GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Postal
Postallar düşüyor aklıma, kara postallar, derisi çatlamış, çatlakların arasında kurumuş çamur ve pislikler. Bembeyaz halılara basıyorlar, halıda kocaman ayaklarının izleri...

Postallar düşüyor aklıma, kara postallar, derisi çatlamış, çatlakların arasında kurumuş çamur ve pislikler. Bembeyaz halılara basıyorlar, halıda kocaman ayaklarının izleri...
Postallar, yerde yüzüstü yatan adamı dürtüklüyor. Adam çıplak, sadece beyaz bir don üzerinde. Adam neden bu kadar derin uyuyor?
“Kalk dedim sana” diye bağırıyor postallar.

Ben ise küçüğüm. En fazla yedi-sekiz... Ve küçücük ellerimle gözlerimi kapatıyorum çamurlu postalların adamı nasıl itelediklerini görmemek için. Adam yattığı yerden başını çeviriyor, kendini çok uzaklardan çağırır gibi bir hali var, ayılmaya çalışırken postalı görüp irkiliyor.
“Komutanım” diyerek doğruluyor yattığı yerden.
“Komutanın değilim ben senin, kalk çabuk”
“Ben bir şey yapmadım” diyor üzerine örtecek bir şeyler ararken. İri cüssesiyle ayağa kalkmaya çalışıyor ama sendeliyor. Odayı yoğun bir alkol kokusu sarıyor. Küçük ellerimi şimdi de burnuma götürüyorum.
“Şu rezilliğine bak, utanmıyor musun? Çabuk kalk giyin, bizimle karakola geliyorsun.”
“Ben suç işlemedim komutanım...”
“Ben komutan değilim dedim sana, polis, polis, haydi giy şunları”
“Pardon. A-amirim...” diye kekelerken el yordamıyla bulduğu lekeli bir Jean pantolonu çekiştiriyor adam.
“Hakkında şikayet var. Onu karakolda anlatacaksın, yürü...”
Kanındaki alkolden dolayı yalpalayıp, duvardan destek alarak yürürken bir yandan da anneme soruyor...
“Kadın! Ben sana ya da çocuğuna bir zarar verdim mi, anlatsana polislere”
Çocuk dediği benim aslında ama hiç üzerime alınmıyorum, sanki bir gecede büyümüşüm.
Sokak kapısına giden koridorda ilerliyorum. Ev savaş alanına dönmüş, devrilmiş abajurlar, ayağı kırıldığı için yan yatmış etajer, yırtılmış koltuk kumaşlarının parçaları, yere fırlatılmış yumurtalar ve cam kırıkları. Postalların altında çatırdıyor camlar.
“Bütün bunları sen mi kırdın ha it herif?”
“Ben kırmadım komiserim.”
Bir saat önceki gürültülerden eser yok. Herkes suskun şimdi. Olayı duyar duymaz kapısını sımsıkı örtmekle kalmayıp bir de arkadan sürgüleyen komşu kadın da kesin delikten bakıyordur. “Oh” diyordur “iyi ki çıkmamışım.”Yardıma koşan üst kat komşuları da merdivenlere dizilmiş, hepsi iri cüsseli adamın elleri arkadan kelepçelenmiş evden çıkışını izliyorlar. Kafası eğik, omuzları düşmüş... Düğmeleri yanlış iliklenmiş bir gömlek üzerinde... Postallar kadar siyah bir gecenin sabahında, gün hâlâ aymamışken götürüyorlar adamı. Kapıda, yanıp sönen ışıkları evin içine kadar yansıyan iki adet polis arabası bekliyor. Birine onu bindiriyorlar. Diğerine ise annemle beni. Üst kattaki komşu teyze şahitlik etmek istediğini söyleyerek son dakika sığıştırıyor kendisini polis arabasının arka koltuğuna.
Gidiyoruz yanıp sönen ışıklar içerisinde. Siren sesi de çıksa havamız bin beş yüz olacak hani, çıkmıyor.
Yedi ya da sekiz yaşındayım.
Anlayamayacak kadar küçük ama unutamayacak kadar büyük.
Karakola varınca önce iri cüsseli adamın kafasını eğerek indiriyorlar ışıklı arabadan. Onun içeri girişini seyrediyoruz.
“Haydi Hasan” diyor annem bana. Elini tutuyorum.
“Sakın korkma” diyor Komşu Teyze “her şeyi anlat.” Memeleri gözüküyor sabahlığının arasından.
“Silahı nerede?”
“Sakladık onu, korkma.”
Komşu Teyze “korkmayın” diyor ya, korkmuyorum.
Komşu Teyze, korkusuz. Beni o yangın yerine dönmüş evden kucaklayıp kurtaran o.
“Hanım şimdi inebilirsiniz, güvendesiniz” diyor bir ses. Annem elimi bırakıyor. Komşu Teyze ve annemin peşi sıra yürüyorum. Bir odadan, diğerine geçiyoruz. “Komiser sizi bekliyor” diyen o ses beni öyle ürkütüyor ki, içeride korkunç bir amir hayal ediyorum.
Onun aksine masmavi gözlü yumuşacık babacan bir adam karşılıyor bizi.
“Gel hanım, otur, sen de otur küçük” diyor.
“İsmin ne bakayım?”
“Hasan” diyorum. Komşu Teyze sabahlığından fırlamış memelerini örtmeye çalışıyor. Merakla yan odaya uzatıyorum başımı. Parmaklıklı bir odada o adam oturuyor. Gömleğinin düğmeleri yamru yumru iliklenmiş, kös kös oturuyor.
“Anlat bakalım, ne yaptı bu adam size?”
Annem anlattıkça anlatıyor, ben ise göz kapaklarımın ağırlığına engel olamayıp kafamı annemin koluna yaslıyorum.
Sarhoş kelimesini duyuyorum uzaklardan bir yerden, sonra kavga, tehdit, kezzap, dayak, kırdı, döktü... Koskoca kanepeyi ortadan ikiye ayırmış diye söze karışıyor Komşu Teyze.
Başka kadınlara gittiğini de söyle, anlat anlat...
Beyaz halıyı düşlüyorum, çamur oldu cânım halı.
Nasıl yardım istedin peki?
Boğazıma yapıştı, öldüreceğim dedi.
Kapının kilidini zar zor açtım.
Çocuk var diye üst kilidi de kilitlerim hep, el alışkanlığı işte.
Dur kızım yavaş anlat, zabıt tutuyoruz.
Annemin kolu sıcacık, kafam daha da düşüyor, karnına doğru.
Sonra...
Sonra “imdaat” diye çıktım evden.
Karşı komşu açmadı kapıyı. Git buradan, seni alamam, kocam beni öldürür diye bağırdı.
Üst kat komşumla kocası aldı beni içeri, sakladılar.
Peki ya çocuk?
İçerideydi.
Adam bütün evi kırıp dökerken çocuk içeride miydi?
Sahi içeride miydim?
Sağ olsun girip çocuğu kurtardı komşular.
Demek içerideymişim. Sahiden içerideymişim.
Komşu Teyzenin ayaklarına takılıyor gözüm. Çorap yok, bir plastik terlik sadece, akça pakça ayakları kan içinde, kesik içinde.
Can kırıkları her yerde.
Sabahlığının eteklerine bulaşmış ayağından akan kanlar.
Anneme yasladığım kafamı kaldırıyorum. Gözlerim açık.
“Bu adam bu gece nezarethanede kalsın da aklı başına gelsin. Zaten sarhoş, bir de güzel ders verir ona memur arkadaşlar. Hanım sen de evine git, kapında bir memur arkadaş duracak üç gün. Sonra aranız düzelmezse hemen bana gel. Benden sana tavsiye, el kadar çocuğu da bir daha asla içeride bırakma.”
Bu kez ışığı yanmıyor polis arabasının.
Eve girer girmez odama koşuyorum. Annemle kartondan yaptığımız araba garajım da öfkeli bir tekmeden nasibini almış.
“Artık senin baban bu” dedikleri gün bana hediye ettiği oyuncak arabanın da tekeri çıkmış yerinden.
Olsun, o zaten hep çıkardı.
Annem çok sonra gelip sarılıyor bana.
“Özür dilerim” diyor.
Yüzümü dönmüyorum.

Postallar bekliyor kapımızda.

Öykünün yazarı İrem Uzunhasanoğlu kimdir?
1983 İstanbul doğumludur. İstanbul Üniversitesi’nde Filoloji okuduktan sonra New York Üniversitesinde Yüksek Lisansını tamamlamıştır. Işık Okulları Ve Robert Kolej gibi okullarda İngiliz Edebiyatı ve İngilizce dersleri vermiştir. Öyküleri ve makaleleri Varlık Dergisi ve ÖtekiDergi’de yayımlanmış. 2015 yılında düzenlenen yarışmada ‘Kundak’ isimli öyküsü Nazım Hikmet Kültür Merkezi tarafından Açık Radyo’da okunmak ve daha sonra kitaplaştırılmak üzere seçilmiştir.
Yazar, ilk roman denemesi olan ‘Gitme, Gül Yanakların Solar’ da Türkiye Yunanistan nüfus mübadelesini anlatmış ve romanını Lozan mübadillerine adamıştır.
Yaratıcı yazmayı destekleyici ‘365’ isimli kitabı ise genç yazarları teşvik etmeyi ve onlara yazmayı sevdirmeyi amaçlamaktadır.
Yazar, İstanbul’daki evinde eşi ve oğlu ile yaşamakta, okuma- yazma ve kültürel faaliyetlerine devam etmektedir.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yangın

Onu son gördüğümüzde bir kâğıdın üstüne ev çiziyordu. O evin önünden sahile uzanan kısacık bir yol....

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ostrovski

Şehri binlerce gözde terk ettim. Büyük kemerin altından geçerken hepiniz ordaydınız. Kapılar ardımda...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kırda bir pazar

Küçük bir kız çocuğunun öyküsü bu. Yasemin Yazıcı’nın kaleminden hayatın acımasızlığı ile çok erken...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Değiştirilenler

Yarın onlar da dönecekti. Evde kimse olmayacaktı. Falımdaki boş mezarı göreceklerdi ve onlar da deği...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ben sizi ararım

Yokuşu yarıladığında iş görüşmesinde giyilmemesi gereken ne varsa üstüne geçirdiğini fark etti. İş g...

GÜNÜN FİLMİ: Rosa Parks’ın öyküsü

Cesur bir kadının hikayesini izlemek ister misiniz? Siyahi ayaklanmanın fitilini ateşleyen Rosa Park...