Aşkın belleğine kadınlar ortaktır
Kadın dilli şiir denizi kuruydu Hafız’ın İran’ında. Su oldu Furuğ. Ardından ılık nefesiyle doldurup şişirdi sözcüklerin yelkenini.

Mesele, yasak meyveyi kimin ötekine zorla/şeytanca yedirdiğinde düğümlü değil. Mesele, yasak meyveyi yiyen Âdemlerin ağızlarındaki tadı ballandıra ballandıra anlatması caizken, Havvalara sus’un düşmesinde. Şu yasak meyve ağacı: Bilgi ağacı, yaşam ağacı... Meyvesini yiyeni “dünyalıya” dönüştüren ağaç... Çekirdeğinde “dünya hayatının en mühim şifresini gizleyen” lezzetli meyvenin ağacı... Mesele tam da burada: Şifre üzerine konuşmak/şifreden yeni şifreler oluşturmak (yani sanat) Âdem’in işiydi: Şiir de onundu, şarkı da... Bir yerlerde Furuğlar doğana kadar!

Ocak 1935’te Tahran’da doğdu Havva’nın has kızı Furuğ. Ve şiir gömleğinin göğüs düğmelerini çözdü:

“Günah işledim lezzet dolu bir günah/ alevli yangılı bir kucakta”

Kadın dilli şiir denizi kuruydu Hafız’ın İran’ında. Su oldu Furuğ. Ardından ılık nefesiyle doldurup şişirdi sözcüklerin yelkenini. Dişiyle tırnağıyla, kadınlığına yaslanan yaratıcılığıyla modern İran şiirinin en güçlü şairlerinden oldu.

Modern demişken... Furuğ’un doğduğu sıralarda Şah, İran’ı “modernleştirme” hevesine kapılmıştı. Modernizmi, monarşi sopasının ucuna geçirmiş, İran halkının tepesinde sallayıp duruyordu. En çok da kadınların tepesinde sallanır o sopa; kendi tarihimizden biliriz. Modern erkek devlet, kadınlara kendi biçtiği giysileri giydirir! Her evde bir muzaffer komutan ve onun komutası altında “modern” anne ile iyi birer tahsille silahlandırılmış çocuklar bulunması gerekir. Bilhassa Batı’nın uzağında bir yerlerde bir devlet modernleşiyorsa... Benzer biçimde, Furuğ’un doğduğu evde de, Şah’ın ülküsünü gerçekleştirme işine evinden başlayan gerçek bir komutan vardı. Baba! Baba evinden çıkmak için on altısında evlendi Furuğ. On yedisinde, Kamiyar’ı doğurdu. On dokuzunda, Günah’ının bedelini ödemesi istendi Furuğ’dan: Evli bir kadın, kocası dışında biriyle birlikte olmuşsa bedellerin en ağırını ödemesi gerekirdi! Furuğ, çocuğunu bir daha görememek pahasına boşanıp ayrıldı koca evinden. Yasalar böyleydi! Furuğ’un özgürlüğüne karşılık çocuğuna “el konuldu”! Oysa Kamiyar’a yazdığı bir şiirinde şöyle der Furuğ:

“Seni istiyorum ve biliyorum/ asla koynuma alamayacağım/ sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün/ ben bu kafeste bir tutsağım”

Cesurdu Furuğ. Kafesten çıkardı kendini ve İran şiirini. Onun daha ilk şiirlerinde beliren özgünlük, kadınca isyanıydı. Yoz ahlak anlayışına karşı giriştiği mücadele, ilk dönem şiirlerinde, kadınlara dayatılan cinsel sınırlılıklara başkaldırı niteliğindeydi. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak arzuyu, şehveti kadının da duyduğunu ilan ediyordu. Yazdıkları, yaşadıklarının uzağında değildi. İran buna hazır değildi. Cesareti, dönemin edebiyat çevrelerince magazin malzemesine bile dönüştürüldü, fakat Furuğ kafese tekrar tıkılamayacağını duyurur biçimde yazmayı sürdürdü.

Biçim bakımından eski şiire bağlı kalan ilk şiirlerinin çağrışım gücü yetersizdir. Birkaçı hariç, bu şiirlere sıradan/kalıp ifadelerle dile getirilmiş “ciğere saplanan” bir romantizm hâkimdir. Buna rağmen şiirdeki kadın da, onun sevip sevişmesi de gerçekti. (İlk dönem eserleri: Tutsak, Duvar, İsyan). Yaşadıkça ve yazdıkça şiiri de güçlendi.

Nihayet, gençlik telaşından sıyrılan Furuğ, Yeniden Doğuş adlı yapıtıyla eski ve erkek şiirin karşısına çok daha güçlü şiirlerle dikildi. Yeniden Doğuş, yaşamın tümüne nükseden erilliğe her yönüyle başkaldırıyordu. Furuğ, yeni bir dil doğurmuştu. Bu dil Havva’nın tüm kızlarının da sesi oldu.

“tüm güçlerin sonu varmaktır, varmak/ güneşin aydın kuralına/ ve ışığın bilincine dökülmek/ doğaldır/ yel değirmenlerinin çürüdüğü/ niçin duracakmışım niçin?/ olgunlaşmamış buğday başaklarını ben/ memelerimin altında tutuyorum/ ve emziriyorum

ses, ses, yalnız ses/ duru suyun akmaya istek sesi/ yıldız ışığının toprağın dişilik çeperine dökülme sesi/ anlam dölünün pıhtılaşma sesi/ ve ortak aşk belleğinin genişlemesi/ ses, ses, yalnız ses kalır.”

Furuğ, kısacık ömründe, Havvaların susturulduğu pek çok alanda sesini duyurmayı başardı. Senaryolar yazdı, filmler yönetti, resimler çizdi. Anlatmaktan usanmadı. Henüz 32 yaşındayken, 1967 Şubatı’nda, trafik kazasında yaşamını yitirdi ancak sesi hâlâ bizimle.

İlgili haberler
GÜNÜN SÖYLEŞİSİ: Furuğ Ferruhzad’ın hayatı ve şiir...

Şair Sema Güler ve Nevin Koçoğlu'nun karşılıklı olarak İsveç Radyosunda yapmış olduğu Füruğ Ferruhza...

Ölü insan zeytin ağacı dikemez!

Ama biz insan kalanlar, ölümü değil, hayatı o kadar severiz ki, şairin dediği gibi yetmiş yaşımızda...

Eşiği aşınca değişim başlıyor

Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneğinden kadınlar: Buraya geldiğimizden beri özgürleştiğimizi, güçle...