Harami deyu korku verirler, benim ipek yüklü kervanım mı var?
Kumaşları dokuyan da, kervana yükleyen de biziz. Kendisi harami olanlar; kumaşı var edip, kervana yükleyen emeğimiz sürgit değersiz kalsın diye ‘Sizi haramilerden koruyoruz’ diye korku salıyorlar.

İnce ince dokunmuş, milyon ayrı ipin iç içe geçtiği bir kumaşta ilk bakışta tek tek ipleri değil, kumaşı görmemiz ne ilginç. O bütünün, o tek tek iplerin bir ahenkle, aklın, deneyimin ve emeğin birlikteliğiyle oluştuğunu, bu dokumanın bir tarih olduğunu, o tarihin aynı zamanda insanı insan yapanların toplamı olduğunu bilmek de öyle... Kumaşı ilk dokuyanların, insanlığı kaderini elleriyle ve iradesiyle belirleme gücüne kavuşturan “birlikte üretimde, birlikte yaşamada” en önemli rolü oynayan kadınlar olması ne kadar anlamlı...

Toplumu toplum yapan ilişki ağları da bu ipler gibi... İlk bakışta bütünü görüyorsun, aklın, deneyimin ve emeğin birliği üzerine kurulu olduğunu hatırlıyor, bunun bir tarihi olduğunu düşünüyor, o tarihin insanı insan yapanların toplamı olduğunu öğreniyorsun.

Uzun zamandır bizden, iplerimize uygun olmayan bir kumaş dokunmaya çalışılıyor. Üstüne örtsen ısıtmaz, yere sersen dayanmaz, biçsen dikilmez, diksen giyilmez, giysen kaskatı, kullanışsız, zoraki bir kumaş. Bu zoraki kumaş dikiş tutmadığında adeta bir zımba işlevi gören seçimi koyuyorlar önümüze. Zımbalanan kumaş, delgilerinden yırtılıyor parça parça, yama bile tutmuyor. Ama illa ki “o” kumaşı dokumak istiyorlar; o kumaşla yalanlarının, çıkarlarının, hesaplarının üstünü örtmeye çalıştıkları ne kadar belli...

“Ya mermi, ya ekmek” diye oy istenen bir seçim sürecinden daha geçiyoruz işte. Geçim derdi almış başını gitmişken “seçimi de hazmedemediler” diye konuşuyorlar hakkımızda. İstediğimizin ekmek, yani barış, yani özgürlük, yani huzur olduğu gün gibi açıkken, “beka” diyerek mermiye meyletmemizi istiyor, yalanı, talanı boş mideye tıkıp hazmetmemizi bekliyorlar.

Gerçekle yalanın ayrılmasının mümkün olamayacağı biçimde artırıyorlar gürültüyü. O gürültüde “Çocuklar et tadı alsınlar diye 3 liraya kemikli tavuk alıp koyuyorum çorbaya” diyenin sözü duyulmuyor... “Kızımın kocası çocuklarını istismar ediyordu, gidip şikâyet ettik, kızım boşanma davası açtı, istismar davası açtı, salıverildi adam, sokak ortasında öldürdü kızımı. Beş aylık bebeği, sekiz yaşındaki kızı kaldı geride. Devlet torunlarımı ve kızımı korumadı” diyenin çığlığı işitilmiyor... “Babamın işini kaybetmesinin ardından ekonomik durum elvermeyince okulu yarıda bırakmak durumunda kaldım” diyen gencin, Türkiye’de üniversite öğrenimini yarıda bırakan 408 bini aşkın gencin arasına katılmasının isyanı görülmüyor... Okulu bırakmamak için çalışan, parasını vermek için çağıran patronunun tecavüzüne uğrayıp bir plazanın 20. katından aşağı atılan Şule Çet’in katledilmesine “Oraya gitmişse hak etmiştir” diyerek onay veren adli tıp uzmanının yüzüne tükürme isteği boğazımızda kalıyor...

Sokak ortasında polis tacizine uğrayan başörtülü genç kadın hakkında “Babası FETÖCÜ zaten” diyen polis yetkilisinin, “Biz polis evladımıza tacizci dedirtmeyiz” diyen bakanın, “Telaşla yapılmış bir hareket, polisimiz haklıdır” diyen bir dönemlerin başörtüsü mücadelecisi kadın vekilin utanmazlığı, bıkmadan usanmadan yineledikleri “başörtüsü mağduriyeti ve kahramanlık hikayeleri” gürültüsü arasında kayboluyor sanıyorlar.

Damadın “2.5 milyon kişilik istihdam yaratacağız” atışına hedef tahtası olacağımızı, poşete verilecek 25 kuruşların hesabını yapan yoksulun tanzim kuyruklarındaki haline “varlık kuyruğu” dalgası yapmalarını sineye çekeceğimizi, kendisinin tüm siyasi kariyeri “itaat etmeye” ayarlı Binali Yıldırım’ın seçim turunda kadınlara “itaat et, rahat et” demesinden akıl alacağımızı, ajanslardan kiralanmış oyuncularla ‘satın aldırılmış’ TV ekranlarında yaptıkları montajlı ‘çok destekliyoruz’ haberlerinin foyasının ortaya çıkmayacağını zannediyorlar.

Oysa açlık da, çaresizlik de, öfke de, korku da, kaygı da bir yere gitmiyor çok gürültü var diye...

Beka deyip duranların, “dış güçler, ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar” diye komplo teorilerinden korku devşirenlerin, en gündelik zorumuzu en ulvi kurtuluş masallarının altında yok sayanların işinin ve derdinin bizim zorumuz, aşımız, ekmeğimiz, hayatta kalma çabamız olmadığı açık. Dokumaya çalıştıkları kumaşın ne yaparlarsa yapsınlar “bir bütün” olamayacağı da... “İstediğimiz konsolidasyonu sağlayamadık” gibi cümlelerle faş edilen endişe hali de bu ipin o kumaşa gitmediğinin en açık göstergelerinden biri işte...

Karacaoğlan ne güzel demiş;

“Harami deyu korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var?”

O kumaşları dokuyanlar da, kervana yükleyenler de, kervan yol alırken yalınayak başı kabak sürü güden de biziz. Kendisi harami olanlar; kumaşı var edip, kervana yükleyen emeğimiz sürgit değersiz kalsın diye “Sizi haramilerden koruyoruz” diye korku salıyorlar üstümüze.

***
Ekmek ve Gül’ün bu sayısı, ipeği dokuyup, kervana yükleyen ama nimetinden bir gıdım fayda görmeyen kadınların halini seriyor ortaya. Yerel seçimlerin öncesine gelmesiyle ayrıca önem kazanan, kadınların emeğini görünür kılan en önemli mücadele günü olan 8 Mart öncesinde yaptığımız kadın işçi buluşmalarından notlarla, yalnızca hali değil çözümü de tartışıyor. Eşitlik haklarımızın bu denli saldırı altında olduğu bir dönemde, eşitliğin yaşadığımız yerden başladığını hatırlamamıza vesile olan sohbetlerde, kadınların değiştirmeye “adaylığının” ne kadar önemli olduğu öne çıkıyor. Söyleyecek sözü olan kadınların, sözlerinin değerli kılınmasına ne kadar ihtiyacı olduğu açığa çıkıyor böylelikle. Değiştirme gücünün nerede olduğu ise yalnızca satır aralarında değil, hayatımızın orta yerinde duruyor: Gücümüz birliğimiz!

Bu ayın sonunda yapacağımız seçim, yalnızca bir kentin, mahallenin nasıl yönetileceğinin değil, nasıl bir hayat istediğimizin de göstergesi olacak. Hem kendimiz için, hem de gelecek için... Çağrımız tüm kadınlara: Korku salıp kendi kumaşını yaratmak için canımızı isteyenlere karşı, cesur olup kendi ilmeklerimizle yeni bir hayat dokuyalım!


İlgili haberler
O kapılar açıldı, bir daha kapanmayacak

Mahkûm edildiğimiz hayatın üstüne kapanan kapılara karşı, bizim de kapılarımız var. O kapılar, yaşam...

Salon tek kişilik koltukta oturmak, sokak kol kola...

Salon dediğin, ev gibi, işyeri gibi dört duvar… Oysa sokak öyle mi? Sokak candır, canlıdır. Kol kola...

Geçim ilk kez bu kadar zorlaştı

Metal işçisi bir kadın anlatıyor; Krizle üzerimizdeki baskı arttı, bir kadın arkadaşımız sinir krizi...