Gelecek bizimle değişecek!
Kapitalist barbarlığa, aile, devlet, tarikat iş birliğiyle hayatlarımızı karartan ittifaka karşı emeğin, eşitliğin, özgürlüğün, barışın günlerine olan umudumuzu daha da büyüteceğimiz bir 8 Mart’a!

Baharın müjdeleyicisi cemreler, önce havaya, sonra suya, dergimizin çıktığı bu günlerde ise toprağa düştü düşecek. Renklenecek boz toprağın yeniden yaşama durduğu bugünler; kadınların eşitlikten, özgürlükten, yaşamdan yana ısrarının umudunu da müjdeleyen günler.

Kadınların dünyayı eşit, sömürüsüz bir yaşamdan yana değiştirme mücadelesinin heyecanı kaplıyor şimdi yeryüzünü. Sokaklara en güzel kıyafetlerimizle, sıkıca sarıldığımız taleplerimizle, sözümüzle, şarkılarımızla, halaylarımızla, kız kardeşlerimizin eli ellerimizde, güçlenerek çıkıyoruz her 8 Mart’ta.

Bu yılın mücadele coşkusuna ise yeni bir paylaşım savaşının öfkesi eşlik ediyor. Yanı başımızda patlak veren savaşta aklımız kız kardeşlerimizde, savaşmak zorunda bırakılan gençlerde, savaşın acımasızlığını yaşayan çocuklarda, kalbimiz dünyanın bütün sokaklarında bu emperyalist savaşa karşı barışın sesini yükselten kadınlarla.

DAHA YÜRÜNECEK ÇOK YOLUMUZ VAR

8 Mart’ın tarihi kadın işçilerin sömürüsüz bir dünya umuduyla insanca yaşam ve çalışma koşulları için mücadelesinin tarihi. Bu tarihi doğuran 1857’den bu yana değişen çok şey var, değişmeyen de… Kadınların hayatları uğruna yükselttikleri daha iyi koşullarda çalışma ve eşit ücret talebi, aradan geçen onca zamana ve kadın mücadelesinin kazanımlarına rağmen hâlâ birçok yönüyle geçerliliğini koruyor mesela. Farplas işçisi Nimet’in “Bizi köle gibi çalıştırıyorlar. Fabrikada kadın çalıştırmak bir nimetmiş gibi bizlere sunuluyor. Öyle bir nimet ki kadın-erkek işçi arasında ücret eşitsizliği yokmuş gibi” sözlerinde bugünün sömürü koşulları. Değiştirdiğimiz birçok şeye, kat ettiğimiz onca yola rağmen daha yürünecek çok yolumuz var, bunun bilincindeyiz.

NE OLDU NEOLİBERALİZMİN SÜSLÜ VAATLERİNE?

Kadın emeğini, kendi kârına kâr katabilmek için bir fırsattan öte görmeyen sermayenin kadınlara vaatlerinin foyası döküleli çok oldu. 2000’lerle birlikte yükselen neoliberalizmin kadınların en temel hak ve eşitlik taleplerini kendi değirmeni için nasıl suya dönüştürdüğünü görmek için son yirmi yılda Türkiye’de kadınların yaşadıklarına bakmak yeterli. “Kadınların güçlendirilmesi”, “Kadın istihdamının artırılması”, “Kadının işgücüne katılması” ne kadar da güzel vaatlerdi değil mi! Ama bu propagandadan kadınlara kalan güvencesiz, esnek, kölece çalışma koşulları oldu. Bunun Türkiye’ye dönük politikalarını sermaye ile birlikte oluşturan da fütursuzca uygulayan da AKP iktidarı oldu. “İleri demokrasi” söylemiyle çıktığı yolda kendisine en ufak bir eleştiriyi terörle ilişkilendirdiği, her fırsatta kadınla erkeğin eşit olmayacağını dillendirdiği, kadınların haklarına saldırmayı eksik etmediği 20 yıllık bir iktidar serüveni de aynı zamanda. 20 yıldan geriye biz kadınlara kalan koca bir yoksulluk, artan şiddet, haklarımıza saldırılar ve eşitsiz yaşam koşulları. 2022 yılı Türkiye’sinde yoksulluk sınırının altındaki 10 milyondan fazla insanın yarısından daha fazlası kadın ve bu kadınların yüzde 85’i hiçbir şekilde çalışmıyor.* Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 30’larda, genç kadınlarda ise bu oran yüzde 51’i aşmış durumda. Türkiye, emekçileri yasal sınır olan haftalık 45 saatin çok üzerinde çalışan, ücretli çalışma yükü çok ağır olan, ücretli çalışma ve ücretsiz hane içi emek açısından cinsiyet farkının en yüksek olduğu ülkelerden biri konumunda.** Bunlar sadece birer istatistik, gerçeği ise çok daha acı yaşam ve çalışma koşulları. Boş buzdolaplarının önünde karalar bağlayan, çocuğunu ısıtamadığı için hayatından vazgeçen kadınlar, bebeğini poşetle bezleyen, kendi yeterli beslenemediği için bebeğini de besleyemeyen kadınlar… Ne oldu neoliberalizmin o süslü vaatlerine?

Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

DAHA FAZLA İŞSİZLİK DAHA FAZLA SÖMÜRÜ
Pandemi gibi kriz dönemlerinde aileler hane halkı gelirlerinin düşmesi, işsizliğin artışı, tüketim maddelerinin fiyatlarının yükselişi gibi sebeplerle derinleşen yoksulluğu atlatabilmek için kendilerince yollar bulmaya yöneliyor. Bu yollar da kadınların daha fazla eve kapanması, daha fazla ev içi yüklerle karşı karşıya kalması gibi sorunlara çıkıyor. Oysaki o dört duvardan çıkabilmek, hayata katılabilmek yüzlerce yıllık ve hâlâ da süren mücadelenin kazanımıydı. Pandemi nedeniyle uzaktan ya da kısmi çalışma gibi yöntemlerle evlerine gönderilen kadınlardan ve erkeklerden bir daha işyerlerine dönemeyenler en fazla kadınlar oldu. Her dört kadından sadece biri çalışma imkanı bulabiliyor artık. Son bir yılda erkek işsizliği 159 bin azalırken kadın işsizliği 164 bin artmış durumda. Her yüz kadından sadece 17’si kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda yer bulabiliyor kendine.*** Kadınlar işsiz kalırken, halen çalışabilenler ise eskisinden daha kötü çalışma koşullarını kabul etmek zorunda bırakılıyor. Kadınlara artık daha fazla güvencesizlik, artan mesailer ve iş yükü ile birlikte ev içinde karşılığı olmayan emeğinin ve bakım hizmetlerinin ağırlaşması eşlik ediyor. Bu aslında kadınların dişiyle tırnağıyla mücadeleyle elde ettiği çalışma yaşamındaki sınırlı yerinin kapitalist sömürü düzenindeki kırılganlığını da gösteriyor.
YAŞAMIMIZDAN, UMUTLARIMIZDAN VERDİĞİMİZ ÖDÜNLER

Son yıllarda gittikçe ağırlaşan yaşam koşulları karşısında evin günlük rutinini sürdürebilmek için biz kadınlar en çok da kendi yaşamlarımızdan, hayallerimizden, umutlarımızdan ödün veriyoruz. Sabah çocukları tok okula gönderebilmek, geceleri aç yatırmamak birçoğumuzun en büyük beklentisi bu günlerde. Mamak pazarından bir kadının Ekmek ve Gül mikrofonuna söyledikleri: “Dolabın fotoğrafını çekip size getirsem… Çocuklar sabah kalkıyor dolaba bakıyor, dolabın kapısını geri kapatıyorlar. Yiyecek peynir yok, zeytin yok, yumurta yok.” Bu sıralar kaç kadının o buzdolabının önünde karalar bağladığına hepimiz tanığız.

YAŞAMLARIMIZA KASTEDEN KUTSAL İTTİFAK

İstanbul Sözleşmesi’nin ardından haklarımıza yeni saldırılar ise kapıda. Boşanmamızı istemiyorlar mesela, o dört duvar arasında gerekirse ölelim istiyorlar. Bu yüzden şimdi de nafaka hakkımızı hedefe koydular. Bu yüzden arabulucu komisyonları kurma hazırlığındalar. Evlilik yaşını düşürmek, evlilik dışı ilişkiyi yeniden suç saymak istiyorlar. Tecavüze uğradığımızda susalım, başlarını ağrıtmayalım, hatta o tecavüzcülerle evlenelim ve ne pahasına olursa olsun sessiz kalalım istiyorlar. Hayatta kalmak için kendimizi savunduğumuzda ise erkeklere göstermedikleri kararlılığı ve cezalandırmayı bizlere gösteriyorlar. Biz, devlet-aile-dini yapılar arasındaki bu kutsal ittifakı tanıyoruz.

Fotoğraf: Hasret Gültekin Kozan/Evrensel

BİR ŞEYLER DEĞİŞMELİ AMA NASIL?

Kendimize bu soruyu sorarken buluyoruz; işyerinde en az 12 saat ağır iş yükü altında çalışırken, 300-400 kiloluk paletleri taşırken, işten atılır mıyım korkusu yaşarken, pazarda çocuklarımızın canının çektiği ama alamadığımız meyvenin başında, mutfakta boş buzdolabının önünde, erkek şiddetiyle yaşamak zorunda kalırken, sokakta başımıza bir şey gelecek diye tedirgin yürürken. Nasıl değişmişti eskiden?

Bugün bize unutturulmaya çalışılan emeğimiz, ekmeğimiz, özgürlüğümüz ve barış için verdiğimiz mücadele tarihimize yüzümüzü dönmekte fayda var. Emeğimizi sömürenlerden hakkımızı nasıl aldığımızın örnekleriyle dolu tarihimiz. 1889’da Kibritçi Kızlar Grevi, 1909’da 20 bin gömlek işçisi kadının direnişi, çok uzaklara gitmeye de gerek yok, Flormar, Novamed, DESA, Salcomp, Alpin, Migros ve daha nicesi kız kardeşlerimizin kötü çalışma koşulları, düşük ücrete karşı mücadele ve güçlenme deneyimiydi. 8 Mart’ı yaratan emekçi kadınları unutalım istiyorlar. Birinci Paylaşım Savaşı’na karşı çıkan ve dünya kadınlarını barışı korumaya çağıran Rosa’yı, Clara Zetkin’i ve yoldaşlarının mücadelesini, Zetkin’in, “Sadece sosyalizm insanlığın barış içindeki geleceğini yaratabilir. Kahrolsun insanlığın, mülk sahibi sınıfların zenginliği ve iktidarı uğruna katledilmesine olanak sağlayan kapitalizm” sözleriyle işaret ettiği yolu unutalım istiyorlar.

Savaşa karşı barış sesini dünyanın her yerinde en önce, cesaretle kadınlar söyledi. Filistin işgaline karşı İsrail’de kadınların sessiz kalmadığını unutalım istiyorlar. Bosna Savaşı döneminde Sırbistan’da kendilerine biçilen rollere karşı çıkarak “Ben bir vatan hainiyim” dedi kadınlar, Türkiye’de savaşa karşı her daim Barış Anneleri’nin sesi yankılandı sokaklardan, Sri Lanka’da işçi kadınlar büyüttü barış umudunu, Kuzey İrlanda’da, Uganda’da, Sudan’da barış için sokaklardaydı kadınlar. Bu hafızayı diri tutmak, geçmişin gücünü bugünün gücüne eklemek ve değiştirmek için tek başımıza olmadığımızı hatırlamak gerekiyor. Bugünü daha iyi anlamak ve yarının parçası olmak için…

BİR ŞEYLER DEĞİŞECEKSE BİZİMLE DEĞİŞECEK
Bütün bu korkunç tabloyu değiştirmeye dair umudumuz hep var. Bugünlerde daha çok. Değişimin de çözümün de öznesinin biz olduğu hikâyeler çoğalıyor bu günlerde fabrikalarda, işyerlerinde, çalıştığımız depolarda, sürdüğümüz motosikletlerin üzerinde, hatta kimi zaman patronların evlerinin önünde. Karanlık yollar umudun filizlendiği, hatta kimi zaman “Birleşince bak nasıl da kazanıyoruz” dediğimiz mutlu sonlu, birlikte halaylar çektiğimiz fabrika önlerine, işyerlerine çıkıyor. Yüzlerce yıldır sürdürdüğümüz insanca yaşam ve çalışma mücadelesi bu kez Farplas’ta Sevda’nın omuzunda, Migros’ta Ayşe’nin, Oppo’da Meryem’in ve onlarca direniş alanında daha nice kadının. Günde 8-9 saat o da uyumak için gittiği evini, işyerindeki ağır çalışma koşullarını herkese duyurabilmeyi, mücadelenin heyecanıyla anlatan Migros işçisi Aleyna’nın seslenişinde umut: “Umarım hakkımızı buluruz, umarım istediğimiz olur. İnancımız sonsuz bizim bu yönde…. Vazgeçmeyin arkadaşlar! Biz kazanacağız, inanıyoruz.”
DEĞİŞEN NE VARSA SIRRI BİRLİKTE MÜCADELEDE

Tarihin akışında insandan, emekten, yaşamdan, özgürlükten yana değişen ne var ise sırrı insanlığın cesaretinde, yan yana oluşunda, mücadelesinde saklı. Sokaklara ekmek için, barış için, özgürlük ve eşitlik için çıkan kadınlardı kazanan. Bize reva gördükleri yoksulluğa, yıkıma, savaşa karşı bugün de ihtiyacımız olan emeğimize, özgürlüğümüze, barışa cesaretle sahip çıkmak, dayanışmayı büyütmek, yan yana gelebilmek. Kapitalist barbarlığa, aile, devlet, tarikat iş birliğiyle hayatlarımızı karartan ittifaka karşı emeğin, eşitliğin, özgürlüğün, barışın günlerine olan umudumuzu daha da büyütmeye ihtiyacımız var bu 8 Mart’ta. Gelecek bizim inadımızda, cesaretimizde, birlikte mücadelemizde, eşit ve sömürüsüz bir dünyaya dair yitirmediğimiz umudumuzda.

*İnsani ve Toplumsal Kalkınma Programı “Covid 19 Salgınının Kadınların Çalışma ve Yaşamı Üzerine Etkileri Raporu”

** KEİG Platformu Bilgi Notu.

*** DİSK-AR İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu, 2021. 

DİSK-AR Covid Döneminde Kadın İşgücünün Durumu, 2021. 

Fotoğraf: Freepik

İlgili haberler
Kraliçe Shakespeare: Zulme kalkan mı, zalim mi?

Tiyatro Nükte’nin oyuncu ve yönetmeni Özlem Özkoşar, Shakespeare’in 11 oyununu ve sonelerini süzerek...

Boşanırken çalışmak da suç oldu!

Kendime ve çocuklarıma bakmak için çalışmak zorunda olduğum için suçlandım. Çocuklarımın velayeti es...

Erkekler ne de kolay mağdur(!) oluyor!

Yoksulluğa ve işsizliğe karşı mücadele etmeden nafaka hakkına sahip çıkılması mümkün mü?