Hayatın gerçekliği: ‘Antabus’
Kadıköy’de tekstil işçisi, öğrenci, özel sektörde çalışan 21 kadın, Seray Şahiner’in yazdığı, Nihal Yalçın’ın oynadığı Antabus’u izledi ve sonra birbirine anlattı oyunu izlerken neler hissettiğini.

Seray Şahiner’in aynı isimli kitabından uyarlanan Antabus oyununu Nihal Yalçın oyunculuğuyla Kadıköy Moda Sahnesi’nde 21 kadın, 4 erkek arkadaşımızla izlemeye gittik. Oyun İstanbul’a göç eden bir ailenin genç kızı Leyla Taşçı’nın yaşadıklarını konu ediyordu. İstanbul’a köyünden göçen bir aile, bir kadın.. Peki vasıfsız bir kadın ne yapar? Eş-dost, konu-komşu tavsiyesi, evin yakınlığı, meslek öğrenme ihtimali derken birçok kadın konfeksiyonda işe başlar. Giydiğimiz tüm elbiseler, tişörtler, pantolonlar, gömlekler… Bunların imalatında bir kadının hayatı nasıl değişir ki? Nihal Yalçın, oyunculuğuyla hayata dokunup öyle bir oyunu sergiledi ki, bir kez daha anladık tekstil işçisi kadınların yaşam zorluğunu. Hem güldürdü, hem yüzleştirdi kendimizle, hem ağlattı bizi. Ama en çok da işçi sınıfının mücadelesine, kadın mücadelesine olan inancımızın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Moda Sahne’de bir Leyla Taşçı’nın hikayesini bir de izleyicilerin hıçkırık seslerini dinledik ve dedik ki “'Ne kadar yaralı ama güçlü kadın varmış, işte hepsi buradalar!”
Gitmeden önce oyun hakkında bildiğim, tekstil işçisi bir kadının yaşam mücadelesini anlatan etkileyici bir oyun olduğuydu. Sonra antabus kelimesinin aslında alkol tedavisinde kullanılan bir ilaç olduğunu öğrendim. Akabinde yanımda oturan kadın yoldaşımın geçmişte eski eşine tıpkı oyundaki gibi antabusu verdiğini öğrendim. Bu oyun bana sadece bir kadının yaşam zorluğunu, yaşama direncini göstermedi. Aynı zamanda yeni tanıştığım veya yıllardır arkadaşım, yoldaşım olan kadınların da hayatlarını paylaşmamı sağladı. Ne gariptir ki yanı başımızda olan kadınların hayatlarını bir tiyatro oyununun çıkışında içtiğimiz çayın sohbetiyle öğreniyoruz. Her birimiz mücadelemizi neden bu kadar sımsıkı tuttuğumuzu ve kazanana kadar bırakmayacağımızı anlıyoruz.
Ağlayan ama ardından gülen, düşen ama daha sağlam ayağa kalkan tüm işçi, emekçi kadınlara “Kadıköy Her Şey” grubundan bolca selamlar iletiyoruz ve bizlerin hissettiklerini sizlere aktarıyoruz. En son diyoruz ki; “Antabus” oyununa gitmeyen kalmasın...

GÜL GÜLER: Oyun mükemmeldi. Bu coğrafyada acıyı, tecavüzü ve şiddeti yaşayıp hâlâ hayata tutunmayı başaran kadın direnci; bunlara rağmen gülümsemeyi bırakmayan kadınlar... Ben, alkolik bir kocanın şiddetini gören bir kadın olarak kendi hayatımı izledim. Kah güldüm, kah hıçkırıklara boğuldum. En güzeli de omzumda hep kadın yoldaşlarımın eli vardı. Ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım kazanana kadar mücadelemize devam edeceğim.
MERVE ALTURAN: Her bir parçasında bazen ufak ufak bazen tamamen kendimi buldum. Tokat gibi suratıma çarptı. Bazen tekmeledi. Bazen de ayağa tekrar kaldırdı. Gerçek bir oyundu.
SEDEF AKÇAY: Hayatın içinden demeye utanacağım bir oyundu. Çünkü hayatın tam anlamıyla kendisiydi. Her kadın kendinden bir parça bulacaktır mutlaka. Acıyı gösterme biçimi o kadar saf ve olağan ki rahatça hissedebiliyorsun sen de. Sahne ötesi bir oyundu.
MELİKE GÜLENÇ: Babaannemi, annemi ve kendimi gördüm sahnede. Hepimizden birer parça. Senden, benden, ondan...
RABİA: Ben de genç bir tekstil işçisi kadınım. Lisede tekstil okudum. Üniversitede moda tasarım bölümünden mezun oldum. O kadar hayatın içindendi ki ne hissettiğimi anlatamıyorum gerçekten, çok ağır ve gerçekti.
SEDA BENLİ: İnsanın kendi yaşamını bir sahnede izliyor olması çok tuhaf. Antabus’u izlerken kendimi izlediğimi fark ettim. Ve oyunun 20. dakikasında bağırarak salonu terk etmek istedim. Çünkü bazı şeyleri görmezden gelerek yaşamak bizim yaptığımız en iyi şey! Geçmişimizi unutarak yaşıyoruz ve geleceğimizi de. Oyun kendi korkunç geçmişimi de gözümün önüne koydu. Her yer karanlık, tek bir ışık var. O da Leyla Taşcı. Leyla Taşçı benim! Leyla Taşçı benim gençliğim! Leyla Taşçı benim çocukluğum! Yalnız ben yaşıyorum sanıyordum. Meğersem bizim kaderimizmiş hayatımızın bir döneminde Leyla Taşçı olmak. Kaderine boyun eğip yaşayanlardan olmayalım! Kimse olmasın! Uzanabildiğimiz her yere uzanalım. Dokunduğumuz her yer çiçek açsın. Bahar olalım! İnsanı, yaşamayı, var olan her şeyi en yüce duygularla sevelim. Çünkü sevmekten başka çaremiz yok!
GÜLAY TERZİ: Antabus oyunu biz kadınların yaşadıkları sorunları, acıları, çaresizliği, tacizi, yine biz kadınların suratına bir tokat gibi çarpan etkileyici bir oyundu. Leyla Taşçı’nın yaşadığı tecavüzü anlatırken hissettiği tedirginliği herhalde bu ülkede yaşamamış kadın yoktur ne yazık ki! Tek kişilik bu oyunda devleşen bir kadın vardı sahnede. Kadınların yaşamlarının ve ölümlerinin 3. sayfa haberlerinden daha fazlası olduğunu her repliği kanıtlar nitelikteydi.
GAMZE PEKAL: Oyun çok gerçekçiydi. Kadınların maruz kaldığı cinsel saldırıları erkek hegemonyasını çok net anlatıyordu. Leyla karakterinin bu toplumda kadın olma hikayesi aile içinde başlıyor. Abileri, babası onun özgürlük alanını belirliyor. Benim dikkatimi çeken işin içine para girince o en muhafazakâr babalar, abilerin kadın üzerinden neler planlayabildikleri. Evlendikten sonra da ona biçilmiş rol dışında bir şans verilmemesi, tecavüzün gizlenmesi. Leyla Taşçı’nın kendi kızı için ise istediği çok bir şey değil! “Dayak yemesin, istediğiyle evlensin, o bile yeter” düşüncesi beni çok etkiledi. İzleyen bütün kadınlar bir gün bir yerde yaşadığı bir şey buldu oyunda.
İZEL: Nihal Yalçın tek başına sergilediği bu mükemmel kara mizahla bize toplumda kadının yaşadığı zorlukları, direnişlerini hatta direnemeyişlerini anlattı, gözden kaçırdığımız bazı noktalara değinerek kadının içinden çıkılamayan çaresizliğini çok içten ve açık şekilde sergiledi. 1.5 saatlik oyunuyla beni derinden etkilemeyi başardı. Görüp de susmamak, işitip de bir kenara atmamak gerek bazı çığlıkları. Bunu bize güzel bir şekilde hatırlattığı için kendisine teşekkür ederiz.
ASUMAN ERSOY: Ben 40 yıllık tekstil işçisiyim, makineciydim. Çocukluğumda biraz daha rahat yaşayabilmek için başladığım tekstil hayatından emekli oldum. Tabii emekli oldum demekle olmak arasındaki farklılığı hepiniz çok iyi bilirsiniz. Ne hikayeler biriktirdim, ne zorluklar gördüm, geçirdim. Aralarda güldüm, eğlendim. Konfeksiyona başlamadan önce her tür şarkı dinlerdim. Konfeksiyoncu oldum sadece arabesk dinlemeye başladım. O zamanlar çok normal geliyordu. Ama şimdi oyunu izledikten sonra bir durup geçmişe baktım. Neden sadece saygıdeğer Müslüm Baba dinlemişiz ki? Şimdi anlıyorum! Arkamdaki singer makinesinde çalışan kadın arkadaşımı, overlokta çalışan kadın arkadaşımı, ortacı olan o genç çocuğu. Şimdi onların bakışlarını gözümde çok daha net oluşturuyorum. Diyecek, konuşacak çok şey var ama asıl söylemek istediğim, kurtuluşumuzun tekstil işçisi kadınlardan ve tüm işçi kadınlarından doğacağıdır. Herkese bolca selamlar…
BİRGÜL AKTAŞ: Eril zihniyetli kan bağının toplumsal düzen içerisindeki etkisinin nasıl belirleyici olduğunu gösteren büyük bir fotoğraftı Antabus.
Kronikleşen duyarsızlığa ve sevgisizliğe karşı bir tepkimeydi... Kadının, erkeğin çocuğun, özel mülkiyetle beraber devletin, hepimizin her kavramın kendini sahnede tüm çıplaklığıyla duygusallaştırarak gülümseterek ve eleştirerek sergilediği bir oyundu...Yan etkileri de cabası :) İyi seyirler...


Antabus kitabının yazarı Seray Şahiner'le sohbetimiz de en az oyun kadar şahaneydi


İlgili haberler
Yazar Seray Şahiner ile son kitabı 'KUL'u konuşuyo...

'Canım Mercan, yalnız değilsin, biz varız' deyip Mercan'ı bağrınıza basmak, memleketin kadınlık hali...

GÜNÜN FİLMİ: Kartal Avcısı Kız

Toplumsal iş bölümü hepimizin hayatına yön veriyor değil mi, fark etsek de etmesek de. Ancak Ayçolpa...

Charles Dickens’ın gölgesinde kalmış bir kadın: Öt...

Catherine Dickens bir yazar, aktris ve çok iyi bir aşçıydı ama bütün meziyetleri evliliği yüzünden g...