
Artık yalnızca kürsülerden değil; stadyumlardan, reklamlardan, sokak panolarından aynı buyurgan ses yükseliyor: “Doğurun!”
Doğurun ama yaşatacak bir hayat sunulmasın. Doğurun ama doğurduğunuz çocuk yoksulluğa, güvencesizliğe, geleceksizliğe mahkum olsun. Çünkü burada doğum, bir hak değil; bir görev, bir sorumluluk, milli vazife olarak sunuluyor.
Bir yanda doğurganlık oranlarındaki düşüş karşısında telaşla geliştirilen teşvik politikaları, diğer yanda derinleşen çocuk yoksulluğu. Bir yanda anneliğin kutsanması, diğer yanda şiddet, kadın cinayetleri. Bugün ülkede kadınlar çalışmak istese iş bulamıyor, evlense geçinemiyor, doğursa doyuramıyor, boşanmak istese öldürülüyor. Kreş yok, sığınma evi yok, destek mekanizmaları yok… Çocuklara okullarda bir öğün ücretsiz yemek bile çok görülüyor. Ama hâlâ ısrarla deniyor ki: “Doğurun; doğurmazsanız aile bile olamazsınız.”
Türkiye’de üreme politikaları, uzun süredir kadın bedeni üzerinde kurulan iktidarın somut bir tezahürüne dönüşmüş durumda. Fiili kürtaj yasağıyla başlayan süreç, bugün sezaryen karşıtı kampanyalarla ve özel tıp merkezlerinde planlı sezaryen uygulamasına getirilen yasaklarla devam ediyor. Oysa doğum, kadının hayatını doğrudan etkileyen, kimi zaman hayati riskler barındıran tıbbi bir süreç. Sezaryen ise birçok durumda hem annenin hem bebeğin hayatını kurtaran bir müdahale. Ancak bu yöntem itibarsızlaştırılarak kadınların sağlık hizmetine erişimi sınırlandırılıyor. Kadınlar tam anlamıyla canlarının derdindeyken devlet onları doğurmadıkları, istedikleri biçimde doğurmadıkları ya da yeterince doğurmadıkları için suçlamayı tercih ediyor.
“Sağlık Bakanı, kadınları doğurmaya teşvik etmekten önce, doğmuş çocukların yaşamlarını güvence altına almakla yükümlüdür” diyor kadınlar. Özel hastanelerin yenidoğan servislerinde üç kuruş için canına kastedilen bebekler, 6 Şubat depreminde göçük altında kalan çocuklar, Grand Kartal Hotel yangınında can verenler, sadece Nisan ayının ilk 15 gününde iş cinayetlerinde ölen çocuk işçiler hatırlatılıyor ve haklı olarak soruluyor: Peki çocuklarını böyle önlenebilir nedenlerle kaybedenlere ne denir?
'AİLE YILI' TÜM EMEKÇİLERE YÖNELEN BİR SALDIRI PLANI
AKP döneminde doğurganlığa yönelik politikalar, muhafazakar aile ideolojisinin ve neoliberal ekonomik saldırıların kesişiminde şekillendi. Hem esnek, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalıştırılacak, hem ev içi angaryayı bütün yüküyle sesi çıkmadan omuzlayacak, hem de yeni işçi kuşaklarını doğurup büyütecek kadın nüfusu, “dinamik nüfus yapısının ve kalkınmanın istikrarlı bir biçimde sürdürülmesini” temin edecek güç olarak görüldü. Bu kapsamda kadınlara “en az üç çocuk” doğurmaları salık verilirken devlet kendi üstüne düşen sorumluluğu emekçi ailelerin üstüne giderek daha çok yıktı. Kreş hakkı, doğum izni, çocuk bakım desteği gibi temel haklar geliştirilmek bir yana dursun- tırpanlanırken, kadınlar muhafazakar değerlerin kuşatmasıyla anneliğe razı edilmek istendi. Kadının toplumsal varlığı annelik kimliğiyle tanımlanırken bireysel tercihler, yaşam biçimleri ve ihtiyaçlar yok sayıldı.
Gelinen noktada hesaplar tutmadı, doğum oranları düştükçe düştü. Emekçilerin mevcut yaşam koşulları, bırakın çok çocuk sahibi olmayı, temel ihtiyaçlarını karşılamayı bile imkansız hale getirdi. Yüksek enflasyon, artan kiralar ve gıda fiyatları, “Allah rızkını verir” temennisini gölgede bıraktı. Kürtajın devlet hastanelerinde süregelen fiili yasağı ve doğum kontrolüne erişimin zorlaştırılması da bu düşüşe engel olamadı. İktidar böylece “aile yılı” çıkarmasına hazırlandı.
2025 yılı, iktidar tarafından "aile yılı" ilan edildi ve bu kapsamda devletin tüm kurumları aileyi “koruma”, “güçlendirme” ve “milli ve manevi değerlere sahip çıkma” temaları etrafında seferber edildi. LGBTİ’ler hedef alınarak ailenin heteroseksist temelde yeniden tanımlanmasına girişilirken; evlilik, doğum, sezaryen tartışmaları kamu spotlarından futbol stadyumlarına uzandı. “Aile yılı” kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik baskıcı politikalardan başlayarak, tüm emekçilere yönelik bir saldırı planı olarak hazırlandı. Sermayenin ucuz, esnek, güvencesiz işgücü açlığı, genç ve dinamik yeni işçi kuşaklarının yaratımı için zorunlu üreme faaliyetini de iktidarın öncelikli gündemlerinden biri haline getirdi.
Muhafazakar aile politikaları, bu sınıfsal saldırının ideolojik zemini olarak işlev görmeye devam ediyor. Yalnızca kadınları değil, erkekleri de sermayenin belirlediği rollere hapsetme arzusunu ise geçmişe nazaran daha belirgin örneklerle ortaya koyuyor. Geçmişten bu yana “iş ve aile yaşamını uyumlaştırma” adı altında kadınlara dayatılmak istenen düşük ücretli, esnek, güvencesiz çalışma biçimleri artık ekonomi programlarıyla işçi sınıfının tümüne yönelen bir saldırıya dönüşüyor. Yüzlerce erkeğin yer aldığı futbol maçlarında açılan sezaryen karşıtı pankartları, Sağlık Bakanının “Çocuğunuz yoksa aile değilsiniz, karı-kocasınız.” söylemlerini de sermayenin bu topyekun saldırısı bağlamında değerlendirmek gerekiyor. İktidar erkeklere de rollerini hatırlatıyor. “Aile yılı”, kadın ve erkek emekçileri, sermayenin ihtiyaçlarına göre “hizaya” getirmenin aracına dönüşüyor.
KADINLARA VAAT EDEBİLECEKLERİ HİÇBİR ŞEY KALMADI
Bugünün doğum politikaları kadınlar için doğurmaya zorlanma ya da doğurunca zorlanacağı koşulları inşa ediyor. Kadınlar, ekonomik çaresizlikle, ideolojik kuşatmayla ve tıbbi kısıtlamalarla adeta kıskaca alınıyor. Kadınlara yönelen bu çok katmanlı saldırı, aynı zamanda emek gücünün yeniden üretiminin güvence altına alınması ve sınıfsal tahakkümün devamı anlamına geliyor. Kadınların doğurma ya da doğurmama hakkını hedef alan; ancak doğan hayatı yaşatacak en temel sorumluluklardan bile kaçınan bu iktidarın, kadınlara vaat edebileceği hiçbir şey kalmadı.
Kadınlar bunun farkında, yükselen tepkiler, büyüyen öfke boşuna değil.
Görsel: Yapay zeka ile oluşturuldu
İlgili haberler
‘Doğur’ demekle olmuyor
Kadın doğum uzmanları kadar alanda aktif çalışan ebelerin sayısı da yetersiz. Bir yılı aşkın süredir...
Aile yılının dört aylık bilançosu
Aile yılının iktidar açısından en temel başlıkları ise nüfus politikaları ve kadınların esnek çalışm...
Bir anne olarak anlatıyorum: Yaşadıklarımız ‘norma...
‘Bırakın kaç çocuk yapacağımıza karar vermeyi, önce doğurduğumuz çocuklara sahip çıkın. Eşit, sağlık...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.