Yıllardır ödüyoruz, artık ödemeyeceğiz!
10 milyon işsiz, 10 milyon asgari ücretli, ayda 700 lira ile yaşayan 2 milyon yurttaş, 33 milyon borçluya “fedakarlık” çağrısının bir “mümkünü” yok. Bu gerçeğe rağmen acı reçeteyi uygulayabilirler mi?

Çocuğuna pantolon alamadığı için kendini yakan babanın ölümü, biriken borç ve yoksulluğa dayanamayıp siyanür içerek intihar eden kardeşler, yıllarca atanmadığı için intihar eden öğretmen adayı gencin acısı… Unuttuk mu 8 ay boyunca kirasını ödeyemediği evde, oduncudan aldığı ıslak odunlar yanmayınca, üşüyen iki çocuğunun ısınması için saç kurutma makinesini çalıştırıp, diğer odada intihar eden Emine Akçay’ı? Acı reçetenin imtihanını milyonlar olarak yıllardır vermedik mi zaten? Her günümüzün bir parçası değil mi biriken borçlar, ödenemeyen faturalar, vergilerle kesintilerle tırtıklanıp kuşa dönen maaşlar, kursaktan geçmeyen lokma, işsizlik…
Sanki yıllardır sefalete ve açlığa mahkum edilmemişiz gibi, daha düne kadar “ekonomideki şahlanış”tan bahsedenler şimdi acı reçete uygulamaktan çekinmeyeceklerini söylüyorlar. Peki biz zaten yıllardır ödemiyor muyuz acı reçetenin faturasını?

NEDEN ŞİMDİ? KİMİN İÇİN?

“Acı reçete” nam-ı diğer “kemer sıkma politikaları”, esas olarak borç ödeme krizine giren ya da girmekte olan “bağımlı” ülkelere, kaynakları, halkın refahından ve tüketim kapasitesinden alarak yerel ve uluslararası sermayenin alacaklarını karşılamaya yönlendirmenin adıdır. Halktan alınanın iç ve dış sermaye çevrelerine aktarılacağının ilanıdır.
Yıllardır adı konulmamış bir biçimde halka acı reçete uygulayıp, patronlara “şahlanan ekonominin nimetlerini” sunanlar, ne oldu da şimdi uyguladıkları politikanın adını açık seçik koyma ihtiyacı hissettiler? Bu neyin, kimin ihtiyacı?
“Acı reçeteyi” gündeme getiren acı gerçek şu ki, ekonomi dibe vurmuş durumda. 18 yılın sonunda, bütçe açığı beklenenin iki katını, döviz rezervi eksi 40 milyar doları bulunca hükümet “acı reçete” ilan ederek, aslında bir anlamda ekonomi alanında çöküşü de kabul etmiş oluyor. Bu çöküşe bulduğu çözüm ise, halihazırda büyük sorunlarla hayatta kalmaya çalışan, neredeyse mucizelerle yaşayan halkın tümüyle soyulması!

SABANCI, ASGARİ ÜCRETLİDEN DAHA MI ZOR DURUMDA?

Ekonomik krizin ağır etkisi altında geniş emekçi kesimlerin gündelik maddi ihtiyaçları artarken, iktidarın varolan kaynakları sermayeye aktardığı açık. Örneğin; ekonomik krizde zor durumda kalmasınlar diye Sabancı Holding’in devlete olan borçla¬rının yüzde 92.8’i, Cengiz Holding’in 422 milyon liralık bor¬cunun tamamı, Akbank’ın 93 milyonluk borcunun yüzde 95.9’u, Turkcell’in 450 milyonluk borcunun yüz¬de 94.7’si silindi. Peki, borcu silinen, asgari ücretinden vergi almıyoruz denilen tek bir emekçi oldu mu? Hayır olmadı! Aksine emekçiler eko¬nomik kriz ve pandemi döneminde pat¬ronların silinen borçlarının açığını ka-patmak üzere daha fazla vergi ödemek zorunda kaldılar.

KADINLARA DÜŞEN: BORÇ YÜKÜ, BAKIM YÜKÜ, İŞ YÜKÜ

Pandemiyle birlikte sermayeye sırt çıkan hükümet politikaları altında ezilen milyonlar  çoğunlukla borçlanarak hayatta kalmaya çalışıyor. Veriler gösteriyor; geçen senenin Eylül ayından bu yıla borçlu sayısı 2 milyon 268 bin artarak 33 milyon 643 bin kişiye, borç miktarı ise yüzde 46 artışla 837 milyar liraya yükselmiş durumda. Bu yılın şubatından eylülüne kadar hanelerin yüzde 43’ünün borçları artmış vaziyette. Türkiye hane halkı borçluluğunun dünyada en yüksek olduğu ülkelerden biri.  Bu durum, en çok kadınları etkiliyor; hem ev içinde hem de işyerlerinde. Eve giren ücreti hem borçları ödemeye hem de hanenin ayakta kalmasına yetirmeye çalışmak büyük bir dertken, evin geçimi zorlaştıkça ve borç baskısı arttıkça iş aramaya, iş piyasasındaki durum vahim olduğu için günübirlik, kötü koşullarda, güvencesiz işlerde “iş buldukça” çalışmaya zorlanıyor kadınlar. Halihazırda bir işte çalışan kadınlar ise işyerlerinde giderek uzayan mesailer, kırpılan sosyal haklar, ağırlaştırılan çalışma koşulları karşısında bu borç yükü ve geçim derdinin baskısıyla “işinden olmamak” adına katlanmak zorunda hissediyorlar kendilerini.
Bu uzunca bir süredir böyle; hatırlayalım geçtiğimiz yılın kışını. Diyanet İşleri Başkanlığı, Aile dergisinde “tasarruflu pazar alışverişi için” reçete kaleme almıştı kadınlar için.  “Alışverişe listeyle çıkın, ucuza almak için akşam saatlerini bekleyin, tüm pazarı gezip fiyatları öğrenin, aynı pazarcıdan alışveriş yapın” diye sıralamıştı tedbirleri. Bütçeden yüz milyarlar alan Diyanet’in önerdiği bu reçete ile örtülü ödeneklerle, sermayeye ‘reformlar’, halka acı reçete önerisi arasında kopmaz bir bağ var…

ACI REÇETEYİ UYGULAYABİLİRLER Mİ?

10 milyonu aşan işsiz, 10 milyon asgari ücretli, aylık sadece 700 lira ile yaşamaya çalışan 2 milyon yurttaş, 33 milyon borçlu zaten acı reçetelerle yaşamıyormuş gibi “biraz daha fedakarlık” çağrısının milyonların gerçeği karşısında bir “mümkünü” yok. Peki bizim gerçeğimize rağmen bu acı reçeteyi uygulayabilirler mi? İşte bu sorunun cevabı bizim tutumumuza bağlı.
Son yıllarda çok açık bir biçimde gördük; tek adam ve yönetiminin en korktuğu şey halkın genişleyen, büyüme potansiyeli taşıyan tepkisiyle karşı karşıya gelmek. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler kendi taleplerine sahip çıkan bir mücadele eksenine girdikleri an bir geri adım atılıyor. İşte İstanbul Sözleşmesi örneği, işte çocuk istismarını evlilikle aklama önergesini geçirememeleri, işte kıdem tazminatını gasp edecek, çalışma yaşamını iyice güvencesizleştirecek torba yasanın yasalaşamaması… Acı reçeteyle, şu an yaşadığımız koşullardan çok daha kötü koşullara mahkum edilme ihtimaliyle mücadele etmenin tek mümkün yolu, bu reçetenin hedefi olan tüm toplumsal kesimlerin birlikte mücadelesi…  10 milyonu aşan işsiz, 10 milyon asgari ücretli, aylık sadece 700 lira ile yaşamaya çalışan 2 milyon yurttaş, 33 milyon borçlu… Emeğiyle geçinip emeğiyle ayakta durmaya çalışan milyonlar! Yani nüfusun yüzde 90’ı… Bu rakamlar sadece yokluğun ve yoksulluğun acı tablosuna değil, aynı zamanda acı reçeteye karşı mücadelenin potansiyel bileşenine de işaret ediyor.

REFORM PROPAGANDASIYLA HALKI BEKLENTİCİLİĞE SÜRÜKLÜYORLAR
Acı reçete ilanıyla durumun vahametini kabul eder görünüp, bu zorlukları aşma yönünde bir beklenti yaratmak için “reformlar” ilan eden hükümet, esasen büyüyen tepkileri de dindirmek, halkı beklenticiliğe sürüklerken çözüm odağını yine kendisi, daha doğrusu tek adam yönetiminin başı olan Erdoğan olarak işaret etmek istiyor.
Ekonomide, adalet sisteminde, demokratik alanda yeni reform vaadi, bu alanlarda yaratılan yıkımın geldiği aşamada mızrağın çuvala sığmayacak kadar büyümüş olması, geniş halk kesimlerinin nezdinde yaşanan itibar kaybı, bu hamlelerin beklenen etkiyi yaratmayacağın gerçeği var bir yanda. Ekonomik krizin sıkışmışlığında ‘şahlandık’ hamasetine artık sığınamayan iktidar, reformlarla sermaye gruplarına göz kırpıyor.
Ancak bir gerçek var ki; tablo olumsuzlaştıkça ve biriken öfke bir örgütlülüğe dönüştürülemedikçe, iktidara güven azalsa da kendi gücüne duyulan güven de az olduğu için halkın beklentileri düşüyor. Örneğin; asgari ücretin belirleneceği şu günlerde, “durumun vahameti ve iktidarın pandemi sürecinde hep sermaye lehine hareket ettiği gerçeği”yle bu durumun değiştirilemeyeceğine ilişkin duygu, örneğin asgari ücretin insanca bir düzeye çıkarılması talebini de cılızlaştırabiliyor.
NE İSTİYORUZ? NE YAPACAĞIZ?

Bize dayatılan yokluğa, hiçliğe mahkum yaşamamak için yapabileceğimiz yegane şey birlikte mücadele etmek. Kadın örgütlerinin, sendikaların, tüm işkollarından kadınların bir araya gelmesiyle; yokluğu çözülemez gören her kadınla buluşup onu bu “çokluğun” bir parçası haline getirmek, bize reva görülene boyun eğmeden, hakkımız olan yaşam için sesimizi yükseltmek için örgütlenmek! İktidarın en çok korktuğu birliğimizdir! Pandeminin ve ekonomik krizin faturasını biz ödemeyeceğiz!  
*Pandemiyle beraber ücretsiz izinler ve kısa çalışma ödeneği ile işçilere “1177 lira ile geçinin” diyorlar! Hayır! Salgın süreci sona erene kadar yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakılan her haneye sosyal ekonomik destek verilmeli, ücretsiz doğalgaz, su, elektrik, telefon, internet hizmeti sağlanmalı, bu durumda olan yurttaşların kredi borçları ertelenmeli.
*Sermaye kesimine sağlanan teşvik, vergi, sigorta indirim gibi ayrıcalıklara son verilmeli, hizmet alımında garanti ödemeler iptal edilmeli, bu kapsamdaki tüm projeler sonlandırılmalı.
*İşsizlik fonu, bireysel emeklilik fonu gibi fonlar amacı dışında kullanılmamalı, yönetim işçilerin çoğunlukta olduğu kurullara bırakılmalı ve tüm kaynaklar kuruluş amaçlarına uygun olarak işçiler ve halkın ihtiyaçları için kullanılmalı.
*Asgari ücret insanca yaşanacak bir düzeye yükseltilmeli, asgari ücret vergiden muaf tutulmalı.
Bunlar hayal değil! Patronların silinen borçlarının tutarına bakın; sermayaye verilen teşviklerin miktarına, devlet kasasından üstlenilen ödemelerine bakın. Çok şey istemiyoruz; bizim emeğimizle oluşturulan bütçenin bizim için harcanmasını istiyoruz. Bu mümkün; yeter ki bu talepler etrafında birleşelim, mücadeleyi büyütelim…

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
SINIRLARIN ÖTESİ: Hindistan, Güney Afrika, Arjanti...

220 milyonluk Hindistan grevinde kadınlar güvenceli istihdam, Güney Afrika’daki çiftlik işçi kadınla...

İşçi kadının boş vakti:Hayaller dünya turu, gerçek...

Farklı iş kollarından işçi kadınlara sorduk; boş vakit sizin için ne demek diye… Farklı işler, farkl...

Çocuklarımın karnını doyurmak için her gün bir kom...

Aylarca işsiz kalan, çocuklarının karnını doyurmak için komşularına giden bir kadın: ‘Bana en zor za...