Kimsenin burnunun kanamaması gereken olaylarda ölüyoruz
Deprem bölgesinde olan ülkede sürekli deprem korkusuyla yaşıyoruz. Karadan gitsek çığ düşüyor, havadan gitsek uçak parçalanıyor, dışarı çıkmaya korkar olduk. Adına da ‘uğursuzluk’ diyorlar...

Bu hafta bir türlü bir şeyler yazmayı başaramadım. Hafta içi gelen üst üste felaket haberleri, boğazımda bir yumru ile oturmama neden oldu. Suskunluk, konuşmak istememek, söylenecek sözlerin anlamsızlığı daha birçok şey yaşadım kendi kendime.

Elazığ depreminin acısı, ülkenin dört bir yanının sallandığı, korku içinde Marmara depreminin beklendiği günlerde uçağa binmenin, kış günü karayolu ile yolculuk yapmanın, bir inşaatta çalışmanın bedelinin ölüm olduğunu gördük hep birlikte.

Normal koşullarda kimsenin burnunun kanamaması gereken olaylar bu topraklarda ölüm anlamına geliyor. Deprem bölgesinde olan bir ülkede buna göre önlem alınır ve insanlar sağlam binalarda yaşadığının güveni ile günlük hayatını sürdürür. Bizde böyle değil ama büyük bir korku ile bekliyoruz o büyük depremi, ne oturduğumuz binaya, ne alındı denen önlemlere, ne toplanma merkezlerine, ne kurtarma önlemlerine güvenebiliyoruz.

Somut örneği Van Bahçesaray değil mi? Çığ altında kalanları kurtarmaya giden ekibin çığ altında kalmış olmasının bilimsel izahı nedir gerçekten? Hâlâ kar altında insanlar, ölü sayısı da giderek artırıyor. Kabus gibi hakikaten.

DIŞARI DA MI ÇIKMAYALIM?
Uçak kazasına ne demeli peki? Her birimizin yapacağı rutin bir İzmir-İstanbul yolculuğu nasıl uçağın parçalanması ile sonuçlanır? İniş izni veren kuleden, iniş yapmak durumunda kaldığı söylenen kaptanlara, pistin ve Sabiha Gökçen Havalimanın sorunlarına kadar kime soracağız bunun hesabını? Hayatını kaybeden üç kişi, yaralanan yüzlerce yolcu ve uçağa binmek konusunda korkular yaşayan bütün bir ülke halkına kim hesap verecek?

Trene binmek, uçak yolculuğu yapmak, karayolu ile bir yerlere gitmek… Bunların hepsi çok tehlikeli işte bu ülkede. Peki ne yapacağız biz? Nasıl sürdüreceğiz hayatımızı? Kapı dışarı çıkmayacak mıyız?

Bilim, aklın yok edilmesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Doğaya aykırı yapılan her bir işin faturası karşımızdaki. Uçak kazasına neden olan ters rüzgar, karayoluna düşen çığ, büyük korkumuz deprem aslında doğanın ta kendisi. Bu gerçek yaşamımızın olağan parçası olmalı sadece.

Ama öyle değil. Bilim insanlarının inatla yapmayın dediği İstanbul Havalimanı’na gitmemek için Sabiha Gökçen Havalimanının yoğunluğunun arttığı kocaman bir veri olarak duruyor karşımızda. Korkuyoruz çünkü o havalimanına gitmeye.

BUNUN ADI UĞURSUZLUK DEĞİL, KADER DEĞİL BİLİME AYKIRILIK
Deprem gerçeği bu kadar yakın ve dibimizde iken depreme dayanıklı olmayan konutlar, depreme hiç hazır olmayan şehirler bu iktidarın eseri. Yoksa neden korkalım ki, bu coğrafyanın gerçeği olan depremden.

Bilim insanlarına kulak asmayan, bilimsel verileri dikkate almayan, kurumları yeterlilik, eğitim gibi kriterler yerine başkaca kıstaslarla alınan yöneticilerle dolduran bu siyasal iktidar, günlük en olağan, en basit, en alelade işlerimizi ölüm anlamına getirdi.

O yüzden 2020 uğursuz falan değil. Hiçbir yıl kendiliğinden felaket ya da şahane şeyler getirmez ki. “Nedir bu başımızdaki şanssızlık, nasıl bir yıla başladık böyle” diye düşünmemizin hiçbir anlamı yok. Bir uğursuzluktan çok bilime ve doğaya aykırı kurulan sistemin sonuçlarını yaşıyoruz.

Yaşadıklarımız şansızlık, kadersizlik değil. İbn-i Haldun’un artık her yerde kullanılan ünlü sözü “Coğrafya kaderdir” de yanlış anlaşılıyor epeydir. Bu topraklarda, bu coğrafyada doğmuş olmayı seçemedik belki ama bilime, akla, insanlığın bütün değerlerine aykırı inşa edilmek istenen bu sistem kesinlikle kaderimiz değil.

Çok basit aslında. Her bir kurum tamamen liyakata göre yönetilmeli, eş, dost kayırmacılığı ile iş yapılmasına son verilmeli, rant ve kişisel çıkarlar adına doğanın talan edilmesi son bulmalı, bir avuç yandaşın cebini doldurmak için başlatılan bütün projelere son verilmeli.

Durum bu kadar basit ve açık. O yüzden kader, şansızlık, kötü bir yıl 2020 saçmalıklarından kurtulup, gerçek tabloyu fark etmeli ve gerçek sorumluları görmeliyiz. Bizi ancak ve ancak bu kurtaracak çünkü.

İlgili haberler
Deprem yoksul kadınları da vurdu

İstanbul’daki deprem sonrası evleri hasar gören kadınlar yaşadıkları zorlu süreci anlattı: Mecburen...

Öfke zamanı geldi kadınlar… Bizim zamanımız geldi…

8 Mart’ta eşit ve yaşanılır bir dünya için mücadele veren kadınlar olarak tarihte yerimizi aldığımız...

Depremzede kadınların -4 derecede yaşam kurma sava...

Elazığ depreminin ardından çadırlarda, çamurlu mahalle aralarında yaşam savaşı devam ediyor. Donduru...