
Türkiye açısından gündem oldukça yoğun olsa da dünya gündemi açısından da sermaye sınıfının saldırıları dur durak bilmiyor. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin aktörlerinden İsrail Filistin’e yönelik saldırılarını sürdürürken 7 Ekim 2023’ten beri süren saldırılarda hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 52 bin 314’e yükseldi. Hayatta kalanlar ise açlıkla ve sefaletle boğuşmayı sürdürüyor.
Geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Filistin'i ve Filistinli kardeşlerimizi bundan sonra da yalnız bırakmayacağız. Filistin’in bağımsızlık mücadelesini her şartta cesaretle savunacağız” ifadelerini kullanmıştı. Bu ifadelere gelene kadar da iktidarın hem sözlü olarak hem de yayınları aracılığıyla özellikle de İsrail’in saldırılarının kadınlar ve çocuklar üzerinde yarattığı yıkımı öne çıkartan noktaları olmuştu.
İŞİNE GELİNCE DÜŞMAN, İŞİNE GELİNCE DOST
Erdoğan ve Trump’ın arasındaki “dostluk” ilişkisini duymayan kalmadı desek yeridir. Suriye’de HTŞ’nin yönetimi ele geçirmesinden sonra Trump, Erdoğan için övgüler düzerken şimdi de İsrail ile Türkiye arasında “kardeşleri barıştıran” bir ebeveyn işlevi görmeyi sürdürüyor. Bu kardeş kavgasının temel sebebi ise ABD’nin Suriye üzerindeki kontrolünü sağlamak üzere hangi ülkenin yönetiminin önde olacağını belirlemek. Bu kavgada kim önde ise o aynı zamanda Suriye üzerinde hem siyasi hem de ekonomik güce sahip olacak.
İsrail ve Türkiye arasındaki çatışmayı “kardeş kavgasına” benzetmemizin temel sebebi yalnızca ABD’nin ilgisi için yarışmaları değil, aynı zamanda iki devletin arasındaki, Gazze’deki katliam sürerken dahi devam eden, ekonomik ilişkiler. İktidarın sorsanız dönüp suratına bakmayacağı İsrail ile 2023 yılında 5.43 milyar dolarlık ihracat yaptığı, 2024 yılında da bu rakamının 437 milyon dolara ulaştığı biliniyor.
Velhasıl kelam, söz konusu olan ortak çıkarlar olduğunda can ciğer kuzu sarması, bu çıkarların çatıştığı noktalarda ve bu birlikteliğin halk tarafından tepkiyle karşılandığı durumlarda düşmanlık...Tüm bu çatışma ve barışma süreçlerinden kârlı çıkan kesim ise bu ülkelerle birlikte dünyanın büyük bir kısmını kendisine ekonomik ve siyasal anlamda bağımlı kılmış ABD. Trump da bu koşullarda Suriye üzerindeki çıkarlarını hangi ülkenin kontrolü ile garanti altına alacağının hesabını yaparak kendine bir yol çizmeye çalışıyor. Bunu yaparken İsrail’in Gazze topraklarında ve Ortadoğu’da gerçekleştirdiği katliamları destekliyor, Türkiye’de ise kendisine “dost” bildiği Erdoğan’ın karşısında halkın demokrasi ve insanca yaşam talebiyle gerçekleştirdiği eylemlere yönelik saldırılara onay veriyor.
İktidarın dostluk arayışları ABD ile de sınırlı kalmıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Macaristan’ın Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Dr. Zsófia Koncz ile aile politikalarına yani kadınların ve LGBTİ’lerin haklarına yönelik saldırılara yönelik yakın temasını sürdürürken bir yandan da ekonomik ilişkiler pekiştiriliyor, Türkiye Petrolleri’nin Macaristan menşeili MOL Group ile Macaristan’da petrol ve doğalgaz araması için imtiyaz anlaşmaları imzalanıyor. Cumhurbaşkanı İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ile görüşüyor, Meloni Cumhurbaşkanına Türkiye kaynaklı göç hareketinin sıfıra indiğini söyleyerek teşekkür ediyor. Meloni’nin ettiği teşekkür, Türkiye’nin göçmen sorununa yol açan politikasını açıklıkla ortaya koyuyor. Kısacası iktidar, hem ekonomik hem de siyasal anlamda emperyalist ülkelere bağımlılığını artırırken bir yandan da siyasal ve iktisadi olarak güçlenmenin bir yolu olarak diğer bağımlı kapitalist ülkelerle ülke kaynaklarının sömürülmesinden kadınların haklarının törpülenmesine kadar geniş bir çapta iş birlikleri yapmaktan çekinmiyor.
EMPERYALİZMİN YARATTIĞI YIKIM SAVAŞ VE İŞGALLE SINIRLI KALMIYOR
Tüm bunları düşündüğümüzde, Filistin’e ve Suriye’ye dönük attığı “özgürlük ve bağımsızlık” naralarının altında iktidarın ve iktidarın temsilcisi olduğu sermayedarların burada gerçekleşen katliamları kendi siyasetini meşrulaştırma, buralardan elde edebilecekleri rant ve sermayeyi düşünerek kullandığını söylemek mümkün. Bu durum, Ortadoğu’daki tüm işçi ve emekçi kadınlar açısından savaş, şiddet ve yıkım getirirken Türkiyeli kadınlar açısından sömürünün ve yoksulluğun derinleşmesi ve antidemokratik uygulamaların artması şeklinde sonuçlanıyor. Türkiye’nin ekonomik ve dolayısıyla siyasal olarak emperyalistlere bağımlılığı, işçi ve emekçi kadınlara daha fazla sefaletten başka bir şey sunmuyor. Hem iktidar hem de Netanyahu açısından atılan saldırgan adımları meşrulaştıran “terör” söylemi, bu devletlerin hem kendi halklarına hem de Ortadoğu’da ABD adına sömürmeyi hedefledikleri halklara gerçek terörü yaşatıyor.
Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i ve Türkiye’nin gerçek bağımsızlığı için mücadele veren tüm devrimcileri andığımız gün yaklaşırken de kadınlar olarak tam bağımsızlığın bizler için neden ihtiyaç olduğunu yaşadıklarımızı da düşünerek yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü emperyalizmin yarattığı yıkım yalnızca savaş ve işgalle sınırlı kalmıyor.
BAĞIMSIZ BİR TÜRKİYE, MÜCADELEMİZLE KURULUR
İşçi ve emekçi kadınlar için son dönemde çokça tartıştığımız “iş ve aile yaşantısının uyumlulaştırılması” meselesi dahi hem Avrupa’nın hem de ABD’nin uzun bir süredir yürüttükleri bir tartışma olarak karşımızda duruyor. Kadınlar için güvencesizlik ve yoksulluk anlamına gelen esnek çalışma bugün iktidarın icadı değil, doğrudan sermaye örgütleri tarafından emeğin maliyetini düşürmek ve sömürüyü artırmak için öne sürülen bir yöntem olarak sunuluyor. Türkiye’deki işçi ve emekçi kadınlar ise bu yöntemin kiralarını dahi karşılamayan ücretler, ne zaman, nasıl, ne kadar ve nerede çalıştıklarının dahi belli olmadığı bir çalışma disipliniyle deneyimlemeye başladı bile.
Eğer işçi ve emekçi kadınlar olarak hem kendi yaşamımıza hem de sınırlarımız dışındaki kız kardeşlerimizin yaşadıklarına yanıyorsak, bu sömürü düzeni her birimiz için ölüm ve sefaletten başka bir şey getirmiyorsa bu düzeni yaratanlara karşı bir bağımsızlık mücadelesini örgütlemekten başka bir seçeneğimiz kalmıyor. İktidarın “bağımsızlık” diye anlattığı masalların karşısında işçi ve emekçi kadınların kendi ülkelerinde eşit, özgür bir biçimde yaşayabileceği bir bağımsızlık, emperyalistler ve onların çıkarlarından bağımsız bir ülkeyi kurabilmek ise onların bu sömürü sistemine karşı yürüttükleri mücadeleden geçiyor.
Görsel: Canva Pro DreamLab
İlgili haberler
Bağımsızlık mücadelelerinin kadın yüzleri
Dünyanın dört bir yanında emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı mücadelenin bir parçasıydı kadın...
Emperyalizme karşı hemen şimdi birleşelim
Bu sistemin içerisinde yarın “mülteci” olmayacağımızın garantisi yok.Emperyalizmin bir avuç insanın...
25 Kasım’a giderken dünya tablosu: Emperyalizmin p...
‘Aile’, ‘kadın’ ve ‘milliyetçilik’ propagandaları yükselirken, artan sömürü ve savaşlar kadınları gü...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.