışma hem iyi iş çıkarılması baskısı altında çalıştıklarını belirtiyor. “Bir bantta en az 10 kadın var. Arada çürük kaçtığında, getirip gösteriyorlar ‘bu kadar çürük göndermişsiniz, bir daha olmasın’ diye... Bir gün benimle yanımdaki arkadaşa getirdi usta bir avuç önümüze koydu, ‘bak bu çürükleri siz göndermişsiniz, olmasın böyle’ dedi. İtiraz ettim, ‘bak bizden sonra bir sürü işçi var masada oturan, bizden geçti madem, onlardan da geçtiğine göre... Bant çok hızlı, bantın hızını yavaşlatın’ diye... ‘Olmaz, göndermeyeceksiniz çürük, daha dikkatli ve hızlı çalışın’ dediler. Tabii yeniyiz çok fazla uzatılmadı” diye aktarıyor.

YEMEKHANE VAR, YEMEK YOK!
İşçilerin en önemli sorunlarından biri yemek. Yemekhanesi olan fabrikada yemek verilmiyor çünkü. İşçiler evlerinden getiriyorlar. “Yemekhanesi var, öyle lüks ki, her şey var. Mutfağı var, dolapları var, masaları, sandalyesi... Her şeyi var ama yemek yok! Çantalara doldurup evden getiriyoruz yemekleri, dolaplar var... Dolaplar dolu, poşetler çantalar yerlerde... İlk gördüğümde ‘Burası neresi, mülteci kampında mıyız’ dedim. Orada 15 yıldır çalışan bir kadına ‘Niye yemek yok, talep etmediniz mi’ diye sorduğumda, ‘Kızım yemek verse maaşlarımızı ödemez, iflas eder’ dedi. Kendisi 6 ay sonra emekli olacaktı zaten, ‘Ama kızın, gelinin burada çalışıyor, komşun burada çalışıyor, bu sizin hakkınız’ deyince ‘Baştan öyle konuştuk bir şey olmaz, biz evden getiriyoruz, yakın evimiz’ diye yanıt verdi. Patron demiş, ‘Ben yemeğinizi maaşınıza dahil ediyorum.’ Ama 15 yıldır çalıştığı halde aldığı ücret 1750 TL. Bütün işçiler böyle koyuyor sepetine, torbasına yiyeceğini, tarlaya gider gibi fabrikaya gidiyor. Aslında memnun değil kimse ama çaresiz” diye anlatıyor durumu.

Dört katlı tesiste işçinin kullanacağı bir asansör olmadığını, yemek molalarında işçilerin, daracık merdivenlerden koşa koşa, birbirini ittire kaktıra yemekhaneye indiğini anlatıyor; “Ne getirdiysen yiyor yemiyorsun, ustabaşı geliyor işbaşı çağrısı yapıyor çıkıyorsun yukarı... Çay molasını da yemeğe dahil etmişler. Çay veriyorlar sözde, biri alıyor, birine kalmıyor. Bağırıyorlar ‘Çay kalmadı bayanlar, ne istiyorsanız evden getirin için. İstiyorsanız ayran getirin, istiyorsanız çay.’ Ustalar gelip bağırıyor haydi diye... Bir saatlik molayı tam kullandığımı hatırlamıyorum. Yemek ve çoy molası toplam 45 dakika civarında sürüyor.”


PATRONA KRİZ YOK İŞÇİYE VAR
Çalışma ortamından ve yaşadıklarından psikolojisinin bozulduğunu dile getiren işçi, şöyle tamamlıyor sözlerini; “Sabah kalkıyorsun 6’da yola çıkıyorsun, kafanı bile kaldırmadan çalışıyorsun, bir de her gün evden yemek götürüyorsun. Ben taa İzmir’den niye yemek götüreyim? Bu benim hakkım, yemek verilmesi lazım. Ürünlerden yemek yasak, bir tane dahi yiyemiyorsun. Canım çekti bir tane ağzıma atayım yok. En rahat işyeriymiş güya... Kriz var diyorlar ya, bir sabah gidin bakın Pınarbaşı, Kemalpaşa havzasına tüm fabrikaların bacası tütüyor. Ege Seramik, İzbeton, sayısız incir, üzüm fabrikası... Fabrika önlerinde tırlar yükleniyor. Patronlara kriz yok, kriz biz işçilere geliyor. Örgütlenmek, uyanmak lazım” diyor.

BU BİLİNÇLİ BİR POLİTİKA!
Fabrika sahibi Mehmet Ali Işık, bir röportajında “Evin direği kadındır. Biz de sistemimizi başından itibaren tamamen onların üzerine kurduk. Bugün başarılı olabiliyorsak onların işi sahiplenmeleri ve alın teriyle olmuştur. Bizim fabrikamızda üç jenerasyondan çalışanlar var. Çalışanlarımızın yüzde 81’i kadın. Bu bilinçli bir politikadır. Arazide de kadının çok büyük etkisi vardır. Çünkü iş anneden başlıyor” diyor. Gerçekten de öyle; kadınları ucuz işgücü olarak görmek her daim sermayenin bilinçli bir politikası oldu. Fabrikayı ev gibi gösterme çabası da kadının ücretsiz emeğine atıfta bulunarak, bırakın yaşamayı çalışabilmesi için gerekli enerji ve protein ihtiyacını bile yine işçinin kendisine yükleyerek karına kar katmak için.

İlgili haberler
Yarınımı görememek beni korkutuyor

Aldığı ücret yetmeyen, her gün işten çıkarılma korkusuyla çalışan metal işçisi bir kadın, ‘İşçinin n...

Boşuna değil...

Bütün cevaplar, kendilerinden önce edilmiş sözlerin izini taşır... Bundandır “Ne Yapmalı?” sorusuna...

Yemekhane işçisi Nermin: Hiçbir şeye mecalim kalmı...

Çoğumuz Aliağa dışından gelen insanlarız ve hepimizin işe çok ihtiyacı var. İşverenler de bunun fark...