#KadınlarınSeçimi onurlu bir gelecek
Milyonlarca kadına dayatılan seçenek bu ikisi arasında; Ölüm mü, sıtma mı? Seçim manifestolarında ve bildirgelerinde sunulan da bu; allanıp pullanmış ‘sıtma’lar.

Sömürü üzerine kurulu toplumlarda siyasetin en bariz özelliğidir; emeği sömürülen milyonlarca insan, emeklerini sömüren bir avuç insanın kurduğu ve yaşattığı siyasi partilere oy verirler. Bu yüzden her partinin seçim bildirgesinde “emekçilere müjde” şeklinde vaatler bulunur. Asgari ücret şu kadar olacak, emekliye bu kadar ikramiye, üretici köylüye şöyle kredi, çiftçiye böyle mazot indirimi vs... Kimi üç verir, kimi beş. Öyle bir verir ki milyonlarca insanın verdiği vergilerden değil de, sanki kendi cebinden çıkacakmış gibi verir.

Emekçilerin kendi siyasi partilerini kurup milyonlarcasının burada birleşmediği her koşulda, bütün seçimler kötünün iyisini seçmeye dayalıdır. “Kötünün iyisi” dayatması milyonlarca kadın için işler. Kadını ancak kağıt üzerinde eşit gördüğünü söyleyen partiler, asla gerçekleştirmeyecekleri eşitliği vaat ederek seçimlerde kadınlardan oy isterler. Çoğu da kadın ve erkeğin eşit olmadığına inanan adamlar tarafından kurulmuştur; kimi “fıtrat” der, kimi “doğa” der. “Kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum,” diye diliyle zikredeni de vardır, aklında hiç olmamasına karşın ağzında “eşitlik” lafı dolandıranı da.

MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR
Eşitsizlik, milyonlarca kadının ürettiği hayatı yaşayamamasıdır. Kadınlar hem işyerinde hem evde toplumun refahı için en çok çalışanlardır ama üretilen refahtan da en az onlar nasiplenir. Eşitlik de bu adaletsizliğin giderilmesidir. Bu üç beş yardımla giderilebilecek bir eşitsizlik değildir. Ama “Kadınlarımızı şöyle kalkındıracağız, böyle giriştireceğiz” diye vaatler sıralayanların önerdiği budur; doğurana doğum yardımı, hastası olana bakım yardımı, yoksula kömür yardımı vs... Milyonlarca kadının eşitsizliği kökünden ortadan kaldıracağı ve gerçek eşitliği kuracağı kendi siyasi partilerinde birleşmediği her koşulda, ellerindeki tek özgürlük budur: “Yardım seçme özgürlüğü.” Üç yardım mı, beş yardım mı; o yardım mı, bu yardım mı?

Kadınların hem işyerinde hem de evde emeklerini sömürerek geçinenlerin yönettiği siyasi partiler, kadınları hep muhtaç bırakır. Çünkü muhtaç olan yardım alır, yardım alan da oy verir. Kafalarında kadına verdikleri önem bundan ibarettir. Sabah gözlerini açtıkları andan gece gözlerini kapadıkları vakte kadar aile ve toplum için didinen kadına “asalak” muamelesi yaparlar. Ancak bu düzen hep böyle işlemez, eşitsizlik sürdüğü sürece “yardım”a olan ihtiyaç sürekli artar ve artık hiçbir yardımın karşılayamayacağı bir yoksulluk düzeyine ulaşılır. Yoksulluk mızrağı yardım çuvalına sığmaz hale gelir.

ALLANIP PULLANMIŞ ‘SITMA’LAR
İşte bugün Türkiye’de olan da bu. Devletin resmi istatistik kurumu TÜİK verileri de mızrağın çuvalı deldiğini gösteriyor. Geçen yıl bizzat cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen milli istihdam seferberliği 1,5 milyon kişi için iş yaratmayı hedeflemişti. Patronlara yapılan “yarısı sizden yarısı bizden” teşviklerine rağmen, 520 bin kayıtlı istihdam, 464 bin kayıtdışı istihdam yaratılabildi. Yaratılan iş olanaklarının yarısı sigortasız, sosyal güvencesiz işler.

Türkiye’de her 100 kadından 41’i sigortasız çalışıyor. Yani, yoksulluk arttıkça çalışmak isteyen kadın sayısı artıyor ama iş bulabilen kadın sayısı aynı oranda artamadığı gibi bulabilenler de sosyal güvenceli işlerde değil sigortasız işlerde istihdam ediliyorlar. Üniversite mezunu her 4 kadından 1’i işsiz. Kısacası beterin beteri işsizlikse, kötünün iyisi sigortasız ve güvencesiz çalışma.
Milyonlarca kadına dayatılan seçenek bu ikisi arasında; Ölüm mü, sıtma mı? Seçim manifestolarında ve bildirgelerinde sunulan da bu; allanıp pullanmış ‘sıtma’lar. Verdiği vaat sıtma olanın uyguladığı gerçek ne olur, düşünmek gerek. Şurası açık ki şifa niyetine bataklığı kurutan yok!


AYNI HAYATLAR, FARKLI SEÇİMLER... NEDEN?
Asıl soru şu: Hemen hemen aynı koşullarda yaşayan, sorunları ortak milyonlarca kadın neden farklı siyasi partilere oy verir? Belki de aynı mahallede yaşadığı, aynı işyerinde çalıştığı, aynı okullarda çocuklarını okuttuğu, aynı bankalara borçlu olduğu, aynı şiddet ve tacize maruz kaldığı halde, yan yana iki komşu, yan makinedeki ya da yan masadaki iş arkadaşı neden farklı partileri destekler?
Araştırmalar Türkiye’de insanların oy tercihlerinde dini görüşlerin, milliyetin, kültürel farklılıkların belirleyici olduğuna işaret ediyor. Mesela memleketteki kutuplaşmanın bir tarafta dindar milliyetçiler diğer tarafta laikler olduğunu düşünen çok insan var. Bu gerçekten böyle midir?

Mesela 7 Haziran 2015’teki seçimlerde AKP 40.9 (258 vekil), CHP 24.7 (132 vekil), MHP 16,2 (80 vekil), HDP 13.4 (80 vekil) ve Saadet Partisi yüzde 2 oy almış. 1 Kasım 2015’teki sonuçlar ise şöyle: AKP 49.3 (317 vekil), CHP 25.4 (134 vekil), MHP 11.9 (40 vekil), HDP 10.7 (59 vekil) ve Saadet Partisi yüzde 0.7.
Aradan sadece dört buçuk ay geçtiği halde aynı partilerin oy oranlarında ciddi oynamalar var. Bunu insanların din, milliyet, kültür gibi değerlerinin değiştiğine yorumlayamayız elbette. Sorumuza dönecek olursak, aynı hayatı paylaşan milyonlarca insan, milyonlarca kadın neden bu kadar farklı partilere oy verir? Ve sadece dört buçuk ayda neden tercihleri bu kadar değişir?

‘ŞAHLANAN TÜRKİYE’DE KADINLARA YER YOK
AKP Kadın Kolları’nın Başkanı Lütfiye Selva Çam diyor ki, “Yerli ve milli, dik duruşa sahip, kendi geleceğini belirleyen Türkiye, artık şahlanmanın eşiğinde. Bunu en iyi bilen ve anlayan da kadınlarımız.” Her seçimde kapı kapı dolaştığı bilinen kadın kollarının 4,5 milyon üyesi olduğu söyleniyor; partinin meclisteki 316 sandalyesinin ise sadece 34’ü kadınlara ait. Önümüzdeki seçimlerde 600 adayının 126’sı kadın ve sadece 4 ilde birinci sırada kadın aday var. Belli ki şahlanmayı en iyi anlayan kadınlar olsa da, Selva Çam’ın “şahlanmanın eşiğinde” olan Türkiyesi’nin yönetiminde kadınlara pek yer yok.

Birçok kadın “daha iyi bir gelecek” ümidiyle AKP’yi iktidara taşıdı, “Güçlü bir Ak Parti, güçlü bir Türkiye” iddiasına inandı, doğrudur. Kendi hayatını, kendi geleceğini güçlenmekte olan bu partiyle özdeşleştirdi, o güçlendikçe güçleneceğine inandı, bu da doğrudur. Sonuç, zayıfladıkça saldırganlaşan bir AKP, battıkça batan bir Türkiye oldu. İşte bu doğrusudur! Ve bu nedenledir ki, AKP seçmeninde bir sessizlik var, ama konuştuğunda da kadınlar konuşuyor, oylarını haram ediyorlar, kapılarda bekliyorlar ki gelen kadın kolları üyesine söyleyecekleri bir çift sözleri var.

AYRIŞTIRAN YALANLAR, BİRLEŞTİREN GERÇEKLER
Yine de ülkenin bekasının iktidarın bekasına bağlı olduğunu düşünen insan sayısı hiç de az değil. Gönül vermese de, içine sinmese de “istikrar” için AKP’ye oy vermesi beklenen önemli bir kesim olduğu söyleniyor. İktidarda kalırsa ekonomik bir istikrar sağlanacağı, zaten ekonomik bir kriz yaşadığımızın doğru olmadığı ilan ediliyor hükümet medyasından. Milyonlarca insana, gözlerinin içine baka baka ödeyemediği kirasının, gırtlağındaki borcun harcın, sürüdüğü boş pazar çantasının, çocuğuna alamadığı okul formasının gerçek olmadığı söyleniyor. Bu yalanlara birazcık karnı tok olanlara, “Evet, Türk lirası çok değer kaybetmiş, bir gecede katbekat yoksullaşmış olabiliriz. Ama bunun sebebi dış güçler” deniyor. Milyonlarca insanın gözü önünde bir gün Rusya’ya bir gün Amerika’ya yaranmaya çalışanlar, Filistin halkına kardeş deyip İsrail’le ticari ve askeri anlaşmalar imzalayarak İsrail’i Filistin karşısında güçlü kılanlar, “dış güçler” ile göz korkutup memleketi kurtarmak için iktidarı kurtarmamızı salık veriyor. Ülke tehdit altında diye veriyor mehteri. Bu da yetmediğinde kendi dışındaki herkesi, ona oy vermeyeni terörist ilan ediyor.

Kadınların kalkınma, istihdam ve siyasete katılım oranını artırdıklarını, şiddetin önüne geçtiklerini iddia ediyorlar. Yani milyonlarca kadına, “Sen ‘performans düşüklüğü’ nedeniyle işten atılmadın, senin işin sigortasız değil aslında” diyorlar. “Senin 40’ından sonra çalışmak zorunda kalman, ikinci el kıyafet için yüz eğip kapı kapı dolaşman, geçinemediğin için kaynananın yanına taşınman, servis parasını ödeyemediğin için çocuğunun arkadaşları önünde servisten indirilmesi… İşte bunlar hiç yaşanmadı” diyorlar. “Senin yediğin dayak, uğradığın taciz, yaşadığın tecavüz gerçek değil” diyorlar. Kadınların yaşadığı gerçeğin yalan olduğunu söylüyorlar. Eğer bu yalanlar tutmazsa bu sefer memleket için fedakarlık istiyorlar, cefakarlık talep ediyorlar. O da yetmediğinde kadınları birbirine düşmanlaştırmaya çalışıyorlar; Türk-Kürt, Alevi-Sünni, dindar-laik ayrımlarını devreye sokuyorlar. Kadınları yalanlarla ayrıştırmaya çalışıyorlar. Acı gerçekler çoğaldıkça üstlerini örtmek için daha çok yalana, daha çok mehter sesine ihtiyaç duyuyorlar. Ama yetmiyor... O gerçekler kadınları birleştirmeye devam ediyor.

DURDURABİLİRİZ, BİZ KAZANABİLİRİZ!
Birleşmemenin bedeli çok ağır çünkü. En basitinden yalnızlık. Bunalım, depresyon ve travmalar yüzünden artan kadın intiharları bunun en can yakan göstergesi. Ama kadın dayanışma derneklerinin olduğu yerde kaç hayat kurtarıldı bu memlekette, yaşayan bilir. Kadın ve çocuk derneklerini kapatan OHAL kaç kadını bunalıma sürüklediyse, kaç çocuk istismarın kucağına itildiyse o kadarının vebali bu iktidarındır.
Birleşmemenin bedeli kaybetmektir. Tacize uğradığın işten çıkarıldığında kimsenin sana arka çıkmaması yüzünden işini kaybetmektir. Geceleyin korkmadan, huzurla sokakta yürüme özgürlüğünü kaybetmektir. Fiilen sıkıyönetim yasakları uygulanan Hakkari’de, Diyarbakır’da, Van’da uygulanan baskılara yanıt vermediğinde barışı kaybetmektir. Kadınların tüm bunları daha fazla kaybetme lüksü kaldı mı?
Birleşmek artık sadece bir ihtiyaç değil, zorunluluk ve sorumluluk kadınlar için. Karşımızda yalanlar üstüne kurulu, tekçi, baskıcı, hem emekçi düşmanı hem de kadın düşmanı bir yönetim kurmak isteyen bir “tek adam” zihniyeti var. Asıl bu gerçeği “en iyi bilen ve anlayan” kadınlar.

16 Nisan Referandumunda Saraydaki koltukları sallayan gizli kahramanlar gençlerle birlikte kadınlardı. Emeğimizin hakkını aramak için greve çıktığımızda destek vermeyen kocalar Kuran’a el bastırıp “Bu partiye oy vereceksin!” diye zorlamasına rağmen korkunun kalelerini titretmeyi başarmışlardı. Şimdi, emeği sömürenlerin ve kadınların eşitliğine inanmayanların kurduğu bu emek ve kadın düşmanı siyasi partiler baskıcı bir yönetim kurmaya çalışıyor ve bizim bunu durdurma sorumluluğumuz var. Birleştiğimiz oranda bunu yapma gücümüz de var.
Koskoca televizyon kanallarını dize getirebilirler, onlar birbirinin göbeğine parayla bağlıdır çünkü. Patronları arkalarına alabilirler, birbirlerinde çıkarları vardır. Kolluk kuvvetleri, YSK’si, evet, emrinin altındadır. Ama milyonlarca kadın bir kez birleşip “hayır” demeye cüret etti mi, mesele Flormar işçisinin kurduğu cümle kadardır: “Onlar işverene bu kadar destek çıkmasalardı patronlar işçiyi bu kadar ezemezdi. Artık Erdoğan’a oy yok!”

Çünkü doğduğundan beri başka iktidar görmemiş çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız!

İlgili haberler
GERSAN’da işçi kadınlarla çay molası: Seçim deyinc...

İşçi kadınlar en çok emeklerinin değersiz görülmesinden, eğitim ve sağlıktan şikayetçi.

Seçim, Geçim ve Rejim

Seçime doğru giderken, geçim her gün daha da yakıcılaşan bir sorun. Ne var ki, bu seçimin tek özgünl...

Av. Hülya Gülbahar'la #KadınlarınSeçimi'ni konuşuy...

Kadın adaylar listelere nasıl yansıdı? Cumhurbaşkanı adayları kadın sorunu için neler söylüyor, nası...