Ayağımdaki nasırın hesabını kim verecek?
Günde 13 saat çalışan genç bir işçi kadın bir gününü anlatıyor ve çalışma temposunun, yaşadıklarının sebep olduğu sorgulamayı: Kim verebilir bacaklarımdaki morlukların, ayağımdaki nasırların hesabını?

Saat tam 06.30. Gözlerimi açıyorum isteksizce çalan alarmın sesiyle. Of diyorum “Bir beş dakika daha uyusam keşke.” Kafamdan hemen şunlar geçiyor: “5 dakika daha uyusam daha fazla uyurum kesin. O zaman işe geç kalırım. Patron da sabah sabah sinirli olur. En iyisi hemen kalkayım.” Yumuşacık yatağımı bırakıyorum gerimde. Keşke diyorum içimden dün akşam biraz daha erken yatsaydım. Aynanın karşısına geçiyorum yüzümü yıkıyorum. Soğuk su yüzüme çarptığı gibi uyku mahmurluğum gitmeye başlıyor. Aynadaki yansımama bakıyorum. Gözlerimin altında dünden kalma siyah kalemin izleri duruyor. Hemen gardroba yürüyorum. Pijamamı çıkartırken bacaklarım takılıyor gözüme. Masa sandalye taşımaktan, müşterilere yemek götüreceğim derken oraya buraya çarpmaktan baldırlarım mosmor olmuş. “Neyse” diyorum etek giymiyorum nasılsa kim görecek bu morlukları?

EN GÜZEL KIYAFETİM CİLDİM Mİ: HAYIR TABİ Kİ!
Saat sabahın 6’sı olduğu için ev sessiz. Açıyorum televizyonu, ayakta kumandayla kanal seçiyorum. Devamlı karşıma güzel, bakımlı kadınlar çıkıyor. “En güzel giysiniz cildiniz”, “Çünkü ben ne istersem o olur” sloganlı reklamlar... 90-60-90 beden ölçülerine sahip inci gibi dişli kadınlar... Gün içinde bakımlı olmamı söyleyen patronum için makyajımı yapıyorum. Aklıma takılıyor televizyondaki güzel kadınlar. Ne kadar gerçeği yansıtıyorlar? Acaba onlar da benim gibi 13 saat ayakta çalışıp eve geldiği gibi bayılıp yatağa düşüyor mu? Cidden benim en güzel kıyafetim cildim mi? Baldırımdaki morluklarımı ve işyerindeki yoğunluğumdan dolayı yediğim yağlı yemekler yüzünden çıkan selülitlerimi düşününce hayır tabii ki de! Benim en güzel kıyafetim belki de vücudumu göstermeyendir. Televizyondaki kadınlar ne beni yansıtıyor ne de 3 çocuklu karşı komşum Nezahat ablayı.

‘ŞU GARİBE BİR YER VERİN’
Evet bunları düşünüyorum makyajımı bitirirken. Sonra uyuz Fahriye Evcen çıkıyor televizyonda. Normalde çok severim kendisini ama sabah sabah bu kadar güzel olmasını kaldıramayıp “Sus be kokana” deyip kapatıyorum televizyonu. Kıyafetimi, makyajımı tamamladığıma göre artık ayakkabılarımı giyebilirim. Kapıya doğru yöneliyorum. Ertesi geceden duvara dikilmiş bacaklarım pek ağırmasa da parmak uçlarımın görüntüsü yüzümde somurtkanlık yaratıyor. 20’li yaşlarda olmama rağmen parmaklarımda nasır olmuş. Mağaza görevlisinin çok rahat, ‘flexible’ diyerek bana sattığı spor ayakkabılar fazla giyilmekten kokmuş ve parçalanmaya yüz tutmuş. Parmaklarım yana yana giyiyorum ayakkabılarımı. Kapıdan çıkarken “Bugün son, yarın tatil günüm” diyerek içimi rahatlatmaya çalışıyorum bu zorlu gün için. Otobüs durağına giderken tek duam “Umarım ayakta kalmam” oluyor. Zaten bütün gün ayaktayım, koşturup duruyorum. Bir de otobüste ayakta kalmayı çekemem doğrusu. Bunun bir de iş dönüşü var. Bazen üzerime “Ben 13 saat ayaktayım. Şu garibe bir yer verin” diye yazı asmak geçiyor içimden.

‘KESİNLİKLE GÜLER YÜZLÜ OLMALIYIM’
İşe geldim artık. Saat 8 olmuş. Tabakları yıka, yerleri sil, buzdolabını doldur, müşterilerin memnuniyeti için üzerin kirlenmişse temizle, makyajını düzelt... Saat 10 oluyor. Servis başlıyor. Saat 9’a kadar böyle sürüyor. Günde tam üç bin kere “Hoşgeldiniz. Ne istersiniz? İlk kez geldiyseniz size yardımcı olabilirim. Afiyet olsun” cümlelerini kullanıyorum. Ve bunu yaparken kesinlikle güler yüzlü olmalıyım. Çünkü koca göbekli patronum işimi severek yapıp yapmadığımı kontrol etmek için kasanın arkasından beni izliyor. Eğer güler yüzle hizmet ediyorsam müşteriye, benimle şakalaşıyor. Eğer güler yüz göstermediysem vah halime! Bütün gün benimle uğraşır. Gün işte böyle bitiyor artık. Beni sinirlendiren müşterinin yüzüne gülüyorum, arkasından saydırıyorum. Bu yüzden siz siz olun bir garsonun güler yüzüne güvenmeyin.

NEDEN BU KADAR YORULMAK ZORUNDAYIM?
Artık eve doğru yol almanın zamanı. Eve geliyorum, üstümü değiştiriyorum, duş alıyorum. E saat olmuş zaten 11. Bu saatten sonra ne yapacağım bu yorgun vücutla. “En iyisi yatmak” diyorum. İşte günün en büyük zorluğu kafayı yastığıma koyduğumda geliyor. Sorgulama dürtülerim alevleniyor: “Neden bu kadar yorulmak zorundayım? Hayallerim ne olacak benim? Hep bir yerde it gibi çalışarak kendime zaman ayırmayarak mı geçecek günlerim? Ömrümün sonuna kadar garsonluk mu yapacağım? Peki çalıştığımın karşılığını alıyor muyum? Neden bu insanlar dışarıda yemek yiyorlar ki? Evlerinde yesinler yemeği...” Hepsine tek tek cevap arıyorum. Tek bildiğim 12 saatlik çalışmanın, insanlara hizmet etmenin karşılığının aldığımın çok üzerinde olduğu.
Daha 20’li yaşlarda olmama rağmen ailemin sıkıntılı dönemine yardım için çalıştığım şu sıralar kim verebilir acaba bacaklarımdaki morlukların, ayaklarımdaki nasırların hesabını? “Ben” diyorum içimden, tüm kadınlar, tüm emekçiler verebilir hesabını. Ve umutla kapatıyorum gözlerimi umutla açmak için.

İlgili haberler
Her şeye koştuğumu zannediyorum ama yerimde sayıyo...

“Ben hayalini kurduğum hiçbir şeyi yaşamadım. Küçük bir çocukken hayalim gelinlik tasarımcısı olmakt...

Bizden kazanmasalar bizi burada bir saniye tutmazl...

Suriyelilere dönük ırkçı saldırılar İstanbul’un belli semtlerinde kadınlara ve çocuklara büyük korku...

Okullar açıldı, masrafı boyu aştı

“Geçen yıl muhtardan fakirlik belgesi aldım, aidat vermedim ama bu yıl nasıl alırım, alabilir miyim...