İşçi çocukları işverenin çocukları kadar tok yatsın diye
Bir öğretmen anlatıyor sınıfındaki çocukların açlığını; her akşam makarnaya talim eden, çocuğun beslenmesine bir meyve koyamayan kadınların acısını…

“Pencereleri dağa bakar gurbetin.

Okul bir dildir.

Ev bir dil.

Gurbet çığlıktır.

Kim çevirebilir bir türküyü bir çığlığa.”

Suriyeli bir öğrencim karnını tutarak yaklaşıyor yanıma. Karnının ağrıdığını söyleyince beslenmesine bakıyorum, beslenmesinde pek bir şey yok. Beti benzi de atmış, zaten epey de zayıf. Oradan oraya taşınmaktan ötürü de sınıf arkadaşlarından yaşça büyük aslında. Dün akşam ne yediğini soruyorum. “Bir elma yedim” diyor. “Bir meyve” ... Annesinin yemek yapıp yapmadığını sorduğumda pilav ve makarna dışında bir şey sayamıyor. Evlerine daha önce gittim. Çatlaklarla dolu, rutubetli bir ev. Annesi Türkçe bilmiyor ama “zor” sözcüğü dağarcığında var. Öğrencim de annesi de evde parça başı iş yapıyorlar; ellerini yıpratan prizlere montaj işi. 1000 tane yaparlarsa 320 lira alıyorlarmış... Çok güzel resimler yaptığı ellerini böyle kullanmak durumunda evde. Ertesi gün tekrar soruyorum, akşam ne yemek yediğini, “makarna” diyor... 5 kişilik 3 çocuklu bir aileye günaşırı bir tepsi makarna... Benim karnıma ağrılar giriyor.

“Uzaklaştırdı bizden göğün gazabını, üstümüzde bir çatı...”

“Öğretmenim, biz taşınacağımız için ben artık başka bir okula gideceğim.” Annesini arıyorum. Soruyorum ne oldu, neden taşınıyorsunuz diye, sesi değişiyor. “Sesini duyunca kötü oldum hocam,” diyor. Başlıyor hem ağlamaya hem anlatmaya. Telefonu kapatıncaya kadar da ağlamaya devam ediyor. 900 lira olan kirasını 6000 lira yapmak istemiş ev sahibi. Veremeyeceklerini biliyor tabii... Her gün ısrarla çalmış kapılarını. En sonunda da evi satacağını söylemiş, çıkmak zorunda kalmışlar. Kendisi hasta, ilaçlar fahiş fiyatlarda ve ilaçlarını devlet karşılamıyor. Bulmuşlar 4000 liraya kiralık bir ev ama okula uzak. Zaten bir dahaki ay ev sahibi kapıya geldiğinde ne yapacaklarını bilmiyorlar.

“Neden düşen payıma bu soğuk gece sanki? Kim aldı güneşimi. Çorbamı da kim içti?”

Bir başka veli, “Fırınım bozuldu. Poğaça yapıp koyuyordum. Şimdi ne koyacağımı şaşırdım. Eskiden 1 liraya meyve suyu alırdık. 5 lira olmuş, alamazsan çocuk diğerlerine bakıyor, istiyor. Okula giden 3 çocuğa birinin öğretmeni bir kitap öteki başka kitap istiyor, ne yapacağımı bilmiyorum” diye anlatıyor çaresizliğini. Ev sahibi kiralarını 1300 liradan 3000 liraya çıkarmış daha bir yıl bile dolmadan. Yüzde 25 zam yapma hakkının olmadığını söyleyince de ev sahibi “Piyasa böyle” demiş. “Ne yapacaksın piyasayı, vicdanına bak. Okuyan çoluk çocuğumuz var” diye karşılık vermiş velim de...

Okulları işte böyle açtık. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu bir ülkede yoksulluğun ve ırkçılığın kıskacındaki bu çocukların; geleceğin, eğitim öğretimin dışında kalmış, çocuk işçi olmuş, istismara uğramış, çocuk yaşta evlenmiş çocukların bu tablonun tam ortasında olması çok mu şaşırtıcı?

Hayır, hayır! Bir öğretmenin sınıfındaki birkaç örnek değil bunlar! Bunlar koskoca bir resmin birbirine benzer parçaları. Bize bu yoksulluğu, açlığı dayatan sömürü düzenin görünümleri ve bunlar giderek açılan makasın keskin yüzleri. Bu düzene itirazımız var! Çünkü şairin de dediği gibi:

“Evet ozanım

Çocuklarımdır

Bütün çocukları

 Dünyanın”

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Eğitimin dertleri katlandı

Okullarda ulaşım dert, beslenme dert, kaynak kitap dert, sınıf mevcutları dert… Malatya’dan bir eğit...

Ekmek kırıntıları ile doymak mı? Birlikte ekmek ve...

İşçiler fabrikalarda çıkan yemekleri, artık midelerini bastıracak kadar yiyorlar. Kalanı mı? Çocukla...

Helikopterden bakınca göremiyorsunuz, bu mahallede...

Esenyalı’dan görünüm: Çocukları doyurmak için çöp karıştıran anneler, okulda açlıktan baygınlık geçi...