İlkel dönemden kapitalist düzene; EŞİTLİK
19. ve 20. yüzyıl kadınların kağıt üzerindeki eşitlik haklarını elde etme mücadeleleriyle imlendi. Ancak tarih gerçek eşitliğin bu sistem içerisinde gerçekleşmeyeceğini gösterecekti.

Bugüne dek kadınlar olarak eşitlik talebimize iktidarlardan çok ilginç karşılıklar aldık. En son “Kadın kadın ile koşar, erkek erkekle koşar. Olması gereken budur. Çünkü yaradılışa, fıtrata uygun olan budur” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Şu sözlerle de bu düşüncesine ikna etmeye çalıştı herkesi: “Güçlü ile zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. 100 metreyi bayan erkek aynı şekilde mi koşturacağız?”

Evet, düzenin toplumsal yükünü tümüyle “eşit” çekmiyor kadınlar ve erkekler, “kağıt üzerindeki eşitlik yasalarına” rağmen aynı haklara ulaşamıyor bir kadın ve bir erkek. Kadınların hukuki alanda tırpanlanan hakları, toplum içindeki konumu, adalete ulaşmasının önünde dağ gibi bir erkek yargı var mesela. Kadının ev içinde de ev dışında da toplumsal görevleri hâlâ ‘belli’ görülüyor. Bir kadının aynı işi yaptığı erkekle aynı ücreti alamadığı gerçeği var. Kadınlar türlü ayrımcılıklara, tacize, mobbinge maruz kalıyor, emeği ucuzlaştırılıyor. “Kadın ne anlar” denilerek meslekte ilerlemelerinin önüne kayalar döşeniyor. İstediği erkekle evlenemiyor, daha fenası çocuk yaşta evlendirilmesi normal görülüyor! Evin yükü, çocuğun bakımı, kocanın şiddeti...

Bunlar, “kadınlara en ileri haklar” sağladığı söylenen ülkeler de dahil, eşitsizliğin gündelik görünümleri... Oysa eşitlik, ne haklar temeline indirgenebilir ne de sadece yasalarla hayata geçirilebilir. Eşitliğin, hele ki cinsiyetler arası eşitliğin varlığından söz edebilmek için, öncelikle bu eşitliği sağlayacak maddi koşulların yaratılması gerekir.

Peki, eşitliği nerede kaybettik? Kaybettiğimiz zemini doğru tanımlarsak, gerçek eşitliğin nasıl sağlanabileceğini de doğru tartışırız.

CİNSİYETE DAYALI İŞ BÖLÜMÜ YOKKEN
İlkel dönemde yaşamın temel unsuru avcılık ve toplayıcılıktı. Cinsiyete dayalı bir iş bölümünün olmadığı, kadın ve erkeklerin yaşamın üretimi için eşit düzeyde katılım gösterdiği bu dönemde kadın ve erkek arasında eşitsizlik henüz ortaya çıkmadığı gibi, erkek ve kadının fiziksel yapısının da çok farklı olmadığını görüyoruz. Bu dönemin en önemli ayrımı insanlığın yerleşik hayata/ tarıma geçiş ve göçebe/ hayvancılığa dayalı iki farklı yaşam biçimine evrilmesiydi.

Kadının eşitlik durumunun eşitsizliğe doğru çatlayışı, cinsiyete dayalı iş bölümleri bu dönemde oluşmaya başladı. Ancak cinsiyete dayalı iş bölümünün “cinsiyetçi” hale gelişi esas olarak eşitsizlik sorununu yarattı; toplumun hâlâ sınıflara ayrılmadığı bu süreçte aslında kadın da erkek de emek faaliyeti yürütüyordu. Hayvancılık ve göçebelik ile yaşayan topluluklarda özel mülkiyetin doğuşu ve cinsiyete dayalı iş bölümünün kadınların aleyhine cinsiyetçi bir karaktere büründüğü bir toplumsal yapı oluşurken, tarım toplumundaki cinsiyete dayalı iş bölümü toplumsal ilişkilerin anaerkil normlarla işlemesine olanak veriyordu halen.

Aradaki farkın nedeni neydi peki? Tarım toplumlarında üretim ilişkilerinde kadının sorumluluğunda olan tarımsal üretimin, erkeklerin sorumluluğundaki avcılık ve toplayıcılıktan çok daha verimli ve üretken olması, dolayısıyla toplumsal hayatın yeniden üretilmesinin temelinde kadının sorumluluğu altında olan tarımın yatmasıydı. Tarıma dayalı toplumda kadının yerleşik hayata geçişini kolaylaştırıp tarımı geliştirmesine yol açan doğurganlık, hayvancılığın gelişip başlıca üretim biçimi haline geldiği toplumlarda kadını hayvanı evcilleştirme sorumluluğuyla birlikte “eve” kapattı. Doğum yapmamış kadınlar bir süre avlanmaya devam etseler de, doğum yapan kadınların canlı yakalanan bu hayvanların evcilleştirilmesi işini üstlenmesi zamanla toplumsal bir karakter kazandı. Tarihte kadın erkek eşitliğinin ibresinin erkekten yana dönmesinin ilk örneği böyle ortaya çıktı.

KÖLELİK VE ‘ÖZGÜR’ KADINLAR
Köleci toplum kadının erkeğe tabi oluşunun tamamlanmış olduğu bir süreçtir; kadının üretken emeği değersizleştirilmiş, özgür yurttaşlar ve köleler olarak ayrılan iki sınıflı toplumda özgür yurttaşlık, mülkiyeti olana verilen bir hakken; bu hak da yalnızca mülk sahibi erkeklerce kullanılabilir hale gelmişti.
Sınıfsal ayrım, kadının ezilmişliğinin cinsiyetler arası karakterini de belirliyordu. Mülk sahibi sınıflardaki kadınların tek özgürlüğü “köle olmama” durumu idi. Köleler arasında ise kadın da erkek de sömürülüyor ve eziliyor; ikisi de sınıfsal ve cinsel sömürüye tabi kılınıyorlardı. Fakat bu sömürünün boyutları kadın köleler için çok daha katlanılmaz boyuttaydı. Bu durum “özgür” kadınların erkeklere bağımlılığıyla yakından ilişkilidir. Sahibe ile kölenin özgür erkeğe göre konumları, kendi toplumsal konumlarını da belirliyordu. Köle olmayan kadınlar üretimde yer almıyor, evin idarecisi konumundan ileri gidemiyordu. Kocasını hoş tutmadığı vakit köle olmakla tehdit ediliyordu. “Özgür” kadınlar, üretim ilişkileri içerisindeki konumlanışıyla, özgürleşme mücadelesindeki tüm olanaklardan yoksundur. Bu nedenle, tarihin bu noktasında kadının özgürleşmesi sürecindeki adım, sahibe tarafından değil, ama köle kadın (ve erkek) tarafından atılabildi.

HEM EVDE HEM ÇİFTLİKTE SÖMÜRÜ
Köleci toplumdaki kadının “ev içiyle özdeşleşen” toplumsal konumu, feodal dönemde egemen sınıfların kadınları için daha katmerli bir biçimde kendini hissettirdi. Serf kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik, feodal bey ve karısına göre daha hafifti. Onların üzerindeki eşitsizlik aslolarak sınıfsal sömürüydü. Serf kadın ve erkek aynı feodal bey tarafından sömürülüyor, yaşamlarını bu sömürüyle devam ettiriyorlardı.

Köylü kadının erkeğe olan bağımlılığı, feodal hanımın feodal beye olduğundan daha zayıftı. Ancak kadının üretken emeğinin devam ettiği bu süreçte kadın hem evde hem çiftlikte çalışıyordu, ancak kadının üretken emeği aile köleliği olarak değersizleştiriliyordu. Ancak köylü kadının hem tarlada işçi olarak, hem de küçük çiftlikte ev ekonomisinden sorumlu olarak gerçekleştirdiği üretim kadınlara karar mekanizmalarında yer de sağlıyordu. Mesela, henüz özel mülkiyetin boyunduruğuna girmemiş meralar, çayırlar ve ormanlardan oluşan köy topluluğunun ortak mülkiyeti üzerinde söz sahibiydi köylü kadınlar ya da evlenecekleri erkekleri kendileri seçebilmekteydiler. Ne var ki, bu kısmi özgürlükler, küçük toprak ve çiftlik mülkiyetinin yine köylü erkeğe ait olmasından dolayı, köylü kadını da ataerkil boyunduruk altında tutuyordu.

Köleci toplumda da feodal toplumda da eşitsizlik kendini geliştirerek gösterirken tepkileri beraberinde getiriyor, toplumsal değişimler de bundan nasibini alıyordu.

KAPİTALİZMİN AÇTIĞI EŞİTSİZLİK UÇURUMU
Kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle üretimde makineleşmeyle birlikte, 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında, kapitalizmin ucuz iş gücü ihtiyacı kadın ve çocukların kitleler halinde ücretli emek piyasasına sokulmasıyla karşılandı. Yoksulluk koşullarında yaşayan işçi sınıfından çocuklar henüz 6 yaşındayken çalıştırılıyor, uzun çalışma saatleri kadınların hayatını cehenneme çeviriyordu. Fabrikalarda kitleler halinde çalışan kadınlar, erkeklerle aynı emeği harcamasına rağmen daha düşük ücret alıyordu. Kadın emeği üretkenlik açısından erkek emeğinden geri kalmıyordu, bu “üretken eşitlik” kadın ve erkeğin toplumsal hak eşitliği talebinin de temeliydi. Ancak kapitalizm koşullarında kadınların emeğinin ekonomik önemi, kadınların aile, devlet ve toplum içindeki bağımlılığını ve hak yoksunluğunu değiştirmedi. Eşitlik talebinin en etkili mücadelelerinin bu koşullarda gerçekleşmesinin altında işte bu temel çelişki yatıyordu. Kadın emeğinin üretim açısından önemi ile kadının hak yoksunluğu arasındaki çelişki! İşçi kadınların eşit ücret ve insanca çalışılacak işler mücadelesi ile her sınıftan kadının eşit bir yurttaş olarak seçme ve seçilme hakkının tanınması, medeni kanunun düzenlenerek kadınların evlilik sözleşmesindeki mağduriyetlerinin giderilmesi, boşanma hakkı, eşit ücret hakkı mücadelesini iç içe geçiren ve kazanıma kavuşturan mücadeleler, bu çelişkiden besleniyordu.
19. ve 20. yüzyıl kadınların kağıt üzerindeki eşitlik haklarını elde etme mücadeleleriyle imlendi. Ancak tarih gerçek eşitliğin bu sistem içerisinde gerçekleşmeyeceğini gösterecekti. Çünkü kapitalizmde eşitsizliğin temel sebebi olan çelişki sürmeye devam eder; kadınların üretimdeki rolleriyle toplumsal ve siyasal alandaki eşitsizliğinin devam ediyor olması çelişkisi...

EKİM DEVRİMİ VE EŞİTLİK
Ekim Devrimi sonrasında sosyalist cumhuriyet ise kadınların eşitlik sorununu tam da bu temel çelişkiyi gidermek üzere ele aldı. Üretimin ve yeniden üretimin her alanında yapılan düzenlemelerin temeli kurulan yeni toplumsal düzende kadınların eşitliğinin sağlanması içindi. Ekim Devrimi’nin hemen ardından çıkarılan yasalarla bu yeni düzenin maddi koşullarının zemini atıldı. “Kadının kurtuluşunun düzeyinin, genel kurtuluşun doğal ölçüsü” olduğunu söyleyen Marksist birikim, kadınların üretim içindeki rollerine uygun olarak toplumsal alandaki her türlü eşitsizliği gidermek ve eşitliği garanti altına almak için Rusya’daki atılımlara yön verdi. Kadınların eşit koşullarda üretime katılması ve yeniden üretim alanındaki eşitsiz konumlarının değişmesi için önemli değişiklikler yapıldı; Sovyet iktidarı, annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerini, çocuk bakımını üretimdeki çalışmaya denkleştirerek toplumsallaştırdı. Bu, eşitsizliğin giderilmesi yolundaki en önemli adımdı. Bunu izleyen bir biçimde kadınların her alanda eşitlik haklarının gözetilmesi için tutarlı ve sürekli bir mücadeleye ihtiyaç vardı; bunun için de sağlıktan eğitime, aile birliğinin eşit bir zeminde kurulmasından, üretim alanında ve idari alanında eşitliğin gözetilmesine, çocuk bakımının yalnızca kadınların sorumluluğu olarak görülmemesi için yapılan düzenlemelerden, kültürel alandaki değişimlere kadar pek çok alan “eşitlik” gözetilerek yeniden ele alındı.

Eşitlik, insanlığın ilk birliğinin uzak mefhumu değildir. Eşitlik, zeminini kadınların üretici bir güç olmasından ve yaşamın her alanında kadınlara atfedilen “fıtrat”la mücadeleden alır.

Kaynaklar:
- Özgürlük Dünyası, Kadınlar ve Gerçek Eşitlik, Fulya Alikoç https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/243-sayi-227/544-kadinlar-ve-gercek-esitlik
- Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu, Aleksandra Kollontay
- Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu: “Tavuk kuştur, kadın insandır”, Gül Özgür
- Ekim Devrimiyle Eşit Kadınlara, Hilal Tok https://ekmekvegul.net/guncel-dosya/ekim-devrimiyle-esit-kadinlara



İlgili haberler
GÜNÜN KAVRAMI: Tabu nedir?

‘Tabu’ nedir, nerden gelmiştir? Ve bu kör olasıcı, yıkılası tabular nerden çıkmıştır?

GÜNÜN KAVRAMI: Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet

Toplumsal cinsiyet, dünyaya geldiğimizden bugüne bizlere sosyal hayatımızda oynamamız gereken roller...

‘ATAERKİ’ ÜZERİNE: Cinsel tahakküm ile sınıfsal sö...

İktidar aynı anda hem üretimi (sömürüyü) güvence altına almak üzere emekçiler, hem de yeniden üretim...