Gönüllülük perdesi altında gizlenen sömürü
KADER'de yaşadıkları hak kayıplarına karşı ses çıkaran kadınlardan Roza Kahya'nın iş akdi, yönetimce feshedildi. Kahya, 'Yaşadığım sorunları kamusal alana taşıdığım için işten çıkartıldım' dedi.

6 Mart günü, Sosyal-İş Sendikası’nın Kadın Adayları Destekleme Derneği önünde yaptığı basın açıklamasında KADER’de çalışan kadınların yaşadığı hak kayıpları gündem edilmişti, KADER yönetiminin sendika ile görüşme yapması talep edilmişti. Görüşme talebine dair herhangi bir gelişme olmazken, Sosyal-İş Sendikası’nda örgütlü olan Roza Kahya’nın iş akdi feshedildi. Kahya süreci, “Sendikalı olduğum ve iş yerinde yaşadığım sorunları kamusal alana açtığım için işten çıkartıldım” diyerek değerlendirdi. Kahya, KADER’deki çalışma koşullarını ve yaşanan süreci Ekmek ve Gül’e anlattı.

Çalışma koşullarını bize özetleyebilir misiniz?

Devletin sınırladığı bir çalışma saati var. 45 saatin üzerinde çalıştıramazsın çalışanını. İş yerleri de düzenini buna göre ayarlıyor. KADER de böyle ayarlamış bütün düzenini: bir saatlik öğle arası ve günde iki kere 15 dakikalık molalar. Böyle baktığınızda her şey yasalara uygun görünüyor. Ama günün sonunda öyle olmuyor. Hele ki İstanbul gibi bir şehirde yaşadığınızda... Bir diğer taraftan öğle tatili ve mola saatlerini 8 saatten ayırarak masaya koymak tam anlamıyla sermayedar aklının kendisi. Zaten devletin işçilerin çalıştırılma koşullarına dair yaptığı yasaların tümüne diyoruz ki işçi düşmanı yasa bunlar. Bu şekilde çalışılamaz, bu şekilde çalıştırılmamalı kimse. Bu yüzden birçok sivil toplum kuruluşu, çalışma saatlerini 40, 35, 30 gibi saatler arasında ya da hibrit sistem kullanarak düzenliyor. Ama KADER’de, yıllardır bu iş böyle olmuyormuş ben de çalışınca öğrendim.

Yurt dışından destek aldığımız bir projede çalışmaya başladım. Projenin kalanı için İstanbul’a döndüğümüzde her gün mesaiye kalıyorduk. Dahası neden mesaiye kaldığımızı bilmiyorduk. Diğer kadın STK’larıyla görüştüğümüzde, proje başlangıç ve bitimlerinde yönetim ile çalışanların şeffaf ve ortak bir süreç yürüttüklerini bize anlattılar. Burada yönetim kuruluyla aranda dağlar kadar bir mesafe var. Bizim önümüze gelen iki kişi vardı, işveren Nuray Karaoğlu ve yönetim kurulu üyesi Yasemin Öz. Belli zamanlarda avukat da geliyordu, avukat aracılığıyla alttan alta küçük tehditlerle “Kendinize gelin, bizim istediğimiz gibi çalışın” gibi imalarda bulundukları bir süreç işliyordu.

Ocak ayı yaklaşırken ücretlerimiz nasıl olacak gibi düşüncelerle, çalışanlar olarak şunu söylemeye başladık; “Mesaiye kalıyoruz, o halde mesai ücretlerimizi verin.” Bunun üzerine bize mesai ücreti diye bir şey olmadığını, kimseyi de zorla mesaiye tutmadıklarını, mesaiye kalacaksak kendilerinden izin almamız gerektiği söylendi.

SİGARA İÇİLEN ZAMAN MESAİYE EKLENİYOR

Yemeği ofiste yiyoruz. O sırada bile sizi arayabiliyorlar. Öğle arasında olduğunun farkında ama arayıp “Bu iş acil, işini yap ondan sonra ye” diyebiliyorlar. Kahve ve sigara molalarında da belli saat aralıklarını dayatıyorlar. İş yerindeki yemekler de sürekli aynı yemekler, yoğurdun öğün sayıldığı bir yemek menümüz var. Tüm bunlar devam ederken özellikle mesai kısmını söyledikten sonra çalışanlara yönelik mobbing arttı.

Yasemin Öz ile konuşarak burada bir şeylerin normal gitmediğini, feminist ilişkiler kurduğunu iddia eden bir örgütün, çalışanı olan kadınlarla kurduğu ilişkide sorunlar olduğunu belirttim. Bunu belirtmemdeki en büyük etken kamera hikayesinin başlaması oldu. Zaten kameralar vardı ofiste ancak çalışmıyordu, onları çalıştırdılar. Kendi metinlerinde de güvenlik gerekçesiyle balkona kamera taktırdıkları yazıyordu. Güvenlikse amaç, balkonun dışına bakar şekilde kurarsın kamerayı ama kamera doğrudan bizim mola yaptığımız yeri görüyordu. Mola zamanlarımızı izliyorlardı. Kaç dakika molada kalıyoruz, kaç sigara içiyoruz, ne kadar kahve, çay tüketiyoruz... Basit bir örnek vereceğim. Sabah 10.30’da Türk kahvesi molası var. Filtre kahve içsem olur mu dediğimde “Nuray Hanıma sormamız lazım” diye cevap alıyorum. Ofisin içindeki tüketim malzemelerinin takibini yapan bir işveren var. Dahası ben balkona çıkıp sigara içtiğimde Nuray Karaoğlu tarafından mesaj atıldı bana, “Mesai saatinde sigara içiyorsun, sigara içme zamanı değil” diye. Beni mi izliyorsunuz diye sorduğumda kamera kayıtlarının geldiğini ifade etti.

Bütün çalışanlara dönüp, “Kaç tane sigara içiyorsun” sorusunu sormaya kadar geldi iş. “Senin sigara içme süren 40 dakika ise 10 dakika fazla mola kullanıyorsun. O zaman işten 10 dakika geç çık” diyecek duruma geldiler.

Ardından bize, “Fon kuruluşu bizden performansınızın ölçümünü istiyor, biz bunu zaten daha önce de yapıyorduk. O yüzden bundan sonra yaptığınız işlerin saatlerini yazın” denildi. Kahve molalarında ne kadar kaldığımızı hesaplamak için molalarda imza atmamız istendi. Bunu kabul etmediğimizi söyledik. Kafa emeğini nasıl ölçeceğiz, bir yazıyı yazarken kaç saat düşündüğümü de mi iş olarak yazacağım oraya? Derdimizi anlatmaya çalıştık ama bunun inatla fon kuruluşunun isteği olduğunu anlattılar. Nuray Karaoğlu ile defalarca görüşmek istediğimizi söyledik bize hiçbir şekilde dönüş yapmadı. Biz de şeffaf-feminist bir ilişkilenme kuramıyoruz deyip sendikalı olmaya ve sendikal haklar kapsamında bu süreci yürütmeye karar verdik.

‘AYLARDIR BAŞKA BİR DERNEKTE Mİ ÇALIŞIYORUZ’

Sendikanın görüşme talebine başlangıçta olumlu yaklaşsalar da sonrasında vazgeçtiler. Sendikanın telefonlarını açmamaya başladılar 2 hafta boyunca. Sonrasında bizi personel toplantısına çağırdılar. Aylarca kendilerine ulaşmaya çalışmamıza rağmen sendika işin içine girince toplantı ayarlandı. “Sendikaya ne gerek var kendi aramızda çözelim”e getirmeye çalıştılar işi. Keza sendikaya bu şekilde iletilmemiş olsa da toplantılarda bize sendikanın yetkili olmadığı ve görüşmek zorunda olmadıklarını ifade ettiler

Toplantıda taleplerimizi, ücretlerimize devletin yaptığı oranda zam istediğimizi söyledik. Bunun mümkün olmadığını, fonda öyle bir bütçe olmadığını söylediler. “Yol ve yemek zaten bütçe kalemlerimizde olan bir şey değil. Buradaki yemekten memnun değilseniz yemezsiniz, biz de yemek ücreti vermeyiz” dediler. Mesai saatlerine dair konuştuğumuzda “Hayır işlerin yetişmesi mümkün değil” dediler. Çalışma saatlerine dair diğer STK’ları örnek gösterdik, “Ama bizim gündüz işlerimiz çok oluyor. Öğleden sonra ancak derneğe gelebiliyoruz, sizinle o zaman çalışabiliyoruz” diye yanıt verdiler. Kendilerinin derneğe gelebildiği zaman üzerinden, “Aslında iş yok ama her an iş verebilirim” mantığıyla bizi orada tutuyorlar.

8 Mart’ın bir kadın örgütünde tatil olması gerektiğini belirttik. Regl izinlerimizi pazartesi ve cuma kullanamıyoruz hafta sonuyla birleştiği için. Bunun kaldırılmasını istedik, regl olduğun günü sen belirlemiyorsun sonuçta. Bu iki talebin olumlu olduğunu ve bunları yönetime taşıyacaklarını söylediler. Öğle arasında dışarı çıkacağımızı; hafta sonları, molalarımızda, mesai dışında kesinlikle aranmak istemediğimizi söyledik. Telefonu açmadığınızda da azar işitiyorduk. Ona da “Öğle saatlerinize karışmıyorduk nereden çıkardınız” dediler. Sanki biz aylardır başka bir dernekte çalışıyormuşuz gibi... Onun dışında hiçbir talebimizi kabul edemeyeceklerini, böyle bir bütçelerinin olmadığını söylediler. Kısacası “Anlaşmıyorsanız kapı orada” demeye getirdiler. Biz de sendikamızla görüşüp onlara geri döneceğimizi söyledik. İş yerine de bir mail yazdık, taleplerimizin güncelliğini koruduğuna dair. Dayatmalarını da kabul etmediğimizi belirttik. Bir süre sonra bu süreci kadın hareketine ve feminist harekete yayıp sendika ile eylem örgütlemeye karar verdik.

KADER’in sizin eylemlilik sürecinize dair sosyal medyada yaptığı açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu eylem duyulduğunda bile sendikayla oturup sorunların çözülme sürecinin başlaması bekleniyordu. Herkese verdikleri imaj da çalışanları işten çıkarmayacakları, bunu barışçıl bir şekilde çözeceklerine yönelikti. Eylem yapıldıktan sonra, benim adımı hedef göstererek bir metin yayınladılar. Bizim için bu bir sorun değildi çünkü biz çalışanlar olarak ne yaşadıysak birlikte yaşadık. Kötü olan şey benim onların adını vermemle onların benim adımı vermesini denk görmeleri. Ben işverenlerin yaptıklarını anlattım, onlar bir işçiyi teşhir etti. Ortada bir hiyerarşik ilişki biçimi var. Derdimiz de kurumu teşhir etmek değildi zaten, kurumu bu şekilde yönetenlere dikkat çekmekti. Sonuçta KADER’i Şirin Tekeliler kendi kaynaklarıyla kurdu, uzun süre yürüttü. Dernek birçok kadına değdi, kısıtlı da olsa değmeye devam ediyor. Ama KADER’in adının bu şekilde anılmasına izin veren en büyük etken bu şahıslardı, burayı bir kadın örgütünden çıkartıp, özel bir şirket gibi işletenler.

BU NASIL ARKADAŞLIK?

Yemeklerin iyileştirilmesini ya da yemek ücreti istemek şımarıklık olarak algılandı. Günde 9.5 saatimi geçirdiğim bir ofiste, iyi bir yemek yemek hakkım. Örneğin çalışan abla olmadığında bize verilen ücret, 187 lira. Öyle olunca yemeğe uygun bir bütçe ya da iş yerinde çıkan yemeğin çeşitlenmesini istiyorsun. Gönüllü çalıştıklarını iddia edenler 500 liralık yemek söylüyor. E nerede kaldı eşitlik, nerede kaldı kadınlar arası dayanışma? Her söylediğimiz talebin kendisine de kişisel deniyor. Bu talepler dünyanın dört bir yanındaki işçilerin ortak talebi. Biz derdimizi anlatıyoruz, “Biz işveren miyiz?” diyor. “Evet” diyoruz, “Olur mu biz arkadaşız” diyor. E biz arkadaşsak ben 187 liraya yemek yerken sen nasıl 500 liraya yemek yiyorsun? Ben böyle bir arkadaşlık ilişkisi görmedim.

Bizim böyle bir fon paramız yok da diyemezler. Çünkü fonu biz de biliyoruz. Fon kuruluşlarının ayırdığı kalemler var. Bunu itiraf edemeyip olayı personel arası kavgaya çekiyor. Ama yemek sorunun kendisi personelle aramızdaki değil işverenle aramızdaki problem. Hem yemek yapan kadını sömürüyorlar saatlerce, ona stres yaratıyorlar hem düzgün yiyebileceğimiz yemek çıkartmıyorlar. En son kendileri dediler “Kendiniz bir yemek listesi çıkartın” diye. Gönderdik, dönüş olmadı.

İşten çıkartılma süreciniz nasıl gerçekleşti?

8 Mart’tan bir gün önce, bütün gün beni çalıştırıp mesai sonunda iş akdime son verdiklerini söylediler. O bile tuhaf. Birini işten çıkartacaksan tüm gün çalıştırma. Orada bile sonuna kadar sömürmek üzere davrandılar. Kendileriyle de konuşurken iş akdimi feshetme nedenlerinin yalan olduğunu söyledim. Buna karşılık aldığım cevap da “Sen bizi her yerde ifşa ettin, görmedik mi sanıyorsun? Bizim seninle çalışma koşulumuz kalmadı” oldu. İşten çıkarma gerekçesi olarak, mazeretsiz devamsızlık gösterdiler ama raporlarımı saymamışlar, kabul etmemişler. Halbuki işverenin izin verdiği sürece izinli oluyorsun, orada yazışmalar da var. Cuma günü maaşları yatırdıklarında, o raporları saymadıkları için maaşımı da eksik yatırdıklarını gördüm.

Ben sendikalı olduğum ve iş yerinde yaşadığım sorunları kamusal alana açtığım için işten çıkartıldım. Hukuksal süreç devam edecek elbette ama başka yönleriyle de bakmamız gerekiyor duruma. Maalesef bu süreçte KADER’in kuruluş amacından bambaşka yere saptığını ve kadın hareketinden uzaklaştığını gördük. STK’lardaki bu emek sömürüsü, -ki çok görünmeyen bir emek sömürüsü bu- gönüllülük adı altında yapılıyor. Bir sürü iş var, uzun mesailer normal, size duygusal olarak da baskı kuruyorlar, “Senin yaptığın normal bir iş değil, sen yararlı bir iş yapıyorsun” hikayesiyle. Tam bu noktada karşımızdakilerin işveren, bizim de işçi olduğumuz gerçeğini ortaya çıkarabildiğimiz alanları ve daha şeffaf ilişkilenmeleri kurmamız gerekiyor.

Peki, kadın mücadelesinin STK’larda yaşanan bu gibi durumlara karşı tutumu ve mücadelesi nasıl olmalı?

Türkiye’de birçok sorun var. Ülkede günde en az 3 kadın öldürülüyor, LGBTİ+’lerin adı bile geçirilmiyor. Neoliberal sistemin tam da en sevdiği şey. “Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi ilan edip, fon verelim. Ülkede yararlı bir şey yapalım, devlete de destek olalım” hikayesinde sana para veriyor. Dernek kurdurtuyor ya da var olanlara teşvik veriyor. Aslında bir sömürü alanı yaratmış oluyor. Türkiye’de STK’cılık dediğimiz şey, bu noktaya kadar geliyor. Şunu göz ardı edemeyiz, hala gerçekten hak savunucusu olan dernekler var. Bunlar bizim için de önemli çünkü devlet üzerine düşeni yapmadığı zaman bu kurumlar sorumluluk alıyor. Bir yandan da iyi niyetle yola çıkan ve süreç içinde değişen kurumlar var. Bu da fonlarla ilgili. AB ve Birleşmiş Milletlerle çalışmak, büyük paralarla çalışmak demek. Bu olunca da eşitler arası ilişki kırılıyor. Çünkü dünya kadar para geliyor ve işçi onu bilirse neden kendisinin bu kadar para almadığını sorgulayacak. O şeffaflık da gitgide yok oluyor. Yapılan iş sırf o fonları alabilmek için proje yazmaya dönüşüyor. Bunlar sessizce tüm STK çalışanları tarafından biliniyor. Ama maalesef karşısında örgütlenme alanı henüz oluşmadı. STK çalışanlarının yaşadıkları sorunları kamuya yaydığı yerler var ama hiçbir zaman örgütlü ve toplu bir mücadele olmamış.

Bütün STK çalışanlarının sendikalı olması ve STK’ların sendikalar ve toplumsal muhalefet tarafından da denetlenmesi önemli. Toplumsal hareketlerin en azından STK’ları denetleyebileceği alanlar açılmalı ki bir dönüşüm olduğunda “hayır” denilebilsin.

KADER'DEN 'ZORUNLU KAMUOYU AÇIKLAMASI'
6 Mart'ta KADER önünde gerçekleştirilen açıklama sonrası KADER sosyal medya hesabından bir açıklama yayınladı. Açıklamada, alınan personel toplantısında çalışanlara taleplerin hangilerinin gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığına dair şeffaf bir şekilde bilgi verildiği ifade edilirken, sendika ile iletişimin sürdüğü süreçte, yapılan basın açıklamasının KADER'den habersiz bir biçimde gerçekleştirildiği belirtildi. Ayrıca açıklamada, Sosyal-İş'in ve çalışanların basın açıklamasında ifade ettiği; öğle arasında dışarı çıkamamak, molalardaki kısıtlamalar ve fazla mesai iddiaların doğru olmadığı dile getirildi.

Fotoğraf: Roza Kahya/ Kişisel arşiv

İlgili haberler
Kadınlar sendikalaşma hakkı, insanca çalışma koşul...

DİSK’e bağlı Sosyal İş Sendikası, Kadın Adayları Destekleme Derneği’nde (KADER) çalışan kadınlara yö...

KCDP Derneği kapatma Davası| Arkamızda kadın mücad...

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneğine açılan kapatma davası Çağlayan Adliyesinde başl...

Özel sektör öğretmenlerinden şemsiyeli saldırıya ş...

Kandilli Koleji Patronu İsmail Şilan’ın sendikalı bir öğretmene şemsiyeyle saldırması kolej önünde p...