GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Defter
‘İstediklerini yapmazsam beni annelerine şikayet edeceklerini, işten attıracaklarını söylediler. Dediklerini duysanız siz bile korkardınız. Benim için öyle şeyler uydururlarmış ki...’

- Bizim ev, o köprünün başındadır. Şehri ikiye bölen derenin üzerindeki tarihi taş köprülerden en güzelinin... Kentin en eski, köklü ailelerinden biriymiş annemin dedeleri. Eskiden bizimki gibi bir sürü konak varmış civarda. ‘Dere Boyu Konakları’ diye anılırmış buralar. O kalburüstü aileler birer birer satıp gitmişler evlerini. Annem, “Asla satmam!,” diyor. Soyluluğumuzun göstergesiymiş bu konak. Bu mahalledeki tek saygın aile bizmişiz uzun zamandır!

- Çalıştığım ev o köprünün yanı başındadır. Üç katlı, asırlık bir konak. Evle ırmağın arasından, pek işlek olmayan, daracık bir yol geçer. Beş tane odası var konağın. Evinden, “Konak” diye bahsedilmesinden hoşlanır hanımefendi. İçini komple tadil ettirmiş zamanında. Yaptığım temizlik görünüyor! Pırıl pırıl, pek zevkli, pek kaliteli her şey!

- Yaz gelince, mahallenin çocuklarının en büyük eğlencesi ‘köprü geçme’ oyunudur. Amaç, taş köprünün dış kenarlarındaki çıkıntılardan, suya düşmemeye çalışarak karşıya geçmektir. Kışın çok gür akan derenin suyu yaz sıcaklarında iyice azalır, sakinler, küçük bir gölete dönüşür. Köprü başlarında kuyruğa girip, sıranın kendisine gelmesini bekleyen çocukların sesleri, gülüşleri evimizin içine dolar bütün gün.

- Hanımefendi, çocukların dışarı çıkmasına, sokakta diğer çocuklarla oynamalarına kesinlikle izin vermez. Beni de sıkı sıkı tembihler. Evde, Ozan’la bile oynamalarını istemez oğlanların! İşe başladığım ilk günler Ozan’ı pek sevmişti çocuklar! Odalarına çağırıp oyunlarına katmışlardı. Anneleri farkına varınca çıkışmıştı bana. Çocukların ders çalışmasına engel oluyormuş bu durum. Kabul edilemezmiş!

- Annem, bırakın köprü geçme oyununu, sokağa çıkmamıza bile izin vermez! Kardeşimle beraber, dışarıdaki çocuklar fark etmesinler diye, tül perdelerin arkasından onları izleriz biz de. Arada, köprünün çıkıntılarından, düşüyormuş gibi yapıp, özellikle kendilerini suya bırakan büyük çocuklar, suyun içinde hoplayıp zıplayıp bizim camlara döner, el kol işaretleri yaparlar. “Aayy, su çok güzeeel, hadi siz de geliiin” diye bağırır, dalga geçerler bizimle. Nerden biliyorlarsa orda olduğumuzu, onları seyrettiğimizi! Oysa kardeşim de ben de yüzmeyi çok iyi biliriz! Belki de o çocuklardan çok daha iyi! Çünkü biz, her hafta sonu havuza gider, öğretmenlerimizin gözetiminde, tekniğini bilerek, kurallarına uygun yüzeriz. Annem niye derede yüzmemize izin vermez ki?!

- Anneleri özel bir şirkette yöneticidir. Eşinden boşanalı on sene olmuş. Küçük oğlan doğduktan sonra ayrılmışlar. Benim kocam da, Ozan doğduğunda bıraktı gitti bizi. Yedi yıl oldu. Geçen sene bu işi bulana kadar çok süründüm orda burda. Parası çok değil, ama memnunum. Evin bütün işini yapar, yemek pişirir, hanımefendi gelene kadar çocukların başında bulunurum.

- Bu sene yaz erken geldi. Hava haziranın başında temmuz gibi sıcak. Okullar kapanmadan köprü geçme oyununun açılışını yaptı mahallenin bebeleri. Dayanamadılar iki hafta daha! Onlara eğlence, bize can sıkıntısı başladı yine!

- Ozan’ın okulu hemen köprünün karşı ayağında. Hanımefendi yardımcı oldu oraya yazdırmama sağ olsun. İkametgahı burasıymış gibi gösterdik. Eve yakın olmasına öyle seviniyorum ki! Sabah dolmuştan inince ben bırakıyorum okula, öğlen de kendisi geçiveriyor bu tarafa. Daha pek küçük ama alıştı bile. Okulun dağılma saati gözüm köprüde yine de…

- Fikir, geçtiğimiz pazartesi kardeşimin aklına gelmiş ilk. Ufaklık benden üç yaş küçük ama kafa zehir gibi! O söyledi bana.

- Evin işleri öğleden sonra biter ancak! Ozan derslerini yaparken, ben de akşamın yemeklerini pişiririm. Pişen yemekten biz de yeriz. Mutfakta! Çocuklar akşam üstü dönerler okuldan. Yemeklerini yemek odasına hazırlarım. Hanımefendi geç gelir. Biz gittikten sonra yer yemeğini. Başlarda Ozan sorardı, “Niye biz de onlarla yemiyoruz anne, neden sürekli mutfakta durmak zorundayız? Bir şeyler uydurup geçiştirirdim. Zamanla sormaz oldu o da. Karnımız güzel doyar ya, Allah’a şükür! Hanımefendi çocukların eski giysilerini -iç çamaşırlarına varıncaya kadar-, okul eşyalarını verir Ozan için. Kendi eskilerini de bana! Sağ olsun! Eski demeye bin şahit ister! Bir-iki ancak giyilmiş, pırıl pırıl! Temiz pak giydiririm yavrumu. Hiçbir eksiği yok çok şükür! Verdiği şeyler hep marka! Okulda soruyorlarmış oğluma, “Senin ailen zengin mi?”, diyorlarmış. Ben de sıkır şıkır giyinirim! Kendi mahallemizdeki komşular hasetlenip dururlar!

***

- Ayşe Abla’yı camları silerken dikkatlice izledik bu hafta başı. Her pazartesi cam silme günüdür bizim evde. Annem pırıl pırıl olmasını ister tüm camların. Daha önce nasıl oldu da farkına varmadık bilmiyorum…

- Beni, pencerelerin dışına çıkıp camları silerken görünce akıllarına gelmiş! Hem dengesini çok iyi sağlayan, hem de cesur biri olduğumu düşünmüşler. O gün dikkatimi çekmişti zaten. Camları silerken beni ilgiyle seyrettiklerini, aralarında fısır fısır konuştuklarını fark etmiştim. Plan yapıyorlarmış meğer!

- Bir ayağı pencerenin iç, diğer ayağı dış pervazındaydı. Camı bacaklarının arasına alıp, bir eliyle çerçeveye tutunuyor, bezin olduğu diğer eliyle camı siliyordu. Çok etkileyiciydi! Camın en uzak köşelerindeki lekeleri çıkarabilmek için, çerçeveyi tutan kolunu yay gibi gerip, tüm vücudunu olabildiğince ileriye uzatıyor, diğer kolu tıpkı bir araba sileceği gibi yarım ay şeklinde gidip geliyor, kirli kalan köşeleri, ayaklarının ucuna basıp iyice abanarak uzanıp temizliyordu. Zayıf olması, hareketlerini çevikleştiriyordu. Bizim için biçilmiş kaftandı sanki! Büyülenmiş gibiydik. Camlardan birini bitirip diğerine geçtiğinde biz de onunla birlikte yer değiştiriyor, arada bize şaşkın şaşkın bakmasına, bir-iki kez onu niye izlediğimizi sormasına aldırmadan seyretmeye devam ediyorduk.

- Tedirgin olmuştum o gün. Hatta bir iki defa sordum onlara neden öyle pür dikkat beni izlediklerini. Büyülenmiş gibiydiler. Bütün gün beni takip ettiler o gün. Bir çeşit oyun oynadıklarını düşündüm.

- Ayşe Abla’nın gözetiminde bu işi başarabileceğimize karar verdik sonunda. Kardeşimle iki gün boyunca onu nasıl ikna edebileceğimizi tartıştık aramızda. Sonunda anlaşıp, düşüncemizi açtık Ayşe Abla’ya.

- Kabul etmedim tabi! Direndim. “Anneniz duysa neler olur biliyor musunuz?, dedim. “Zaten sular henüz yeterince azalmadı, çok tehlikeli”, dedim. “Siz yüzme biliyorsunuz ama ben bilmiyorum”, dedim. Dinlemediler bile. Çok zorladılar. İstediklerini yapmazsam beni annelerine şikayet edeceklerini, işten attıracaklarını söylediler. Dediklerini duysanız siz bile korkardınız. Benim için öyle şeyler uydururlarmış ki, işten attırmakla kalmayıp, hapislerde bile çürütebilirlermiş! Bana söylediklerinden de, çocuğumla ortalıkta kalıp sürünmek düşüncesinden de çok korkmuştum! “Sadece karşıya geçip, döneceğiz. Tek gidiş dönüş”, dedim sonunda. “Peki”, dediler.

***

- O gün kardeşim hasta olduğunu, okula gidemeyeceğini söyledi anneme. Başka zaman olsa, ölsek izin vermezdi okulu asmaya. Ama okulların son haftasıydı zaten. Ders mers yapılmıyordu artık. “İyi, sen de gitme o zaman, kardeşine bak”, dedi bana. Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştik. Sevinçten deliriyorduk!

- Köprünün yan duvarlarındaki çıkıntılara basa basa ortaya kadar gelmiştik. İkimiz de çok eğleniyorduk. Ayşe Abla bizim aramızda ilerliyor, kardeşimle bana rehberlik ediyordu. İkimizi de, düşmeyelim diye sırayla tutuyor, sürekli direktiflerle güvenli bir şekilde ilerlememizi sağlıyordu. Biz çığlık çığlığa kahkahalar atıp bağırıyor, bütün mahalleye orda olduğumuzu ilan ediyorduk. Zevkten sarhoş olmuştuk. Annemin öğrenmesi mümkün değildi. O işten dönmeden, biz çoktan evde olacaktık. Daha öğlen bile olmamıştı. Çok vaktimiz vardı. Defalarca geçebilirdik köprüden. Ayşe Abla’nın sürekli, “Tek gidiş dönüş, öğleden önce evde olmalıyız!” demesine aldırmıyorduk bile. Bi şekilde kandırırdık onu. Her şey harika gidiyordu. İlk köprü geçişimizi tamamlamak üzereydik. Köprünün başında bir sürü bebe birikmiş şamata yapıyordu. Okul erken dağılmış olmalıydı o gün... “Anneee, ben de geliyoruuum” diye incecik, neşeli, tanıdık bir ses duyduk kalabalığın içinden. Ozan, sırtında okul çantası, yüzünde kocaman bir gülücük, köprünün daracık üst korkuluğunda, kollarını iki yana açmış bize doğru koşuyor, hepimiz köprünün duvarına yapışmış, dehşet içinde ona bakıyorduk...

***

- Hastanede, elime bir paket tutuşturdular. Önüme, üzerinde yazılar olan bir kağıt sürdüler. Paketi açtım. Tişörtü, pantolonu, çorapları, iç çamaşırlarını kenara ayırdım. Çürümüş su kokuyorlardı... Okul çantasını açtım. Hâlâ ıslaktı! İçinden küçük defteri çıkarttım. Sayfaları birbirine yapışmıştı. İlk yaprakları özenle ayırdım. Satırlardaki düz çizgiler, eğik çizgiler, yuvarlak işaretler solmuş, akıp birbirinin içine geçmişlerdi. Görevli, oğlumun özel eşyalarını aldığıma dair kağıdı imzalatmak istedi bana. “Onlar bize ait değil”, dedim.
Defteri alıp çıktım ordan.

YAZARIN KISA ÖZGEÇMİŞİ
1966 doğumluyum. Elektronik mühendisiyim. Bir kamu kurumundan emekliyim. Ankara’da yaşıyorum.


İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kalbinde Kaybolan

‘Ne öğretmelisin bu küçük çocuklara? Dersler ezber! Ya nedenler? Çocukların soruları hep hayatlarına...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kâğıt Parçası

‘Olanca gücüyle yüklendi. Tüm ağırlığını vererek omzundan bastırıp çökertti yere. Daha açılan açıldı...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Korkmadan Uyanmak

‘Artık sesimi unuttum, dilimi yuttum. İki kulağım tetikte. Düşman rahat bırakmıyor. Sığınaktayım ve...