
Emre Bilgiç, İlayda Abay ve Cansu Ekici. TiyatroBaz ekibinden üç arkadaş. Aslında Emre ile İstanbul Üniversitesinde tiyatro kulübünün sahnesinin yıkılıp dekorlarının çatıdan aşağı atıldığı bir gün tanışmıştık. Aradan geçen neredeyse 15 yıl sonra bu kez yine bir oyun üzerine sohbet etmek için bir araya geldik. Tabi tiyatronun da 15 yılda biriktirdiği her şey bu sohbete eklenmiş oldu. O yüzden bu söyleşimiz sadece Mutlu Bir Romanın Aşk Hikayesi oyununa ilişkin olmaktan çıkıp Mutlu Sevda’nın mutlu olma inadını var eden koşulları konuşmaya uzandı.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlayda Abay’ın yazdığı, Cansu Ekici’nin yönettiği, Emre Bilgiç’in dramaturjisini yaptığı tek kişilik bir oyun Mutlu Bir Romanın Aşk Hikayesi. Oyun, kendini Mutlu Sevda olarak tanıdığımız Roman bir kadının 9-8’lik gerçekleri ve bu gerçeklerden beslenen hayalleri üzerine kurulu.
Oyunu mütevazı bir sahnede izledikten sonra Mutlu Sevda’nın mutluyum demekte inat ettiği, “diyecektim ama demedim” cümleleri ile içini döküp dedikleri ile eğlendiği bu oyunun gerçeğini ve mutfak kısmını konuşmak üzere Emre, Cansu ve İlayda ile buluştuk. İnce bir dikkatin, derin bir hafızanın, kolektif bir emeğin ortaya çıkardığı ama kısıtlı imkanlarla seyirci ile buluşan “Mutlu Sevda”nın gerçeklerinin ve hayallerinin üzerinde yükseldiği toplumsal koşullardan; aynı koşulların tiyatroyu sıkıştırdığı yere uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. Oyun metni üzerine epeyce bir tartışınca fark ettik ki oyunu izlememiş olanlarımız için çok fazla spoiler var; o nedenle bazı tartışmalarımızı üzülerek metnimizden çıkardık.
GERÇEK BİR HİKAYE: NEŞENİN ARDINA GİZLENENLER
“Gerçek bir hikaye diyorsunuz, nedir bu gerçek?” diye sorunca Sevda’yı ete kemiğe büründüren İlayda geniş bir gülümseme ile alıyor ilk sözü: “Ben Edirneliyim. Edirne'de yaşadığım, belleğime attığım bir hikayeydi bu. Hemşire bir kadın ve Roman bir erkeğin aşklarına sahip çıkma hikayeleri idi. Mutlular, beraberler ve çocukları var şimdi. Kendileri de bizimle iletişim halindeler. Bu oyunu da biliyorlar zaten; hatta paylaşım da yaptılar sosyal medyada ‘Bizim aşkımız nelere kadirmiş’ diye. İşte hikayemizin gerçeği buydu. Aşklarının meyvesi çocukla sınırlı kalmadı anlayacağınız. Hem çocukları hem de oyunları oldu.” Bir yandan hikayeye ilham olanların bir aile fotoğrafını gösteriyor bize bir yandan da anlatmaya devam ediyor İlayda: “Ama biz bu hikayeyi biraz ters yüz ettik. Hem kadın olarak öteki, hem Roman olarak bir öteki… Dediğim gibi Edirneliyim ve okul sıralarını paylaştığımız çocukluk arkadaşlarımın da bana öğrettikleri bir şey vardı; öteki sayılışlarını neşenin ardına saklamak; hep bir şekilde neşeli kalmak. İşte Sevda karakteri böyle ortaya çıktı. Sevda’nın mutluyum inadının altını çizme ihtiyacı buradan doğdu.”
Fotoğraf: TiyatroBaz
BİR ROMANIN MUTLU OLMASI NE DEMEK?
Böyle bir oyunu yönetmek nasıl bir şey diye sorunca oyunun yönetmeni Cansu giriyor söze; “Hem eğitici, hem eğlenceli” diyor. İlayda, elinde Sevda’nın hikayesi ile geldiğinde baştan sona hazır bir metinle; renkli bir dünya ile karşılaşmışlar. Ama Cansu bir burukluk hissederek okumuş bu mutlu hikayeyi ve aklına bir soru düşmüş: Bir Romanın mutlu olması ne demek? Hikayenin ters yüz edilişi de buradan başlamış. Her şeyi yaşamamış olsa bu Sevda, bazıları hayal olsa bazıları gerçek olsa diye düşünmüşler ve başlamışlar dramaturjik katmanları kurmaya. Cansu bu sırada İlayda’ya dönüyor ve şöyle ekliyor: “Baştan sona hazır bu metni İlayda’nın sabır ve çalışkanlığı sayesinde defalarca baştan aldık. Neyse ki her değişikliği anında yapabilen biri olduğu için de işimiz çok kolaylaştı.”
BUGÜN HAYATTA KALMA ÇABASI OLARAK HAYAL KURMAK
“Hayal - gerçek ayrımını yapmanızdaki etkenler nelerdi? Yaşanmamış olsa diye tanımlamanızı sağlayan kriterler nelerdi ya da neden mesela onları hayal olarak izledik?” deyince Emre giriyor söze; “Aslında ağır bir gerçek var ortada. Evet bir elimizde kanıt gösterebileceğimiz yaşanmış bir hikayemiz var, mutlu bir çift var. Ama burada biz bir tercih yapıyoruz. Roman olan erkek değil, kadın oluyor; üst sınıf olan erkek oluyor ve aynı zamanda patronun oğlu Adetçi Cengiz oluyor. Ama bir yandan da bir hayalin gerçekte olma ihtimalini de böyle ters yüz ederek kaba bir politik doğruculuğa düşmek istemedik. Hayal kurmanın da bir direnme biçimi olduğunu vurgulamak istedik. Hani ‘imkansızlıklar içinde nasıl olabilirdi?’ diye hayal kurmanın da aslında çok heyecan verici bir şey olduğuna tutunmak ve bunu bırakmamak istedik” diyor. Ve şöyle devam ediyor: “En zorlandığı psikolojik koşullarda insan hayal kurmaya başlar. Bence zaten her şey daha iyi bir dünya hayali ile başlıyor. Sonuçta Sevda kendi hayalleri üzerine bir mücadele inşa ediyor. Belki birazcık da o mücadelenin hayalini kurmak, bizim seyircide bırakmak istediğimiz iz olarak okunabilir ki bu da bir yandan bizim politik yaklaşımımız dramaturjik olarak aslında.” İşte böyle bir yerden seyircinin kendisine “Ben kendi hayallerimde ne yapıyorum; ne yapmalıyım?” sorusunu sordurmak istemişler.
Laf lafı açınca “hayal ederek bugün hayatta kalma çabası” üzerine dalıyoruz konuşmaya. "Bir yanıyla da kurduğumuz hayaller bizim mücadelemizin de bir parçası halinde yaşayabilir. Sevda'nın hayalleri ile birlikte biz daha insani koşulla yaşayabilmenin hayallerini de birlikte kurabiliriz" diye özetliyor Emre bunu.
ÇOK BOYUTLU BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİNE BİR İTİRAZ
Hayaller mevzu bahis olunca İlayda, Sevda'nın hayal kurmadan edemediği anlardan bir tartışma açıyor: "Aslında ataerkillikle mücadele ediyor Sevda; onu istemeye gelecekler ama çalışırsa evlenmeyecek." Sevda günün sonunda overlok işine başladığı için sohbetin başından itibaren çok lafa girmeden dinleyen BİRTEK-SEN’den arkadaşımız nüktedan bir vurgu yapıyor; “manifaktürün özgürleştirme süreci” diye. Bu espri üzerine bir yandan gülüşüyoruz bir yandan İlayda da Cansu da kadınların sistem içindeki çok farklı ve derin boyutlarda olan bağımlılık ilişkilerini de bir ölçüde bu oyunda ifade ettiklerini anlatıyorlar.
Cansu bir yönetmen gözüyle; oyunda mutluluğa seyircinin biraz yabancılık hissetmesini istediklerini söylüyor. Ama şunu da vurguluyor: “Mutlu olmayı istiyor bu kadın. Neden istemesin?”
MUTLU OLMAYA ÇALIŞANLAR SEVDA’YI TANIYOR!
Mutlu Sevda’yı en çok kimlerle tanıştırmak istediklerini sorduğumuzda, "Biz en çok Anadolu turnelerinde, kültürel olarak öteki addedilen insanlarla, emekçilerle buluşunca bu oyunu oynamaktan çok keyif alıyoruz" diyorlar. Şimdiye dek 10’a yakın şehirde sergilemişler. 8 kişiye de oynadıkları olmuş, 2 bin kişiye de. Anlatılan öteki bir emekçinin hikayesi olunca bunun gibi hikayelere sahip izleyicilerin daha çok etkinlendiğini görüyorlarmış. “ ‘Diyecektim ama diyemedim’ replikleri; kadınlar için kocasına, babasına, ailesine, sevgilisine, patronuna karşı içine attığı pek çok şeyi dile getiriyor. Bu replikleri pek çok kadın her gün kuruyor çünkü bu da bir hayata devam edebilme biçimi aslında” diye Cansu ekliyor.
Fotoğraf: TiyatroBaz
TİYATRO DEKORLARININ ÇATIDAN ATILDIĞI O GÜN…
Bu Sevda’yı mutlu olmaya çalışan Sevdalar daha iyi anlar diye oyun üzerine olan sohbetimizden biraz da bu dönem bağımsız tiyatro yapmanın kendisini konuşmaya atlıyoruz. Emre ilk söze giren oluyor; "Özellikle son 15 yılı düşününce çok emek isteyen, fedakarlık isteyen ve direnç isteyen bir şey" diyor ve nasıl tanıştığımızı hatırlatıyor. Yaklaşık 15 yıl önce üniversitede tanışmamıza vesile olan da İstanbul Üniversitesinde kulüplerin tiyatro sahnesinin kapatılmasıydı çünkü. Bu hikayeyi gülümseyerek hatırlıyoruz hep birlikte. Söze girerek “Emre sizin dekorları çatıdan aşağı atmışlardı” diyorum. Emre üzerine ekliyor: “Üstelik okulun tatil olduğu yaz döneminde yapmışlardı. Tepkiden korkmuşlardı. O zaman en azından tepki olur diye çekinerek yapıyorlardı bu tip saldırıları; şimdi böyle korkuları da yok ama en azından kitlesel cevaplar aldıklarında hala korktuklarını düşünüyorum.”
TİYATRO YAPMAKTA İNAT ETMEK; TİYATROBAZ
Emre, Cansu ve İlayda İstanbul Üniversitesi tiyatro eleştirmenliği ve dramaturji bölümlerinden mezunlar; kimisi lisans bölümünden mezun olmuş, kimisinin yüksek lisans. “Hepimiz de üniversite tiyatrolarından geldik” diyorlar. Şu konuda hemfikirler; gündelik hayatın dertleri sanatın, sanatçının derdi olmak zorunda. TiyatroBaz’ın da Mutlu Bir Romanın Aşk Hikayesi oyunu ile adını bulduğunu düşünüyorlar. Kendi sözünü söylemek, kendi metinlerini yazabilmek, kendi derdini herhangi bir kuruma hesap vermeden ortalıkta söyleme gücünü bulmak için de bağımsız bir şekilde var olmak gerektiğini ifade ediyor Emre. Ama son dönemdeki büyük bir ablukadan da bahsediyor tiyatrolara ve sanata dönük. Bir yandan da tiyatro mezunu olan ve tiyatro yapmaya çalışan çok insan olduğunu da ekliyor.
Hem kamusal alanların ortadan bir bir kalkmasının kamusal sanat mefhumunu da unutturduğunu, ekonominin bugün geldiğin nokta ve piyasacı politikaların sanatçıları da bireysel ve sadece kendini kurtarma derdine ittiğini tarif ediyorlar. Burada sanatçıların karşılaştığı politik ve ekonomik saldırıları göğüsleyebilmek için yeterli örgütlülüğe sahip olmadığını da vurguluyorlar. Kamusal olanın yerini ise “projecilik” in doldurduğunu, projeler bazında toplanma, üretme ve proje bitince de dağılmanın sorgulanması gerektiğini söylüyorlar.
Emre kişisel olarak bu kısmı dert ettiğini ifade ediyor. Kamusal mevzileri önemsediğini dile getiriyor ve ekliyor: “Bugün tiyatro kulüplerine öğrenciler emek harcamak istemiyor, bir an önce kendini piyasada var edip iş bulma olanağını arttırdığı ilişkilenmelere girmek istiyor. Bu yeni bir şey değil tabi ama son dönemde çok derinleşen bir şey.” Cansu şöyle bir ek yapıyor bu konuya dair: “Üniversite, bir kulübe girdiğin, akademik faaliyet yaptığın, kendini insan olarak geliştirdiğin bir ortam olmaktan çoktan çıktı zaten. CV'ye bir satır daha ekleyeyim gibi bir ortama dönüştü.” Üçü de 4'er 5'er yıl tiyatro kulüplerinde kalmış, oraya emek vermiş, orada ürettiğini, öğrendiğini bir sonraki döneme aktarma sorumluluğu hisseden öğrenciler olduklarını ve bu sorumlulukla da tiyatro sahnelerini savunmaya üreterek devam ettiklerini söylüyorlar.
Araya “Bahsettiğiniz aynı ortam, son 25 yılın en kitlesel öğrenci hareketini de doğurdu” diye giriyorum ama bu kısma ilişkin sohbetimizi, röportaj faslını bitirdikten sonra devam etmek üzere bırakıyoruz.
BUGÜNÜ KURTARMAK İLE GELECEĞİ KAZANMAK ARASINDA…
Cansu üniversiteden sonra profesyonel anlamda tiyatro yapmaya başlayınca kendini çok yalnız hissettiğini söylüyor, “Kiminle dayanışacağım? Sektörde yaşadığım problemleri kimlerle konuşacağım? Kişisel iletişimlerimizin olduğu insanlarla dirsek temasında olmak, ihtiyaç olduğunda birbirimize destek atmak şeklinde bir çözüm üretmeye çalıştık hep şimdiye kadar. Ama o da zaten bugünü kurtarmak oluyor” diyor
İlayda tiyatronun son zamanlarda ülkede ne olsa ilk engellenen şeylerden biri olduğunu vurguluyor. Bunun mücadelesini de verdiklerini, çoğu zor koşulda "Oyunumuzu iptal etmeyelim" diye ısrar ettiklerini anlatıyor ve genç tiyatrocuların da geçim kaynağının sahne olduğunu, bir yandan da kendilerini sahnede var etmek ve görünür olmak istediklerini söylüyor. Ancak tiyatronun eğlence sektörü olarak tanımlanmasının, ticarileşmiş olmasının toplumsal açıdan da tiyatro yapanın kendisi açısından da etkilerine dikkat çekiyor.
Emre toparlayıcı bir cümle ile alıyor sözü: "Oyunculuk, hikaye, bir şeyler anlatmak... Sanat aslında çok hızlı yayılan, bulaşan bir şey. Bir şeyler anlatmak, insanların kendi hikayelerini, hayallerini, istençlerini anlatmaları, anlatmak istemeleri engellenemez bir şey. Bunca ciddi baskı da bu yüzden aslında. Ve bunca baskıya rağmen karşısına da bir şey koyamıyorlar."
‘MAHALLEMİZ GÜZEL DE YÖNETENLERİMİZ YARAMAZ’
Biz sohbete dalmış devam ederken fark ettik ki tıpkı üzerine konuştuğumuz oyunun Sevda'sı gibi gerçeklerle olmasını istediklerimiz arasında saatleri tüketmişiz. Üstelik bir ihtiyaç molası dahi vermeyi unutarak. Bu sohbeti var eden 15 yıllık tanışıklığın başladığı günlerden bir kaç fotoğrafı da eklemek istedik bu nedenle.
Fotoğraflar: Elif Ergin
“Mahallemiz güzel de erkeklerimiz yaramaz… Gacolar pek sokulmaz yanımıza, kıçımın kenarları” diyen Mutlu Sevda’dan sözü alıp; “Mahallemiz güzel de yönetenlerimiz yaramaz” diyerek bir noktalı virgül koyuyoruz sohbetimize.
MUTLU SEVDA'NIN HİKAYESİNİ KAÇIRMAYIN!
Mutlu Bir Romanın Aşk Hikayesi 3 Mayıs Cumartesi saat 20.30'da EndlessArt Taksim'de ve 16 Mayıs 20.30'da Samimi Tiyatro Üskürdar'da oynanacak.

Kapak fotoğrafı: TiyatroBaz
İlgili haberler
‘Tiyatro yapmak bana iyi geldi’
'Öncesinde tiyatro izlemeyi çok sevmezdim ama bizzat bir parçası olunca tiyatroya olan bakışım da de...
'Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor' oyununu, oyu...
BGST'den kadınların sahnelediği 'Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor' oyununa dair oyunun yazarı ve...
Jülide Kural, Ben Rosa Luxemburg oyununu Kız Karde...
Kız Kardeşlik Köprüsüyle Hayatı Yeniden Kuruyoruz kampanyamızı büyütmek, depremzede kadınlarla dayan...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.