GÜNÜN PORTRESİ: Türkiye’nin ilk kadın kimyageri Remziye Hisar
Türkiye'nin ilk kadın kimyageri Remziye Hisar’ın öyküsü bilim alanında, bir kadın olarak hak iddia edebilmek için hep mücadele eden bir kadının başarı öyküsü...

Remziye Hisar, 1902 yılında önce taşra zabiti, daha sonra da istihkâm kaymakamı olan Salih Hulusi Bey ile Ayşe Refia Hanım'ın kızı olarak Üsküp'te dünyaya geldi. Aile Meşrutiyetin ilanından bir yıl sonra İstanbul'a taşındı. Remziye'nin okumaya karşı ilgisi küçük yaşlarda başlamıştı. Davut Paşa'da bulunan üç yıllık Mekteb-i İptidaiye'yi bir yılda bitirdi. Daha sonra İttihat ve Terakki Mektebi'nde ve Emirgan İnas Rüşdiye'sinde (Kız ortaokulu) okudu. Çapa Muallim Mektebi'nin üniversiteye hazırlık için kurulmuş iki sınıflık bölümünden de 25 Temmuz 1919 yılında mezun oldu.
Kendisiyle yapılan söyleşide öğretmen okulunda matematik derslerinin çok iyi olduğunu vurguladıktan sonra, alt sınıflara matematik dersleri de verdiğini anlatır. Öğretmen Lisesinin ardından, o zamanki adı İstanbul Darülfununu olan İstanbul Üniversitesi Kimya Bölümüne girdi. Kimya bölümünde üç kadın öğrenci vardır ve üniversitede kadınlarla erkeklere ayrı ayrı sınıflarda ders verilmektedir. Yani şöyle diyelim, erkeklerden arta kalan zamanlarda üç kadına ders verilmektedir.

BAKÜ’DE ÖĞRETMENLİK PEŞİNDE
Her şeyin karışık olduğu savaş yıllarında üniversitede pozitif bilim okumaya ve bilim kadını olarak ismini ve ülkesinin ismini dünyaya duyurmaya niyetli olan genç kadının yolu, ilk kez babası tarafından kesilir. Kız çocuklarının okuyarak bir meslek edinip, kendi hayatlarını sürdürmeleri o devirde çok rastlanan bir deneyim değildir. Genç kadınların yaşamı evlilik içinde tanımlanmıştır genellikle. Babasının “Bana bak kızım, sen baron kızı değilsin; ben ölünce ne yapacaksın? Evlenmeye mecbursun, taliplerinden birini seç” deyip kendisini üniversiteden almayı düşündüğünü belirtir. Ama o, okumayı, okulunu bitirmeyi, bir meslek sahibi olmayı aklına koymuştur, evlenmek en son düşündüğü şeydir. Babasına çok kırıldığını söyler.
Bu sırada kimya bölümünde bir söylenti dolaşmaya başlar. Bakü’de açılacak bir okul için kimya öğretmenleri aranmaktadır. İstemediği biriyle görücü usulü evlenmektense, öğretmenlik yapmak üzere Azerbaycan'a gitmeye karar verir ve izni de babasından değil annesinden alır. Birkaç kadın öğrenci ve hocalarıyla birlikte Bakü'ye hareket ettiler. Burada savaş koşullarında epey zorluk çektiler. O günlerini şöyle anlatıyor: “Aradan 20 gün geçmişti ki bir haber geldi. Maarif vekili bizlerden birini ders verirken dinlemek istemiş. Erkek öğretmen okulunda erkek öğrencilere ben ders verecektim. Bu benim ilk hocalığım olacaktı. Yabancıların önündeydim ve başarım memleketimin başarısı olacaktı. O derste Çanakkale Zaferi'ni anlattım. Dersten çıktıktan sonra maarif vekili gelip elimi sıktı, beni tebrik etti. Bakü'de kalmamıza bu ders üzerine karar verildi.”
Burada kız öğretmen okulunun açılmasıyla ilgili verilen bir toplantıda Doktor Reşit Süreyya Gürsey ile tanıştı. 20 Nisan 1920'de onunla evlendi ve İstanbul'a geri döndüler. Bir yıl sonra, ileride ünlü bir fizikçi olan oğlu Feza Gürsey'i dünyaya getirdi. Çocuk bir buçuk yaşındayken Adana Kız Öğretmen Okulu’na hoca olarak tayin edildi. Orada büyük sıkıntılar içinde öğretmenlik yaptı. Eşi hastalık nedeniyle Paris'e gidince, Remziye Hanım da onu takip etti. Paris'te kimya okuyup, uluslararası planda bir bilim insanı olmayı düşünüyordu. Fakat kimya okumak için Fransa'da iki yıl yüksek matematik okuması gerekiyordu. Matematik okudu ve Sorbon'da kimya okumaya hak kazandı.

SORBON’UN BAŞARILI ÖĞRENCİSİ
Sorbon'da ders aldığı hocalar arasında ünlü bilim kadını Marie Curie de bulunuyordu. Paris'teki eğitimi sırasında en hoşuna giden şey laboratuvar çalışmalarıydı. Bu arada biyokimya ilgisini çekmeye başlamıştı. Pasteur Enstitüsü'nü takip ederek, oradan biyokimya sertifikası aldı. Milli Eğitim Bakanlığından burs alıyordu. Doktora aşamasına geldiğinde bursu kesildi ve onu İstanbul'daki Erenköy Kız Lisesi'ne öğretmen olarak tayin ettiler. Paris'ten zor ayrıldı çünkü amacı doktorayı da bitirmekti. Ülkeye döndüğünde bakanlığa tepkiliydi. Erenköy Kız Lisesinde hiç istemediği idari bir göreve atanmıştı. Burada bir süre çalıştıktan sonra Zonguldak'ta bir lisede öğretmen aradıklarını gördü, bakanlığa bir mektup yazarak doktorasını engellediklerini, hiç olmazsa öğretmen olarak çalışmasına izin vermeleri gerektiğini bildirdi.
Çok tuhaf bir biçimde bakanlıktan doktora için burs çıktı. Bu arada bir kız çocuğu da dünyaya getirmişti. Ve 1930 yılında doktorasını tamamlamak üzere tekrar kızı ile birlikte Paris'e gitti. Bakanlık oğluna Galatasaray Lisesi'nde yatılı okuması için burs vermişti. Bu arada eşinden de ayrıldı. Yanına kardeşini de alarak, yarım bıraktığı doktora çalışmalarına geri döndü. Bilindiği gibi eşler birbirlerinden ayrıldıklarında çocuk bakımı sorunu kadınların üzerine kalıyordu. Oğlu ünlü fizikçi Feza Gürsey, daha sonraları anılarında, anneanne ve teyzelerin oturduğu Anadoluhisarı'ndaki evde çok mutlu bir çocukluk geçirdiğini yazacaktı.
Doktorasının bitmesine üç ay kala bursu yine kesildi, ama yılmadı, bu konuda da mücadele ederek bursunun tekrar bağlanmasını sağladı ve Sorbon'dan doktora derecesiyle mezun olan ilk Türkiyeli kadın oldu. Doktora derecesini aldığı sınavları şöyle anlatıyor: “Eyvah! dedim reddedildi. 20 dakika sonra geldiler. Mösyö Pascal “Biraz geciktik, çünkü madam Reşit'in meziyetlerini jüri azalarına anlatmak uzun sürdü” dedi. Sonra da beni öylesine övdü ki, yerin dibine geçtim. Ondan sonra jürinin özel mansiyonunu aldığımı söyledi. Bu çok nadir verilen bir derecedir.”
Düşünün, 1930'lu yıllarda oluyor bütün bunlar, genç bir kadının bilim arzusu ve hırsı onun önüne çıkan tüm engelleri birer birer aşmasını sağlıyor. Önce baba sonra, eş, sonra tek başına çocuklarla kalması, yine de yılmaması. Az mücadele etmemiş Remziye Hanım. Tüm engellemelere rağmen gelen başarı karşısındaki tutumu ise, çok övgü almaktan mahçup olmak. Övgü karşısında mahçup olan pek insan kalmadı günümüzde...


FRANSIZ HÜKÜMET MADALYASI
Remziye Hanım doktoradan sonra İstanbul'a döner, İstanbul Üniversitesi'nde fizik, kimya alanında dersler verir, 1936 yılında profesörü ile yaptığı tartışmadan sonra bir süre için üniversiteden ayrıldı. Sonra tekrar döndü, 1942 yılında ancak doçent, 1959 yılında profesör oldu. 1973 yılında ise üniversite hocalığından emekli oldu. Remziye Hisar 1956 yılında Fransız Hükümeti tarafından verilen “Officer de l' Akademie” nişanını aldı. 1991 yılında ise Türkiye'de TÜBİTAK Bilim ödülüne layık görüldü.
Oğlu ünlü fizikçi Feza Gürsey annesine 1959'da Amerika'dan yazdığı mektupta “Sen nasıl Sorbon’da büyük hocalarla temas edince yeni bir âlem keşfeden bir seyyahın heyecanını duymuşsun, ben de hakiki fiziği keşfetme heyecanını bu defa Amerika’da hissettim. İngiltere’de keşfettiğim fizik değil kültür dünyasıydı. Senin gençliğinde Sorbon, Göttingen, Cambridge ne ise, şimdi de Princeton, Brookhaven, Berkeley öyle oldu. Onun için senin gençlik tecrübeni ben ancak bu yaşta anlıyorum.”
Hangi çocuğa annesiyle bilim tartışmak nasip olmuştur? Remziye Hanım'ın, biraz tarihsel dönem biraz da kadın olmanın engellerine takılarak verdiği mücadelesi onu gerçekten de çok erken yaşlarda olgunlaştırdı. Kız çocukları çabuk büyür, bizim memlekette.
Oğlu Feza Gürsey'i 1992 Nisanında yitirdi. Onun her bir aşaması emek, direnç ve mücadele ile dokunmuş yaşamı ise aynı yılın Haziran ayında İstanbul'da son buldu.

Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 50, Ocak 2015

İlgili haberler
GÜNÜN PORTRESİ: Irena Sendlerowa

Resimdeki kadını tanıyor musunuz? Hayır mı? Bu kadın Irena Sendlerowa! 12 Mayıs 2008’de, 98 yaşında...

GÜNÜN PORTRESİ: Annie Kenney

İngiliz bir işçi kadındı Annie Kenney. Hayatı kadın mücadelesi ile geçti. Kadınların oy hakkı mücade...

GÜNÜN FİLMİ: Dangal

‘Yarın kazanırsan tek başına kazanmayacaksın. Milyonlarca kız da kazanacak. Erkeklerden aşağı görüle...