Köprünün altından çok sular aktı
‘Kadının doğal isteklerini “günah” telkiniyle ketlemeye çalışmak ; inananların inançlarıyla oynayarak dini, bir yönetim biçimi olarak kullanıp insanları terbiye etmeye uğraşmak, boşuna bir çaba...’

Küçük yaşta kendi isteğiyle kapanan bir grup genç kadın, şimdi de başörtüsüne baş kaldırıyor. Peki bu yalnızca onların meselesi mi? Toplum olarak bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Söz konusu olan gençlerimiz! Aldıkları karar, kendilerini kuşatan koşullardan ayrı düşünülemeyeceğine göre, bunu yaşadıkları sorunlarla bağını kurarak değerlendirmeyi deneyebiliriz.

Çocukluktan başlayalım...
Toplumumuzun aile ve eğitim alanındaki yetkeciliğinin tarihsel sürekliliğini göz önüne alırsak, ataerkilliğin damgasını taşıyan ahlak anlayışımız, kız çocuğunun kendini özgürce ifade etmesini engellemektedir. Bir genç kadın da çocukluğundan itibaren baba, ağabey, öğretmen, sevgili gibi yakını olan erkeklerin kendisini denetlemelerinden bunalıp değişme isteği duymuş olabilir. Aşırı koruyuculuk iletişimi engelleyeceğinden çocuğun gelişimini olumsuz etkileyebilir. Özellikle muhafazakâr kesimde kadın sabır ,itaat ve uyuma daha küçük yaşta alıştırılır. Ona her hareketinin dini ritüellere uygun olması hatırlatılır.

Cinsellikse tabu bir konudur toplumumuzda. Dinsel kültürümüzün uygulamada cinsler arası “tecrit” yaklaşımı bunu destekler. Aile de kolayına geldiği için kızına yaptığı baskıyı dine mal edebiliyor. Bu yüzden cinsel deneyimler büyük acılar getirebilir kişilere. Çünkü kişi toplumsal yaşamdaki engelleri aşacak güçte değildir.

Muhafazakâr genç bir kadının değişim isteğinin, sınıfsal bir karakteri olduğu da akla yakın görünüyor. Sözgelimi tüm ihtiyaçları karşılanabiliyor mu? Yeteneklerinin hayata geçirilmesi sağlanıyor mu ? Toplumsal eşitsizlik canına tak ettiyse, yaşamı cehenneme dönüşmüşse cenneti arama özlemi duymayacak mıdır? Sorunlar karşısındaki acizlik duygusuyla mutsuzluğundan “yaşam tarzını” sorumlu tutması olası. İnanç da artık içteki isyan duygusunu yatıştıramıyorsa…

Seksenli yıllarda başlayan ve giderek ivme kazanıp yaygınlaşan kadın hareketlerinin toplumumuzun ataerkil yapısı üzerinde, bilinç değişimi açısından yarattığı farkındalığın etkisi de olabilir bu konuda.
Başörtüsünün dinen zorunlu olup olmadığına ilişkin din yetkililerinin farklı görüşleriyse hâlâ tartışılıyor.

Tabii, kadınları bekleyen tuzaklara değinmeden olmaz. Bir başka deyişle Türkiye’de olup bitenleri dünyada olup bitenlerden soyutlayamayız. Küresel medyanın hedonistik eğilimleri kışkırttığı bir sır değil. Küresel olgular medyanın gücüyle algıya dönüştürülebiliyor; gerçekliğin yerini yanılsama alabiliyor. Arzularımız da bizi biz yapan ögelerin içinde yer alır. Ancak kişi kendini arayış sürecine girdiğinde, “ duygusal belirsizlik” ortaya çıkabiliyor. Gerçek duygularım mı, aşırı duygular mı? “Kanka”lık kültürü, abartılı duygu gösterileri … Elektronik medyanın da süreci hızlandırıcı rolü olmuştur. (Kullanıcıya hem hizmet hem de zarar verdiği unutulmasın.)

Küresel kapitalizmse insanı fiziksel ve ruhsal olarak tehdit ediyor. Suç oranındaki artış, kadına yönelik şiddet günlük yaşamda ağırlığını hissettiriyor. Yaşama düşman olan “dış dünya” ya karşı kadının özsavunması için aile, sığınılacak bir liman olarak görülüyor, ama bir yere kadar. Anlaşılan güvenilen dağlara kar yağmaya başlamış…Evden kaçmalar neden artıyor ? Resmi istatistiklerde kadınların en çok aile içinde şiddete maruz kaldıkları belirtiliyor.

Başörtülü, inançları gereği kurulu düzeni eleştirmeyebilir; ama sorunlarına o düzen içinde çözüm bulamaması onu isyana sevk edebilir. ( Kendini gözetim altında hissetme, gereksiz baskıya maruz kalma.) Ya da hükümetin politikalarını beğenmeyebilir. Karma eğitimi sona erdirme girişimlerine hükümetten ses çıkmıyor. Günümüzde pedagojik açıdan sakıncalarının bilinmesine karşın okul öncesi çocukların Kuran kurslarına götürülmesi, kız çocuklarının başının örtülmesine ne demeli? Görünen o ki, bu konuda ileri sürülen gerekçeler, gençleri ikna etmeye yetmiyor. Daha da önemlisi , çuvaldızı kendimize batırmak:

Bazılarımız için gelenek ve dini emirlerin kadınlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasının başörtülünün aldığı kararda rolü var, demek varken, bunu aklına kim düşürdü, diyerek sorumluluktan kaçmak kolay! Bazıları içinse başörtüsünü çıkarmak, ahlâki bakımdan da bozulmuşluğu çağrıştırabilir; en hafifinden erkek fatma’lıkla suçlayacaktır kadını; değişime “cüret”etmek erkeğe özgüdür çünkü.

Ancak şu bilinsin ki, yaşama geçmiş zamanların kodlarıyla bakmayı sürdürmek artık olanaksız; somut koşullar bunu engelliyor. Muhafazakâr kızlarımızı kadim ninelerimizle kıyaslamak yanlış; toplumsal yaşamlar farklı her şeyden önce; “ekran” gerçeği var günümüzde; bilgi akışı bu kadar hızlıyken…

Kadın evin dışına çıkınca toplumsal ilişkileri çeşitleniyor, dünyaya bakışı değişebiliyor. Metroda, otobüste, vapurda, hemen her yerde kulaklığını takmış müzik dinleyen; sırtında eşofmanı yürüyüşe çıkmış açık ve kapalı kızlarımıza rastlıyoruz. Kimileri çevrenin getirdiği keyfî sınırlamalara aldırış etmiyor. Modayı, makyajı, flörtü yadsımıyor. Gösterişsiz, ağırbaşlı, koyu renk giysi giymelerini bekleyemeyiz bugünkü kuşaktan. Aynı şekilde eve kapanmalarını da … Kimisi göze çarpmayı isteyebilir; bu arzusunu irade dışı olarak açığa da vurabilir. Arkadaş , iş ve eş seçiminde dış görünüş önemlidir. Baş örtüsünün kendisinin yalıtlanmasına yol açacağı düşüncesiyle, durumu lehine dönüştürmeye, başörtüsünü çıkararak zorlanabilir. Geleneksel yaşam tarzlarında da gevşeme gözlemleniyor. Dinin kişiye müdahale alanlarına yeni bir ortak çıktı: Beslenme uzmanları, spor , sağlıklı yaşam v.b. koçları, dinsel deneyimlerden zaman çalıyor olabilirler.

Öte yandan ülkemizde muhafazakârlaşma eğiliminin artarken Batı karşıtlığının yaygınlaşması bizi şaşırtmasın. Gençler arasında sömürgeci, emperyalist Batı kadar insan hakları, demokrasi , hukuk v.b. mücadelelerin beşiği olan Batı’yı es geçmeyenler de var; her ne kadar küreselleşmeyle birlikte Batı, uygulamalarıyla demokrasiyi devlet meselesi olmaktan çıkarıp STK’lara bırakmış görünse de.

Özetle, başörtüsünü çıkaran genç kadın, kuşkusuz bu kararı düşünüp taşınmış almıştır. Ancak burada önemli olan, değişimin kişisel olmadığını kavramak ve kadınlar olarak üzerimizde hiçbir baskı hissetmeden yaşamak hakkımız değil mi, diyebilmektir, kanımca. Kadınlar ve erkekler için özgürlük aynı anlama mı geliyor? Kadın kendisine izin verildiği kadarıyla tadıyor özgürlüğü. Evden dışarı çıkınca giyiminden yürüyüşüne dikkat etmek zorunda kalıyor. Başörtüsüz kadınlar da bedensel özgürlüğü tam anlamıyla tadabiliyorlar mı? Yakını olan erkeklerin kıskançlığı; dar giydin, açık giydin, baskıları...

Oturduğu semtin park, yürüyüş alanı, kültür-sanat hizmetlerinden kadınlar daha az yararlanırlar; güvenlik nedeniyle, hava karardıktan sonra evde olunmalıdır.İşte o yüzden özgürlük arayışı bitmiyor kadının. Ekonomik özgürlüğü yoksa hareket alanı kısıtlanıyor. Kadın ve erkek, aslında her ikisi de ancak paranın gücüyle özgürlüklerinin sınırlarını genişletebiliyorlar.

Sonuç olarak, kadının doğal isteklerini “günah” telkiniyle ketlemeye çalışmak ; inananların inançlarıyla oynayarak dini, bir yönetim biçimi olarak kullanıp insanları terbiye etmeye uğraşmak, günümüz koşullarında, boşuna bir çabadır.

İlgili haberler
Kağıt deyip geçmeyin

Tuvalet kağıdının zamlanması kitlesel hastalıklara davetiye çıkarmaktır. Gazete kağıdının zamlanması...

Eğri oturup doğru konuşalım

Küresel kültür, yaşamlarımıza, kararlarımıza müdahale eder hale geldi. Bu sürece hazırlıksız yakalan...

‘GÜLPERİ’: Kadının gelenekten kopamadan özgürleşme...

Gülperi için ödünsüz yaşamanın yolunu bulmak, özgürlüğe yönelen tehdit ve engellerle baş edebilmek k...