İnanalım içimizdeki çocuklara...
Evet o derin değersizlik ve çaresizlik duygusu ağır bir yok olma isteği getiriyor. Ama o küçük çocuklar aynı zamanda çok güçlü, bunu kendimden benzeri hikayeleri olan kız kardeşlerimden biliyorum.

“Kız çocuklarının varoluş hikayesi bir kahramanlık hikayesidir” demişim bir yazımda. Hiçbir destek mekanizması olmadan, sürekli ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmalarına rağmen bir yaşam kurarlar, başkalarına da yaşam sunarlar. Bu satırlarla anlattığımın bir yandan kendi hikayem olduğunu, küçük yaşta yaşadığım bir istismar olayını hatırlamaya başladığım terapi seansıyla fark ettim. Dört buçuk yaşındayken başa çıkabildiğim şey, (elbette yaralanarak) beni çok şaşırtmıştı. Hayatım boyunca kendimi güçsüz, zaman zaman köksüz çoğunlukla da yalnız hissetmiştim hayata karşı. Oysa bir çocukken de yetişkin olduğumda da kimseyi yalnız bırakmamaya çalışarak bir hayat kurmuştum. Güçsüzlük sandığım şey, bir yarayla birlikte hayata devam etmenin gücünü ve güçlüğünü içeriyordu.

Hayatım boyunca kınayı, sürmeyi sevdim. Kına toprakla uğraşan eli yaratmaya meyyal kadınları anımsatırdı. Sonra bir gün Şengal Katliamı oldu. Zihin almaz, kalp dayanmaz bir acı. Gidip elime ve bileğime ezidi dövmeleri yaptırdım. Bu acıyı hiç unutmayayım istedim. Sonra bir başka seansta bu dövmelerin ortak bir acının izi olduğu çıkageldi. Tüm bu dövmeli, eli kınalı, sürmeli kadınların hayatı benzeri acılarla doluydu da yine hayatı kuruyorlardı. Dayanıyorlardı, aklın almayacağı onca şiddete. Bir özdeşim kuruyordum onlarla.

Bir ağıt şöyle diyordu;

Taş olsam erir idim
Toprak oldum da dayandım
Demir olsam çürürdüm
Toprak oldum da dayandım

Bu kadınlar bu yüzden bu kadar toprakla bir geliyordu aklıma. Çünkü toprak ölüm ve yaşamdı. Tohumun büyüdüğü yerdi. Öte yandan sevdiklerimizi emanet ediyorduk toprağa. Kimseye emanet edemediğimiz çocukları, dostları, anaları babaları emanet ediyorduk. Toprak öyle bir yerdi. Yaşamdı. Tüm döngüleri içinde barındırıyordu. Ben de elime ne zaman kalem alsam tohumları ve büyümeyi yazıyordum.

O travmatik anda da toprağa bakıyorum. Çimenlere… Ve tepemde rüzgara eşlik eden kavak ağaçlarına. Baktıkça bedenim acıyor. Tanıdık bir baş dönmesi eşlik ediyor. Sevdiğim rüzgar düşman gibi. Tekrar kavak gördüğümde içim ürperiyor. Oysa ağaçları hep sevmiştim, şimdi bakamıyorum. Adını koyamadığım gözyaşları bir yası tutuyor, bir acıyı yaşıyor. Ağzımda cam kırıklarıyla uyanıyorum. Bedenim ve içimdeki çocuk, tüm acısını haykırırken bile zihnim, “yok olmamıştır” demeye kaçıyor. Bu hissi paylaştığımda, terapist “bu konularda hep çocuklara inanmakta zorlanır insanlar” diyor ve ekliyor “içindeki çocuk yaşadığını anlatmak için daha ne yapsın?”. Ben de içimdeki çocuğun, henüz kelimelere dökemediği ama anlatmak için elinden geleni yaptığı şeye inanmamak için sebepler bulmaya çalışıyorum. İstismara maruz bırakılmış çocuklara inanmayan ve onları yalnız bırakan tüm yetişkinler gibi. Zor bir yüzleşme! Oysa kabul edip sarıp sarmalamak lazım o çocuğu.

Her travma bir parçasını çalıyor insanın. Ben o kız çocuğunu içimde hiç kimsenin görmeyeceği ve erişemeyeceği bir yere kapayıp büyümüşüm. Onunla birlikte insanlara güvenmeyi, başkalarından güç alabilmeyi, destek istemeyi de oraya koymuşum. Üniversite için Ankara’ya geldiğimde hep şöyle derdim içimden “Ayakların yere sağlam bassın, sadece yerden/kendinden güç al.” Başkalarına güç vermeye çalışırken, destek talep edememek hayatı epey zorlaştıran bir şey. Başkasından bir şey istediğimde gözlerim dolardı. O zaman bilmiyordum tabi, gözleri dolanın, içi ürperenin, o içeriye kapadığım kız çocuğu olduğunu. Belki de ihtiyaç duyduğu ve desteğe ulaşamadığı o gün bırakmıştı destek istemeyi. Kim bilir?

Uzun zaman ne zaman içime baksam içimde bir karanlıkla karşılaştım. Bakması korkutuyordu. Çünkü karanlık her şeyi saklayabilir. Dışım bahardı, içim karanlık. Ama bir gün bir şeyler yazarken gördüm ilk kez o küçük çocuğu. Elinden tuttum. Sarıldım. Kendimle karşılaşıp o eksik parçayla kucaklaştığımda yanımda olan kız kardeşlerime sarılmam, onlara gönlümü açmam da olanaklı oldu. Onlardan destek alabilmem de.

İçimdeki çocukla karşılaştığımda fark ettim çocukluk fotoğraflarıma bakamadığımı. Her çocuk güzeldi benim gözümde ama kendi çocukluğum öyle değildi işte! Travmatik olaylar insanın kendiyle olan bağını koparıyormuş. Koca bir değersizlik duygusuyla baş başa kalıyor çocuk/insan. Büyüyorsunuz da içerde sevilmeyi, şefkat görmeyi hak etmediğini düşündüğümüz bir çocuk hiç büyüyemeden kalıyor bir köşede. Ondan değil mi hep o değeri fısıldayacak, azıcık şefkat gösterecek insanlara kapı açışımız. Değeri, şefkati sevgiyi dışarıda aramamız.

Bugün bu kadar zor bir deneyimi paylaşmaya iten bunun hepimizin hikayesi olduğunu fark etmem. Fiziksel, duygusal veya cinsel istismar bir çoğumuzun hikayesinin parçası. İhmal ve istismar hepimizin içinde küçük kız çocukları bıraktı. Ancak bunu fark etmek, ihmal ve istismar yaşayan bir çocuğa nasıl yardım edeceksek, nasıl şefkatle yaklaşacaksak içimizdeki o çocuğa da öyle yardım etmek mümkün.

Çocukluğu boyunca istismara maruz kalan Ahmet Emre Y. yargı süreci tıkanınca intihar etti. O gün çok zordu. Çok düşündüm hissetmiş olabileceklerine ve benim içimde canlanan benzer duygulara dair. Bu yüzden bunu dillendirmek bir borç. Evet o derin değersizlik ve çaresizlik duygusu ağır bir yok olma isteği getiriyor. Ama o küçük çocuklar aynı zamanda çok güçlü, bunu kendimden benzeri hikayeleri olan kız kardeşlerimden biliyorum. Onlar kötüye maruz bırakılan ama kötülüğe teslim olmayan çocuklar. Desteksiz, yardımsız ayakta durmayı başaran çocuklar. O değersizlik duygusuna karşı o küçük çocukların içlerindeki güce sığınalım. Olmayan bir yargı sistemine, cezasızlığa, dile getirmenin zorluğuna karşı birbirimize destek olmanın, ses olmanın, birbirimize karanlık anlarda ışık olmanın yolunu bulalım. Yalnız değiliz.

İçimizdeki çocuklara kulak verelim, ellerinden tutalım. Onlara zarar verenlerin seslerini kendi içimizden, sesimizden ayıklayalım. Biliyorum birçok kadının, çocuğun hikayesi benzeri yaralarla dolu. Hem kendi içimizde yaralı o çocuğa inanmadan başka çocuklar için iyi bir dünyayı nasıl kurarız? Üstelik yolları benzeri acılardan geçmiş kızkardeşler var yanımızda ve elleri sıcacık.

Bu yolda bana eşlik eden terapistime ve kız kardeşlerime şükranla…

İlgili haberler
Yalnız olmadığımızı bilerek yürümeliyiz artık!

Ankara’daki Hayvan Hastanesinde bir kadının maruz kaldığı tecavüz sonrası Veteriner Hekim Esra Doğu’...

Ben yeni bir yaşam kurmaya çalışıyorum, onlar enge...

Eşinden ayrılıp iki çocuğuyla birlikte yeni yaşamlarını kurmaya çalışan bir kadın; bir yandan krize,...

GÜNÜN FİLMİ: Yüzleşme

Çocukken gittikleri kilisenin papazı tarafından cinsel istismara uğrayan çocukların büyüdüklerinde k...