Hayır, kontrol bizde!
Şubat ayı işçi direnişlerinin ardı arkasının kesilmediği, birbirinden öğrendiği ve biriktirdiği bir ay oldu. Mart ayı da tam olarak mücadele tarihlerinin ayı: 8 Mart, 21 Mart…

Her gün, her an hayatlarımızı etkileyen değişiklikler yaşanıyor. Bir o kadar bizim kontrolümüz dışında bir o kadar tam da “biz”im kontrolümüzde. Her gün gelen zamlar soframızdan karın tokluğumuzu her geçen gün daha da azaltıyor, kaygılarımız çığ gibi olmuş, altında kalıyoruz. Savaş oluyor ve biliyoruz bundan en çok etkilenecek yine biz kadınlar olacağız ve hatta oluyoruz. Birileri itişiyor birileriyle, ayakları altında ezilmeye mahkummuşuz gibi bir umutsuzluk, çökük ruh haline bürünüyoruz ister istemez. Dergimizde Bursa’dan bir kadının yazdığı gibi “Hayatın yükü bizde fıtık yapıyor!”

Emperyalist tekellerin ve onların çıkarlarını korumak için var olan devletlerinin birbirleriyle rekabeti dün Ortadoğu’da sıcak çatışma alanı yaratırken bugün Ukrayna’yı bir savaş ve kriz merkezine çeviriyor. Ve bu rekabet, en çok böylesi savaş kışkırtıcılığının, savaş politikalarının belirginleştiği dönemlerde üzerindeki tüm örtüyü kaldırıyor. Ancak “koruyucu melek” kostümlerini çıkarmıyorlar. Silah satan, bunca zaman savaşı kışkırtanlar “barış elçiliği” görevi üstlenmiş gibi davranıyorlar. Bu sırada da “ülkemizin çıkarları, ülkemizin güvenliği” derken halkın çıkarları, halkın güvenliğinin üzerinden geçiliyor.

8 Mart’ın tarihi tam da bu noktada çok önemli bir yerde duruyor. Orta sayfamızda emekçi kadınların hayatta kalma mücadelesi kökenlerine nasıl dayandığını okuyabileceğiniz 8 Mart’ın tarihi savaş tehdidi, savaş kışkırtıcılığıyla kavrulan dünyada kadınlara önemli bir birikim taşıyor. 8 Mart emekçi kadınların sınıfsız, sömürüsüz, insanca yaşanabilir bir yaşam talebi üzerinde yükselirken bir yanı da savaş kışkırtıcılığının yükseldiği, birinci paylaşım savaşının kapıya dayandığı dönemde ülkelerin “vatan savunması” adı altında milliyetçi söylemlerine yedeklenmeden savaşa ve savaşı yaratanlara karşı örgütlenme çağrısını da barındırıyor. 1910’da Kopenhag’da düzenlenen 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Clara Zetkin’in önerisiyle, her yıl dünyanın bütün ülkelerinde, kadın hakları için ve savaşa karşı bir mücadele günü olarak uluslararası kadınlar gününü kutlamayı öngören tarihi karar alınmıştı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dünyanın her yerinde işçilerin sırtından ceplerini dolduran, “barış meleği” kılığına girerken örtünün altından silah depolarını doldurup, silah satışını artıranlara, emekçileri açlığa, sefalete, ölüme, kaygıya mahkûm edip saraylarında keyif sürenlere karşı barışın, sömürüsüz bir dünya isteğinin sesini yükseltmek için örgütlenmeye harekete geçmeye çağıran bir gün. Birinci Dünya Savaşından önce Sosyalist Kadınlar Enternasyonali’nin çağrısı ve öngörüsü bugün tam olarak bugün için de geçerli: Militarizm, savaş ve faşizm tehlikesine karşı acil mücadele!

Şubat ayı işçi direnişlerinin ardı arkasının kesilmediği, birbirinden öğrendiği ve biriktirdiği bir ay oldu. Mart ayı da tam olarak mücadele tarihlerinin ayı: 8 Mart, 21 Mart… Dehaq’a karşı direnen Kava’nın zaferinin, barış ve özgürlük talebinin bir ağızdan dillendirileceği Newroz da etrafımızı sarmış savaş bulutlarını yan yana gelişlerimizle dağıtacağımız bir tarih.

Savaş tam tamları çalınıyor, birileri zenginleşiyor ama işgal haberi düştüğü andan itibaren biz yoksullaşıyoruz. Bekledikçe yoksullaşıyoruz, bekledikçe elimizdekileri daha çok kaybediyoruz, bekledikçe hayatlarımız karartılıyor. Neyi bekliyoruz? Böylesi ortamlarda bir yanımızdakine güvenmek düne göre o kadar kritik ki. Önce kendimize sonra da yanımızdakine güveneceğiz. Çünkü bizi yuvarlak masada mutabakat metinleri imzalayan sözde kahramanlar kurtarmayacak. Bizi ancak “biz” kurtaracağız. Daha geçtiğimiz ay direnişlerde yan yana gelerek birbirimize güvenip birlikte harekete geçme deneyimimizden öğrenerek, dertlerimize ortak, çözüm olarak, dertlerimize sebep olanlara birlikte ses çıkarıp beklemeyeceğiz, kendi kahramanımız “biz” olacağız.

***

Dergimiz de nasıl “biz” olacağımızın deneyimlerini, çağrılarını barındırırken kadınların insanca bir yaşama olan açlığını, istencini de içeriyor. Baharın gelişinin işaretleriyle ana yazımız 8 Mart’a nasıl gittiğimizi, gideceğimizi anlatıyor.

Mamak Belediyesinde çalışan kadın ve erkek işçilerle yapılan görüşmeler sonucunda hayalleri, yaşamları, kaygıları, talepleri arasında nasıl farklar ve ortaklıklar olduğunu görüyoruz.

Xiaomi işçileri giydikleri sutyene bile karışan patronlara “haddinizi bilin” derken Bakırköy Belediyesi işçileri sendikal bürokrasinin işçilerin taleplerini nasıl ezip geçtiğini anlatıyor.

Yoksulluk, geçim sıkıntısı hepimizin ortak derdi… Bursa’dan özel okul öğretmenleri ağır çalışma koşullarından bahsederken yaşadıkları geçim sıkıntısını da anlatıyor, zar zor beş çayında buluşmuş metal işçileri, Kayseri’den kadınlar “müjdelenen” maaşların nasıl zamlarla yutulduğuna ışık tutuyor.

Filiz Gür, savaşı barış zamanının bütününe yayan faşist iktidarların muhtemel tehlikelere karşı kadını, politikalarıyla nasıl nesneleştirdiğini anlatıyor.

Ayşe’nin maceraları tabii ki devam ediyor ve Masumlar Apartmanı’ndan hallice bir eve gittiği temizlik işini anlatıyor.

Görsel: Freepik

İlgili haberler
Gelecek bizimle değişecek!

Kapitalist barbarlığa, aile, devlet, tarikat iş birliğiyle hayatlarımızı karartan ittifaka karşı eme...

Erkekler ne de kolay mağdur(!) oluyor!

Yoksulluğa ve işsizliğe karşı mücadele etmeden nafaka hakkına sahip çıkılması mümkün mü?

Kraliçe Shakespeare: Zulme kalkan mı, zalim mi?

Tiyatro Nükte’nin oyuncu ve yönetmeni Özlem Özkoşar, Shakespeare’in 11 oyununu ve sonelerini süzerek...