Ruhun örümcek ağı
‘Kaçınılmaz son vücut buldu. Benliğinde oluşan kara delik büyüdükçe büyüdü, iyiye ve güzele dair ne varsa yuttu. Kişi ruhunu kendi elleriyle çarmıha gerdi.’

Neler yazılmadı, neler söylenmedi ki sevgiye dair. Evrenin dahi bu sebep üzere var olduğunu düşünürsek; sevgiyi bir köşesinde barındırmayan kalp, iflas etmiş demektir.
Özünde kâinatı taşıyan sevgi, insanın onu hissetmesiyle anlam buldu. Kişi dağları, denizleri, çiçekleri, yıldızları, hayvanları sevdi. Doğayı sevdi. Sevgi kabına sığmadı başka bir insanı sevdi. Kadın erkeği, erkek kadını sevdi. Adına aşk dendi.
Birini sevmek, kendi ruhunu başka birinin aynasından izlemektir. Aynı duyguları hissedebilen, birbirine ayna olabilen kişiler, sevgiye ve insanlığa dair tüm kavramların hızla ve hunharca tüketildiği bu çağda birer mucize sayılmalı. Bu cevheri bulana ve bulduktan sonra koruyabilene aşk olsun!
Bir kalbin sıcaklığını hissetmek, dünyayı onun sevgisiyle yorumlamak, gök kubbeye salıncak kurarak ayaklarını denize uzatmak gibidir. Aşkla inşa edilmiş yeni bir ülkenin keşfine varmaktır. Yaşamı daha anlamlı kılmaktır.
Hele bir de hem sevip, hem de sevilince kişinin duyguları mayalanarak çoğalır. Gökkuşağından bir gözlükle rengârenk seyreder hayatı. Sevgiyle bakıldığında, dünya daha güzel, daha yaşanılası bir yer olur.
***
Fakat şu da var ki; sevmenin büyüsünü kavrayamayanlar yalnız “sevilmeyi”, sevmeye yeğ tutar. Zannedilir ki hayatın anlamlı kılınması sadece sevilmekle mümkündür. Oysa hayatın hazzına varmakta sevilmek kadar, sevebilmenin de önemli rolü vardır.
Sevmeyi bilmek evrenin özüne ulaşmaktır. Sevmenin verdiği o muhteşem hazzı tadan kişi, ne kadar sevildiğinin ya da sevilmediğinin hesabını yapmaz. Bu tüccarların ve sevgiyi bilmeyenlerin işidir. Yani, Zühre’nin Tahir’i sevmemesinden dolayı Tahir’in, Tahirliğinden bir şey kaybetmemesidir.
***
Madalyonun diğer yüzü olan sevgisizlik ise benliğin kara deliğidir. İnsanın yitip gittiği yerdir.
Kişi gereksinim duyduğu sevgiyi kolayca tatmin ve temin edebileceğini düşündüğü mecralara yönelir. Çocukluk çağında yeterli sevgiyi göremeyen ve ileriki yaşlarda doğadan kopan birey mutlak sevgiden ve gerçeklikten de kopmaya başlar. Çünkü kâinat boşluğu kabul etmez. Bunu sancıları gerçek, kendisi sanal ortamlarda görmek pek mümkün.
Bu bağlamda; Sözüm ona sanal aşkları ve arayışı ele alalım. Kişi bu eğiliminde, birkaç ifade simgesiyle “smiley” süslenerek gelişi güzel ve bol keseden sarf edilen sözlerin, bilinci aç, egosu yüksek, ruhsuz ve şuursuz eylemlerden ibaret olduğunu fark edemeyebilir.
Sevgi ve mutluluğu bulma yolunda gerçek ve sanal dünyayı birbirinden ayıramayan, bu ve benzeri ortamlara yoğunlaşan, nitelik ve niceliklerini doğru belirlemeyenler rotasını kolayca şaşırabilir. Yanlış zeminlerde arayışını sürdüren kişi, yanlış seçimlerinden dolayı benliğini parçalayarak günbegün eksilir. Eksilen parçaların yerine yenisini ve iyisini koyması güçleşir.
Bu mecrada aradığını bulamayan kişinin tatminsizlik ve sevgisizlik nedeniyle içselleşen mutsuzluğu, kendisini değersizmiş gibi algılamasına neden olur. Bu öyle bir duygudur ki, insanın ruhuna balyoz gibi iner, yerle bir eder. Böyle bir ruh haline bürünen kişinin yaşamı iyi ve güzel ile anlamlandırması ve üretmesi daha da güçleşir. Kişi üretemedikçe kendinden tüketmeye başlar. Hayalindeki fildişi kulesi yıkılır. Yerine kendisine, dört tarafı keder ve umutsuzluktan oluşan arabesk bir dünya inşa eder.
Bu dünyaya kendini kaptıran kişi alt ve üst bilinci arasında bocalar. Duyguları tutarsızlaşır. Gece başka bir ruhun, gündüz başka bir ruhun insanı olan birinin, gerçek dünyada ilişki içerisinde bulunduğu kişilerle seviyeli ve dengeli ilişkiler kurması, doğru değeri vermesi, güçleşir İçinde herkese karşı güvensizlik, öfke ve nefret duyguları biriktirir.
Kişinin doğaya ve kendisine karşı yozlaşmasıyla başlayan bu çıkmazda, İnsan Gönül sermayesini "sanal örümcek"in aldatıcı cazibelikle örülmüş ağlarına emanet etmesiyle heybesini kötücül duygularla doldurdu. Bir derenin huzur veren şarkısına eşlik etmekten vazgeçerek, bir elin sıcaklığını ve terini hissetmek yerine plastik tuşlardan medet umması, gönül evini bataklık kenarına yaparak sonrada sivrisineklerden şikayet etmesi, ruhunun sıtmaya tutulması da işin doğal sonucu oldu.
Kaçınılmaz son vücut buldu. Benliğinde oluşan kara delik büyüdükçe büyüdü, iyiye ve güzele dair ne varsa yuttu. Kişi ruhunu kendi elleriyle çarmıha gerdi.
Oysa yaşanılası bir dünya, huzurlu bir ruh için ihtiyacımız olan şey, şairin dediğiydi.
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey’’
Zülfü Livaneli

İlgili haberler
GÜNÜN ŞARKISI: Nazende Sevgilim Yadıma Düştün

Birçoğunuz bilir bu Azeri ezgiyi. Özellikle Ezginin Günlüğü tarafından söylenen meşhurdur. Bilenler...

GÜNÜN KİTABI: Sevgi Korkuyu Yendi

Frances Trollope’un 1840’ta yazdığı çocuk işçileri konu alan romanı Sevgi Korkuyu Yendi’yi biliyor m...

GÜNÜN İNADI: Sevgilisini terk edip motosiklet turu...

Kadınların inat edince, kararlı durunca gerçekten harika olmuyor mu?