O mavi sandık artık annemin yarasıydı. O nakışlı ve dantelli yastıklara başını huzurla koyamadı, o iğne takımlarını yoksulluğunu örtmek için yama yaparak kulandı, o renkli çiçekli çorapları giyemedi.

Annemin elleri, annemin sesi ve soluğuydu. Konuşamayan, duyamayan herkes gibi. Gözleriyle dinler, elleriyle konuşurdu. Annemin elleri elemli ve kederliydi. Ondan çok herkesin hizmetine amade idi. Annemin elleri, yaşadığı hayatın tüm kahrının taşıyıcısıydı. Hünerliydi, merhametliydi, güzeldi çok güzeldi. Annemin elleri, bizi sarıp sarmalardı. Annemin elleri çok güzeldi, çiçek açmış bir bahçeydi, meyve vermiş bir ağaçtı. Annemin elleri kederliydi, dipsiz bir kuyuydu. Annemin elleri çok güzeldi. Kadife bir fistandı, bereketli bir tarlaydı, ılık süt kokusuydu.
Annemin ruhu rengârenkti. Annemin ruhu çiçekliydi. Annemin ruhu hep kiraz mevsimiydi.
Mavi bir sandığı vardı annemin, içinde düşleri gizliydi. İçinde umutları gizliydi. Bazen açardı sandığını, o anlar sanki dini bir ayindi. Büyük bir saygıyla ve özenle çıkarırdı içindekilerini. Ellerinin sesi olan dantelleri, nakışları, kanaviçeleri, tülbentleri teker teker kenara koyar izlerdi. Hiç unutamadığım bir örtüsü vardı, kanaviçe ile işlenmişti. Ellerinde çiçek demeti olan bir kadın onun az üstünde de ağzında çiçek tutan bir kuş figürü vardı. Kuşun ayakları rengârenk yapraklardı. Etrafı çiçek motifleri ile bezeliydi. Örtü değildi sanki, bahara durmuş bereketli bir tarlaydı. Ne güzeldi, çok güzeldi. Çingenelerden aldığı iğne takımları, renkli renkli küpeleri sahte bilezikleri vardı. Sandığının bir köşesinde belki sevda mektupları yoktu ama kendisini sevecek değer verecek bir adamın düşünü kurarken ilmek ilmek işlediği çeyizleri vardı.


Babam onu çok hırpalamış, peşinde bir eşya gibi sürükleyip durmuştu. Duvağı yoktu, gelinliği yoktu, kıymetli takıları yoktu ama bunların hayalini kurduğu günlerin izi vardı. Annem çeyizlerini çıkarırken geçmiş bir zamana yolculuğa çıkardı sanki. Uzun bir süre o mavi sandığı özenle sakladı. Arada bir içindekileri çıkarır, havalandırır, düşleriyle konuşur sonra tekrar geri toplardı. O mavi sandık annemin düşlerinin sandığıydı. Kimseler duymazdı kimseler bilmezdi. Bazen genç kızlar gelip nakış ve dantel örnekleri alırdı. O nakışlar annemin haklı gururuydu. Elinin emeği gözünün nuruydu.
Günler geçtikçe annem daha az önemser oldu sandığını ve düşlerini. Artık daha az hallerini hatırlarını soruyor, daha az havalandırıyordu. Annemin çeyizleri sararmaya yüz tutmuş, sandık lekeleriyle boynu bükük kalmışlardı.
Annem evlenen kızların kınasına giderken birer birer hediye götürmeye başladı sandığın içindeki çeyizlerini. Kendi kınasından başka kınalara yolculuğa çıkmış bir sürü renkli çiçekli düştü sanki götürdükleri. Zamanda yolculuk eden bir sürü anıydı sanki. Patiska değildi, tülbent değildi, kanaviçe değildi.
O mavi sandık artık annemin yarasıydı. O nakışlı ve dantelli yastıklara başını huzurla koyamadı, o iğne takımlarını yoksulluğunu örtmek için yama yaparak kulandı, o renkli çiçekli çorapları huzurla giyemedi.
Annem ne zamanki o mavi sandıktan vazgeçti, anladım ki annem artık düş kurmuyordu.