'İnsan gibi yaşamak, çocuklarımızı hasret bırakmadan büyütmek istiyoruz'
Eşi TÜPRAŞ işçisi olan bir kadın, TÜPRAŞ işçilerinin direnişini yazdı: 'Haksızlık karşısında avazımız çıktığı kadar bağırmak gerektiğini bir kez daha yaşayarak anladık.'

TÜPRAŞ işçilerinin direniş süreci, üç senede bir yenilenen sözleşme döneminde başladı. İstedikleri zam oranı verilmediği için sendika ve patron arasında sürekli görüşmeler yapıldı. Patron, belirlediği oranın üzerine çıkmadığı için iş yavaşlatma eylemi başlatıldı. Başlangıçta birkaç saat dışarıda bekleyip seslerini duyurmaya çalıştılar, fakat patron taleplere yanıt vermeyince bekleme süresini uzattılar. Görüşmeler devam ederken sendika patronla sözleşmeyi imzaladıktan sonra işçilere bildirdi. Kabul etmedikleri bu oran sonrasında, daha zorlu ve çetin bir mücadeleye girdiler.

Verilen ücretle geçinemediğimiz için sürekli mesai yapmak zorunda kalıyorlar. Çalıştıkları yer oldukça tehlikeli; soludukları hava bile zararlı. Sadece işçilerin hakları olan ücreti almasını istiyoruz; bu tehlikeleri görmezden gelmemelerini bekliyoruz. Hakları olan maaşı mesaiye kalmadan almalarını istiyoruz. Çünkü insan gibi yaşamak, çocuklarımızı hasret bırakmadan büyütmek istiyoruz.

Bir yandan da patronlar “Biz bir aileyiz” diyor. Peki, biz bu ailenin neresindeyiz? Madem aileyiz, neden bu kadar mutsuzuz? Çalışanlar olmasa o fabrika ya da o iş yeri olacak mı? Biz canımızı dişimize takıp gece gündüz çalışırken onlar lüks içinde yaşıyor. Patronlar mutlu, peki biz niye değiliz?

Ne istiyorlar emekçiden? Onlar olmasa siz olmazsınız! Yediğiniz her lokmada bizim emeğimiz var. Ama hakkımızı istediğimizde tehdit mesajları yağdırıyorlar. Bununla korkutup birkaç kişiyi tazminatsız işten çıkaracaklar ki diğerleri korksun. Ama korkmuyoruz! Susmuyoruz!

Hâlâ o sürecin içindeyiz ve sanırım en büyük ihtiyacımız sesimizi duyurmak. Devlet büyüklerinin bizi görüp yanımızda yer alması… Biz sadece sözlü destek verebiliyor ve sosyal medyayı kullanabiliyoruz. Hepimizin çoluğu çocuğu var, bir de benim özel gereksinimli bir çocuğum var. Eşimin yanında fiziken olamıyorum belki ama evde aklı kalmasın diye elimden geldiğince güçlü durmaya çalışıyorum. Nereye gittiğimizi bilmediğimiz bir yolda, ne kadar güçlü durursak o kadar iyi…

Bu süreçte aldığım en büyük ders, geçmiş için “keşke” dedirtti bana. Önceki dönemlerde boyun eğmeseydik, belki şimdi her şey farklı olurdu. Emekçinin gücünü görmüş olurlardı. Hem ülke olarak hem de bireysel olarak susmamak gerektiğini, haksızlık karşısında avazımız çıktığı kadar bağırmak gerektiğini bir kez daha yaşayarak anladık.

Geleceğe dair umudum maalesef yok. Okuyanlar iş bulamıyor, konuşanlar susturuluyor. Kadın olmak zor; hele bir kız çocuğu yetiştirmek, insanın hayatı bin defa sorgulamasına neden oluyor. Bir de özel gereksinimli bir çocuk annesiysen, geleceğin geçmişi aratmaması için dua ettiğin bir kaosun içinde buluyorsun kendini.

Ekmek ve Gül ile yıllar önce ilkokuldan tanıdığım, güçlü duran, sözünü sakınmayan, hakkını savunan bir arkadaşım sayesinde tanıştım. Hayat bu ya, yıllarca görüşmezsiniz ama bir şey vesile olur, yeniden bağ kurarsınız. İyi ki kurmuşum! Mücadelenizde yalnız olmadığınızı bilmek çok güzel ve bu süreçte yeni şeyler öğrenmek de öyle…

İlk okuduğumda bu dergiyi, kadınların ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Biz istersek yoktan var edebiliyormuşuz. Şu zamana kadar susturulmuşuz ama artık kendimizi dinletmeyi başarmaya başlamışız. Özellikle buna hassasiyet gösteren böyle bir derginin varlığı beni çok mutlu etti. Belki gelecekten umudu kesmişken bir umut ışığı görmemi sağladı.

Fotoğraf: Evrensel