Bize layık görülene değil, layık olduğumuz eşit yaşama…
Bir domino taşı tarihten beri gelen, sıra sıra birbirini yıkan, yoksulluğu nesilden nesile taşıyan o taşların önüne ayağımızı koymadan, o yıkılan taşların yolu değişmeyecek. Değiştirelim o yolları...

Sennur Sezer’in iç burkan, lokmayı boğazında düğümleyen bir şiiri var hani. “Annem ve Kuşlar”. Yokluğun, sefaletin dizelere nasıl sığdığı, bir ömür hafızada kalan bir anıyı nasıl canlı tuttuğu, bir çocuğun gözünden yoksulluğun tablosunu en çarpıcı haliyle gösterir. Sadece bir şiir değil, bir anlatı değil, bir gerçeği ince ince verir okuyucusuna. Hasta ve yoksul bir annenin çocuğunun bakışıdır. Yoksulluktan cılız düşmüş bir annenin ve çocuklarının doktor öğüdüyle et yemesi gerektiği, ancak et alacak paralarının olmamasıyla annenin tek çareyi balkona kapan kurarak kuşları avlaması ve onları pişirip yemesidir hikayenin özü. Yürek yakan, aldığın nefesi bile gırtlağında düğümleyen de budur işte. O yoksullukta tek çarenin bu oluşu, annenin çocuklara bunu hissettirmeden yapışı, çocukların tuzağı görüp de olandan habersizmiş gibi davranışı…  

odaya kapan kuruluydu/…/ kuşlar zayıftı, açtı /…/ O kış her gün çorbayla beyaz etler pişirdi annem / bak tavuk yaptım kızıma / sertti, tuzsuzdu lokmalar /yağsızdı / anneler istemezse yutulmazdı.../ Yıllarca kuş besledi annem / ödemek için bir kış ölenleri, / ne ben söyledim tuzağı gördüğümü / ne o sezdi, / bir oyunu sürdürdük o yıldan konuşurken /…/ hiç düşünmemişiz annemin resmini / kuşlara bakarken çekmeyi...

Ölümünün 5. yılında şiirleriyle hala bir memleket gerçeğine ışık tutuyor Sennur Sezer. Onun şiirlerindeki gerçeklik bir facia gibi derinleştikçe daha da beter hale geldiğini görüyoruz Ekmek ve Gül’de yaşadıklarını yazan her kadından… Yokluktan çocuğunu sanayiye göndermek zorunda kalan, evdeki eşyalarını satarak yiyeceğini karşılamaya çalışandan, hiç aklına gelmezken pazar tezgahlarından arta kalan sebzeyi toplayan, pandemi ile birlikte beterin beteri bir yoksulluğa gömülen yığınların resmini görüyoruz her bir sayfada… Keşke görmesek. Keşke daha neşeli, daha güzel şeyler ulaştırabilsek okura. Ancak memleket gerçeği sırt dönemeyeceğimiz kadar sert, derdinize dert katmak da değil ya niyetimiz; derdimizin ortaklığını, bu derdin de birlikte olmadan çözülemeyeceğini görelim, tek başımıza olmadığımızı bilelim diye bu çaba. Yazan, anlatan tüm kadınların çabası da bu; “anlatayım da sesim duyulsun, anlatayım da benim gibi yaşayanlar artık ‘yeter’ desin derdi var serde de.

Yoksul sofraların çocuklarının her geçen gün daha da geleceksizliğe mahkum edilişi, uzaktan eğitime iç edilmiş eşitsizliğin vebalini yine o çocukların ve yine o çocukların çocuklarının yaşayacağını biliyoruz.

Çocukların geleceksizliğe, kadınların sessizliğe mahkum edilmeye çalışıldığı bu günlerde, tam da dergimizin yapılma aşamasında iktidarın görevlendirdiği, adı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu konan, misyonu “İnsan haklarını korumak ve geliştirmek, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması” olan kurumun başkanı da çocukların geleceğine kara bir bulut gibi çöküyor. İnsan hakkını savunan zat, direkt bir çocuk istismarı olan erken evlilikleri savunuyor, rızaya dayalı yetişkinler arasındaki ilişkinin ise zina ve sadakatsizlik temelinde suç sayılmasını istiyor.

Herkes çocuklar üzerinden bir gelecek tayin ediyor, herkes! Gücü elinde bulunduranlar kadınlar adına kararlar alıyor, kadınları dinlemeden yasaları değiştirmeye kalkıyor. İktidarın ve iktidar yanlılarının tek amacı ise güçlüyü nasıl daha güçlü, yoksulu daha yoksul nasıl yaparız olmuş. Çocuklar adına güdülen politika da aynen onu gösterir nitelikte ya; ‘ya evlilik, ya ucuz iş gücü, ya ara eleman, ya çocuk işçi’ diyerek yoksul yığınların iyileşemeyeceği bir toplum tahayyül ederek kendine mecbur kılıyor. Bunu yaparken milliyetçilik duygularını sürekli olarak güçlendirecek unsurlar buluyor ki temelini sağlam kursun. İktidarın ha bire bir yerlere savaş ilan edip, milliyetçi duyguları kabartmasının ne yararını gördü bugüne dek çocuklar ve kadınlar?

Bir domino taşı tarihten beri gelen, sıra sıra birbirini yıkan, yoksulluğu nesilden nesile taşıyan o taşların önüne ayağımızı koymadan, o yıkılan taşların yolu değişmeyecek. Değiştirelim o yolları hep birlikte ve bize mübah görülen yoksul sofralara değil gerçek hakkımızın keşfine varalım. Bize layık görülene değil, bizim layık gördüğümüze; eşit bir yaşama varmak için çabalayalım.


İlgili haberler
Tarikat, cemaat, AKP ve geleceğimiz

Çocuklarla evlenmenin meşrulaştırılması, taciz ve tecavüzün suç listesinden çıkarılması, kadınların...

Keda jinan helale*

Van’ın en işlek caddesinde mor zemin üstüne beyaz harflerle Kadın Emeği yazılı bir tabela göze çarpı...

Radyoaktif: Bilim dünyasında bir asi kadın

Sadece bilim, laboratuvar ve buluşlardan oluşmuyordu Marie Curie’nin hayatı. O aynı zamanda erkek me...