Kanunlar çocuk işçiliğin önüne geçmiyor
MESEM ve derinleşen yoksulluk, çocukları eğitimden koparıp ucuz iş gücüne dönüştürüyor. Devlet politikaları, çocukluğu korumak yerine çocuk işçiliğini meşrulaştırıyor.

İngiltere'de bir iplik fabrikasında, satın alınan ve kaçmalarını engellemek amacıyla zincire bağlı olarak çalıştırılan 4-6 yaş aralığındaki çocuklar; maden ocaklarında çalıştırılan 6-10 yaşlarındaki binlerce çocuk… Kulağa korkunç gelen bu hikâyeler sanayi devrimi ile birlikte hayatın orta yerinde duran en ağır sorunlardandı. Aynı dönemlerde işçi hareketinin yükselmesiyle birlikte; devletler, çocuk olma hakları tamamen ellerinden alınan ve insanlık dışı koşullarda çalıştırılan çocuklar için bazı yasal düzenlemeler getirmek zorunda kaldı. Bu düzenlemeler çalışma yaşı ve çalışma saatlerine yönelik sınırlamalar getiriyordu. 1833 yılında İngiltere’de düzenlenen Fabrika Yasaları ile 9 yaşın altındaki çocukların fabrikalarda çalıştırılması yasaklandı. 9-13 yaş aralığındaki çocukların çalışma saatleri sınırlandırıldı. Yasa ayrıca 13 yaşın altındaki çocukların her gün iki saat ilkokul eğitimi almasını zorunlu kılıyordu.

Aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ dünyada ve Türkiye’de en büyük sorunlardan birisi çocuk işçiliği. İş Kanunu’na göre 15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Bunun istisnası, 14 yaşını doldurup ilköğretimini tamamlamış çocukların hafif işlerde çalıştırılması ve daha küçük çocukların eğitimlerini engellemeyecek şekilde sanat, kültür ve reklam faaliyetlerinde çalıştırılmalarıdır.

Yasaya göre çalışan çocukların haftalık çalışma süreleri yaş ve işin niteliğine göre 30-35 ve 40 saatle sınırlandırılmıştır. Ancak çalışma saatleri ve yaş sınırlamalarına ilişkin düzenlemeler çocuk işçiliği sorununa çözüm olamamıştır. Çünkü ucuz emek gücüne ulaşmak isteyen sermaye bu sınırları aşmanın da yolunu bulmuştur: Çalışmayı, eğitimin bir parçası gibi göstermek.

Son yıllarda ülkede derinleşen en büyük sorunlardan biri olan yoksulluk ile birlikte; birçok çocuk eğitim, sağlıklı yaşam gibi birçok hakka erişemiyor. Giderek derinleşen yoksulluk, eğitimin işlevsizleşmesi, geleceğe dair umutsuzluk, çocukları eğitim hayatından kopararak çocuk işçiliğini körüklüyor. Sadece eğitimden kopan çocuklar değil, eğitimin içinde kalmaya gayret eden çocuk da yine devlet eliyle işçileştiriliyor.

‘Geleceğin ustaları’ bugünün çocuk işçileri

Bu durumun en net örneği “Geleceğin Ustalarını Arıyoruz.” sloganları ile sunulan MESEM projesidir. MESEM, mesleki eğitim veren liseler içerisinde açılan eğitim programıyla, öğrencilerin haftanın 4 günü işyerlerinde çalışması, 1 gün ise okulda teorik eğitim görmesinin planlandığı bir “eğitim” modeli olarak sunulmuştur. Hem diploma hem ustalık belgesi vaadi ile reklamı yapılan MESEM’ler, iş güvenliğinin olmadığı, uzun saatler ağır koşullarda çalışmanın olduğu, sermayeye kuralsız, güvencesiz eleman yetiştirme alanı olmuştur.

1-3 Aralık tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen 'Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi' nde konuşan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin; 2024-2025 eğitim öğretim yılı itibarıyla 1 milyon 536 bin 242 öğrencinin mesleki eğitim kapsamında olduğunu açıkladı. Bu öğrencilerin yanı sıra 408 meslek eğitim merkezinde 420 bin MESEM’li öğrenci olduğunu ve mesleki ve teknik eğitimdeki öğrencilerin oranının toplam öğrenci sayısının yüzde 40'ı olduğunu söyledi. Bu sayıların böyle kalmayacağı da açık. Hükümet, hazırladığı Orta Vadeli Program ile çocuk işçiliğini ortaokul sıralarına kadar indirmeyi, MESEM’leri yaygınlaştırmayı ve nihayetinde çocuk işçiliğini kalıcı hale getirmeyi hedefliyor.

MEB: Çocuklara çalışma hakkı

Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı; İnsan Hakları, Vatandaşlık ve Demokrasi dersinde okutulan kitapta, oyun hakkı, dinlenme hakkı ve eğitim hakkı taleplerini dile getiren çocuk görsellerinin arasına “çalışma hakkı”nın sıkıştırılması da hiç tesadüf değil. Çocukların, çocuk olmalarına dair en temel haklarının dahi ellerinden alındığı sistemde; çocuğun emeğinin gasbedilerek ucuz iş gücü olarak kullanılması hak perdesi ile örtülmeye çalışılıyor.

Bugün, dört kişilik bir ailede herkesin çalışması halinde dahi yoksulluk sınırının aşılamadığı bir tablo var. Derinleşen yoksulluk çocukları çalışma hayatına iten nedenlerden biri olurken sermayenin bitmeyen ucuz iş gücü talebi devam ettikçe çocuk işçiliği son bulmayacaktır.

Başka bir çocukluk mümkün!

Çocukların tüm ihtiyaçlarının karşılandığı, her türden istismarın önlenmesi için devletin seferber olduğu bir sistem mümkün! Bu; sadece hayalimiz değil, geleceğe taşımak istediğimiz deneyimimiz... 1917 Ekim Devrimi sonrası çocukları da ilgilendiren çokça yasal düzenleme geçekleştirildi. Bunlardan Sovyet Aile Hukuku ve Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi’nin hatırlanması önemli.

Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi bugünden 107 yıl önce, 1918 yılında oluşturulan bir belge. Bu bildirge, Ekim Devrimi sonrası çocuk haklarının temel taşı olarak kabul edilir, aile hukuku gibi devletin çocukları koruma sorumluluğunu ifade eder, tüm çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesinde devlete yükümlülük verdi. Bildirge ile çocuk ayrı bir birey olarak tanınır, hiçbir koşulda ebeveynlerinin, toplumun veya devletin mülkiyeti olarak görülemeyeceği belirtildi. Her çocuğa ebeveynlerinin durumundan bağımsız olarak uygun yaşam koşullarının sağlanması hakkı tanındı. Çocukların fiziksel ve zihinsel sağlıklarının korunması öncelik haline getirildi, çocukların sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim hakkı tanındı. Eğitimin tüm çocuklara ve ücretsiz olarak verileceği düzenlendi, ayrıca çocuğun nasıl bir eğitim kurumunda eğitim göreceği konusunda karar verme hakkı tanındı, kendine uymayan eğitimi reddetme hakkı tanındı. Çocuklara kendi yaşamları ile ilgili düzenlemelere katılma hakkı tanındı, yine örgütlenme hakkı vurgulandı. Çocuğa kendisine kötü bir eğitim veriyorlarsa ebeveynlerinden ayrılma hakkı verildi, ailesinden ayrılma hakkı herhangi bir yaşında geçerli olarak tanımlandı, devletin bu durumda çocuğun maddi koşullarının kötüleşmeyeceğini garanti etmesi gerekliliğine yer verildi. Aile, toplum veya devletin çocuğu herhangi bir dinin öğretilmesine veya ritüellerini uygulamaya zorlayamayacağı vurgulanarak dini eğitim özgür iradeye bırakıldı.

Fotoğraf:  Sadie Pfeifer, 122 cm boyunda. 6 aydır çalışıyor. Kasım 1908’de Lancaster Pamuk Fabrikası’nda çalışan birçok küçük çocuktan biri/Fotoğrafçı: Lewis Hin/Fotoğraf Rawpixel


Editörden