Ayazı bahar eden kadınlar
Diyarbakır’da barış için el ele tutuşan kadınlar tarihe bir not düşüyor. Buradan yükselen ses kadınların en zor koşullarda bile barışı kazanmak için mücadele etmekten geri durmayacağını öğretiyor.

Hepimizin basit hayat tecrübelerinin sonunda ulaşabildiğimiz bir gerçektir; hastalıkta sağlık isteriz, açlıkta tokluk, kışın zemherisinde bahar gelsin isteriz... Savaş ne kadar yakınımızdaysa barışın kıymetini de o denli bilir, eşit, adil, onurlu bir barışın mücadelesini de o denli vazife biçeriz kendimize. Biliyoruz ki savaştan en çok canı yanan emekçilerin, ama en çok da kadınların başat taleplerinden biridir barış.

1 Eylül Dünya Barış Günü de bize önce en yakınımızdaki ve haliyle en çok canımızı yakan savaşları söyletir. Bölgede 40 yılı aşan çatışmalar, çözümsüzlük girdabındaki Kürt sorunu, Suriye’de yıllardır süren savaş...

Çıplak bedeni teşhir edilen, göç yollarında çocuklarıyla yalın ayak, açlık içinde kilometrelerce yol yürümek zorunda kalan, yine bu göç yollarında tecavüze uğrayan, IŞİD’in kaçırdığı ve akıl almaz muamelelerle karşılaşan, köle pazarlarında alınıp satılan kadınlar, burnumuzun dibinde Antep’te kurulan ‘kadın pazarı’... Tüm bunların sonunda sefalete mahkûm edilmiş olmak, savaş sanki bir kadermiş gibi yaşamak zorunda bırakılmak...

Ama elbette bu yaşanmışlığın karşısında el elde el başta oturmayan, savaşı sona erdirmek için elinden geleni ardına koymayan kadınların varlığı, barış talebini büyük bir barış mücadelesine, aynı zamanda da direnç fotoğrafına dönüştürüyor. Bu fotoğrafın en mühim tarafı da, barış mücadelesinde kadınların, milliyeti ne olursa olsun, el ele tutuşmasına vesile olmasıdır belki de.

Zaten bu yazının cismi de, ancak bu topraklarda yaşayan kadınların barış talebinde, barış mücadelesinde ortaklaşmalarının kısa bir vesikası olmak, bu ortaklaşmanın kıymetini tarihe not düşmek olabilir.

TARİHE BİR NOT
Tarih 6 Şubat 2016, yer Diyarbakır Sümerpark. Bir taraftan belki bir kilometreden daha uzak olmayan Sur’da çatışmalar sürüyor. Kelimenin gerçek anlamıyla ülkenin her köşesinden kadınlar “Ölümden değil yaşamdan yanayız. Barışı savunuyoruz” demek için bir araya gelmiş. İstanbul’dan, Bursa’dan, Rize’den, Ankara’dan, Mersin,’den, İzmir’den, Antalya’dan, Kocaeli’den, Bolu’dan, Eskişehir’den, Antakya’dan, Adana’dan, Muğla’dan, Artvin’den, İskenderun’dan, Dersim’den, Siirt’ten, Antep’ten, Hakkari’den, Batman’dan, Mardin’den kadınlar hep bir arada. “Savaş öldürür, biz yaşatmak istiyoruz ve biliyoruz ki bunu ancak bir arada olmakla başarırız”ın bilinciyle yollara düşmüş kadınlar...

Ekmek ve Gül’ün düzenli okurları, 2016 Şubat sayısındaki -benim de hiç unutamadığım- şu cümleleri hatırlayacaktır belki: “Bu dünya, dalları göğe mecalsiz yükselen ağacın yeşile, ala, mora, sarıya, beyaza, maviye uç vermesi için emeğe, birlikteliğe ihtiyaç duyduğunu bilen, bilip de bunun için kışın en ayazlı, en soğuk günlerinde el ele tutuşan kadınların yüzü suyu hürmetine baharı görecek...”

Diyarbakırlı kadınlar mahallelerden, işyerlerinden, amfilerden, sınıflardan çıkıp gelmiş. Barış Anneleri orada, akademisyenler orada, onlarca kadın örgütü orada... Gerçekten de kışın en soğuk ve ayazlı günleri. Diyarbakır’da el ele tutuşan kadınların barış talebi tarihe büyük bir not düşüyor. Güçlü bir ses yükseliyor buradan ve sesin yankısının ulaştığı her yere kadınların en zor koşullarda bile barışı kazanmak için mücadele etmekten geri durmayacağını öğretiyor.

Bu ortaklaşma önemli. Çünkü o günlerde bu coğrafyada bir kadın, kızının cansız bedenini buzdolabında saklamak zorunda kalmış, çünkü sokağa çıkmanın yasak olduğu bir zamanda Cizre’de yaşıyor, kızını toprağa vermek için dahi evden çıkamıyor. Cemile Çağırga ve annesinden bahsediyoruz. Yine o günlerde sokakta vurulmuş bir kadın olan Taybet İnan’ın cansız bedeni bir hafta sokak ortasında kalıyor ve çocukları pencereden bakmak dışında bir şey yapamıyor, çünkü sokağa çıkmak yasaklanmış. Memleket öylesine terörize edilmiş, kutuplaşma hayatın her alanını o kadar çok kuşatmış ki barış talebini görünür kılan bir mücadeleyi, bir biçimiyle örgütleyebilmiş olmanın kıymeti harbiyesi her zamankinden daha büyük.


YOLU AÇAN OMUZDAŞLIK
Bölgede kadınların barış mücadelesinin bir diğer unutulmaz örneği de Barış Anneleri’nin bir tek hafta bile Cumartesi Anneleri’ni yalnız bırakmayışıdır. Geçen hafta 700. kez Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri’nin “kayıplar bulunsun failler cezalandırılsın” eylemi, eş zamanlı olarak her cumartesi Diyarbakır’da da gerçekleşiyor.

Barış Anneleri özüyle; “Biz çocuklarımızı bu savaşta kaybettik, ama Kürt sorunu demokratik barışçıl yollarla çözülebilir, aracısı diyalog ve müzakere olabilir, gencecik yaşta başka insanlar da ölmeden bu sorun çözülebilir” diyor.

Cumartesi Anneleri ise üzerinden 20 yıl da geçse, gözaltında, işkencede ‘kaybedilmiş’ evlatlarının failleri bulunsun, yargılansın, sorumlular cezalandırılsın talebiyle her hafta meydanları mesken ediyor.

Başka başka biçimlerde de olsa, kaderleri savaşın yıkıcılığı karşısında ortaklaşmış kadınların omuzdaşlığı; ısrarla, sebatla, “geçmişle yüzleşilsin ve bu yaşananlar bir daha tekrarlanmasın” talebinin ardında büyüyor.

Diyarbakır’ın yakın tarihindeki bu iki mücadele örneğidir, kadınlar bakımından önemli iki pusuladır bir bakıma. Bize kadınların neden barış istediğini, barış mücadelesindeki başat rolünü gösterir. 1 Eylül Dünya Barış Günü, barış talebi bıkmadan usanmadan meydanlarda yinelenecekken, kadınların barış mücadelesindeki omuzdaşlığı, yol açıcılığı da bu vesileyle hafızalara not düşülsün.

İlgili haberler
GÜNÜN DENEYİMİ: Barış için buluşan kadınlar

Farklı ülkelerden barış aktivistleri, farklı etnik, toplumsal ve ekonomik geçmişleri olan kadınları...

Yaşamın, umudun, aydınlığın, adı barış olsun

Elbet bir gün adalet yerini bulacak. Biz kazanacağız! Vicdan ve adalet diye bağıran analarımızın, ka...

Dünyanın her köşesinde barış için mücadele var

Bütün dünyada savaş çığırtkanlığının yayıldığı, bölgemizde yıllardır devam eden savaşlarda büyük acı...