Tarihin her sahnesinde: Had bilmez cadılar
Hastanelerden, evlere, iş yerlerimizden, sokağa yaşadığımız, şiddete, eşitsizliğe karşı başka bir yol var diyoruz…

Tarihin karanlık sayfaları kanla yazılı. “Had bilmez” kadınların, siyasal erke karşı çıkan boyun eğmeyenleri yaftalayacak bir “terörist” sıfatı henüz icat edilmemişken açlık ve sefaletle başa çıkmak için hırsızlık yapan ya da kilisenin zenginliğine düşman olup malına zarar veren kadınların toplu olarak avlanıp, meydanlarda yakıldığı kanlı bir kara tarih var örneğin. Bu kanlı tarihin sömürü düzeniyle de doğrudan bağı var üstelik. Bu bağın izini 16. ve 17. yüzyıllarda kapitalizmin sermaye birikiminin başlangıç tarihinde gerçekleşen ve 200 binle 5 milyon arasında kadının öldürüldüğü cadı avlarında buluyoruz. Silvia Federici, “Caliban ve Cadı” adlı kitabında “cadı hoş görmedikleri genel kadın davranışlarını ortadan kaldırmakla ilgilendiklerini” söylüyor. Cadı avının kadınlar ile erkekler arasındaki ayrımı ve eşitsizliği derinleştirdiğini, kadınları ötekileştirerek kapitalist iş disipliniyle uyumsuz tüm yaşam biçimlerini yok etmeyi hedeflediğini ileri sürüyor.

Bu “had bilmezlikleri” ilk önce delilik, daha sonra cadılık suçlamalarıyla cezalandırılacak ve nihayetinde cadı düşmanlığının başlangıcı sayılan bir toplu katliamla taçlandırdı bu düzen. Katolik Kilisesinin kalıplarına uymayan bir hayat süren kadınlar akıl almaz işkencelerden geçirildi. İsyan ruhu mayalanırken toplumu gerici bir şekilde dönüştürme çabasında olan her iktidarın başvurduğu bir yöntem oldu cadı avı. Gün geldi, “vatan hainliği”, “terörizm” sıfatlarını alarak aynı işlevi görmeye devam etti.

Kadınların önde olduğu her işçi direnişinde, kadınlar sesini her yükselttiğinde yeniden hortlayan bir etiket oldu cadılık. Bugün nafaka hakkına saldıranlara karşı ses çıkaran kadınlar “toplumu kin ve nefrete teşvik etmek” suretiyle, bugün şarkı söyleyerek kendini var eden kadınlar “toplum değerlerine ve kutsal aileye ters hareket etmekten” hedef gösteriliyor. Cadı avları ile toplum içinde ayrıştırma ve kutuplaştırmayı derinleştirecek nifak tohumlarını dikiyor her fırsatta egemenler. Ancak, dergi kapağımızdaki gibi tüm bu pisliği kadınlar olarak hep birlikte tarih sayfasından süpürmemiz mümkün!

***

Tarih boyunca hiçbir toplumsal mücadelenin dışında kalmayan emekçi kadınlar 19. yüzyıl ortalarından itibaren sanayileşmenin geliştiği her yerde, kapitalist sömürü düzenine karşı çetin mücadeleler verirken örgütlü sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline geldiler.
Yıl 1857, Amerika'nın New York kentinde bir dokuma fabrikasında çalışan kadın işçiler çalışma saatlerinin uzun olmasından usanmışlardı. Kadın işçilerin en büyük isteği günlük çalışma süresini 16 saatten 10 saate indirmekti. Kadın işçiler bu amaçla büyük bir grev mücadelesi başlattılar. Bu eylem o güne kadar görülmüş en büyük kadın eylemiydi. İşçi kadınlar tarih yazmaya girişmişlerdi. Bu kadınlar ücretlerinin yükseltilmesini de istiyorlardı, erkeklerle aynı işi yapsalar da onlardan çok daha düşük ücret almak artık canlarına yetmişti. Polis ve patron el ele verdiler. Polis işçilere saldırdı, patron kadın işçileri fabrikaya kilitledi. Kadın işçilerin eylemi sürerken fabrikada yangın çıktı. 129 kadın işçi kapılar kilitli olduğu için yanarak can verdi. Bu olay 8 Mart günü gerçekleşmişti, emekçi kadınlar o günü hiç unutmadılar. İş gününün kısaltılması mücadelesini sürdürerek erkek işçilerle beraber bu mücadeleyi zafere taşıdılar. 1910 yılında mücadeleci sosyalist kadınlar Almanya’da bir konferansta bir araya geldiler; o gün, bu kadınlardan biri olan Clara Zetkin New Yorklu tekstil işçisi kadınların anısına 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını ve kadın işçilerin mücadele günü olmasını önerdi. Konferanstaki kadınlar bu öneriyi coşkuyla karşıladılar, böylece 8 Mart tarihi Emekçi Kadınlar Günü işçi sınıfının mücadele sürecinin bir ürünü olarak simgeleşti. 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1911'de dönemin çeşitli sanayileşmiş ülkelerinde kadın ve erkek işçilerin kitlesel katılımı ile kutlandı.

Bugün hâlâ fabrikada ağır çalışma koşullarına, uzun ve yoğun çalışma saatlerine, baskıya, işsizlikle tehdit edilmeye, tacize, şiddete mecbur bırakıldığımız, en temel ihtiyaçların bile karşılanamaz hale geldiği bu memleket ortamında yükselen her ses bir “cadı avı” nihayetiyle bastırılmaya çalışılıyor. Ancak bu düzenin çizdiği sınırlar içinde yaşamını sürdürmeye çalışmak istemeyen kadınların sesleri dergimizin sayfalarından yükselmeye devam ediyor! Patron ve iktidarların kol kola girdiği, birbirinin çıkarını gözettiği, işçinin halini göz ardı ettiği bu düzenin bize yalnızca yokluk getirdiğini bilerek cadı avlarına karşı ses vermeye devam ediyor kadınlar…

Farplas’tan, Oppo’dan, farklı işkollarından yaşadıkları sömürüyü faş eden kadınlar, birbirlerinin yankısı oluyor. Şiddetin toplumu hizaya çekmenin bir aracına dönüştüğünü kendi yaşamlarından ortaya seren kadınlar, şimdi de nafaka hakkının gaspı ile nasıl hizaya çekilmek istendiklerini gösteriyor. Hastanelerden, evlere, iş yerlerimizden, sokağa yaşadığımız, şiddete, eşitsizliğe karşı başka bir yol var diyoruz… Bu yolu birlikte arşınlayalım, çünkü efendiler ve hizmetkârlar var olduğu sürece... Hiçbir şey yolunda gitmeyecek!

Görsel: Wikimedia Commons

İlgili haberler
İsviçre tarihinin karanlık sayfası cadıların yakıl...

Avrupa'da kadınlar artık meydanlarda, diğer kadınlara ibret olsun, başkaldırıya yeltenmesinler diye...

Gazeteci Sedef Kabaş'ın tutuklanmasına basın örgüt...

Gazeteci meslek örgütleri, Gazeteci Sedef Kabaş'ın tutuklanmasına tepki gösterdi.

Yeniden üretim ve Ari Venüs

Kadınların faşizmde doğurganlığa hapsedilerek, ‘milletin yeniden üretilmesinde’ nesne haline getiril...