Mevzu bozuk psikoloji değil, bozuk çark
Kaybedecek sarayımız da yok, ejder suyumuz da. İster dış güç desinler, ister başka bir şey; Yoksulluk yüzünden intihar etmemek için, insanca yaşam için örgütlenmekten ve mücadeleden başka çaremiz yok!

Uzun süredir nefes aldırmayan siyasi krizler, aç bırakan ekonomik krize dönüştü. “Döviz yükselişi Ayşe Teyze’yi niye etkilesin?” diyenler bir köşede dursun, Ayşe Teyze ekmek alırken hesap yapar hale geldi. Dış güçler, içerideki teröristler ve bilumum bahane bugüne kadar pek çok siyasi krizi “kotarmış” gibi görünse de, önümüzde zamlı faturalar, market fiyatları gibi bir gerçek dururken, bunun birilerinin algı operasyonu olduğuna ve aslında krizin olmadığına inanmak ne mümkün?

Bu sefer bu bahaneler o kadar da kullanışlı olmayacak gibi görünüyor. Fakat iktidar, uzun süredir bu bahaneleri dayanak yaparak kullandığı yöntemi, ekonomik kriz için de denemekte ısrar ediyor: Politikalarını desteklemeyen, aksini söyleyen, hakkını arayan herkesi sırasıyla terörist ilan edip yargı eliyle bir şekilde cezalandırıyor. Sıranın emekçilere gelmesi ise bir tesadüf değil elbette.

İŞÇİLER NEDEN ‘TERÖRİST’ OLDU?
3. havaalanı inşaatında çalışan inşaat işçileri, havaalanı sırf 29 Ekim’e yetişsin diye insanlık dışı koşullarda çalıştırıldıkları için “Yeter!” dediler. Yüzlerce işçi tahtakurularıyla uyumak, günde 18 saat çalışmak, iş cinayetlerinde ölmek istemediklerini; ücretlerini almak, servislerde eziyet çekmemek istediklerini söyledikleri için gözaltına alındılar. Bu işçilerden 24’ü ise tutuklandı. Sadece insanca çalışmak ve yaşamak istediklerini söyledikleri için...

Neden? Açıklama Valilikten geldi ve bu işin arkasında “Cumhurbaşkanımız için çok önemli olan bu projenin yetişmemesi için uğraşan” bir kısım provokatörün olduğunu, masum işçilerin ise galeyana geldiğini söyledi. Hadi yedik diyelim...

Bunun hemen ardından, sendikalı oldukları için işten atılan Cargill işçileri, hakları için alana çıktıklarında yine polis şiddetine maruz kalarak gözaltına alındılar. Ve sonrasında tazminatlarını alamayan Migros işçileri, yıllardır verdikleri emeğin karşılığını istedikleri için polis saldırısına uğradı. Bu işçilerin hepsi mi teröristti? Değilse, ne oldu da işçiler bir anda suçlu oldular?


BU DEVLET PATRONLARIN
Birkaç adım geriye gidelim ve 15 Temmuz’un ardından gelen OHAL’i hatırlayalım. Daha ilk gününde, sendikalı oldukları için işten atılan ve grevde olan Avcılar Belediyesi işçilerinin çadırının kaldırılmasına, grevin yasaklanmasına karar verilen OHAL’i... Sonrasında KHK’ler ile grev yasağının kapsamı genişletildi. İşçilerin haklarını aramasının önünü kesen bu emek düşmanı tutum, metal işçilerinin, cam işçilerinin ve her türlü grevin yasaklanmasıyla devam etti. Bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan ise yaptığı açıklamalarla her seferinde patronlara güvence verdi ve her türlü işçi ayaklanmasını bastırdıklarını övünçle anlattı.

OHAL sürecinde yapılan hazırlıkların ardından gelen başkanlık seçimi ile yeni düzen kuruldu ve bu yeni düzenin yeni kabinesi oluştu. Yeni kabinenin bütün bakanları patronlardan atandı. Yani iktidar, en başından beri tavrını işçiden yana değil, patrondan yana koymuştu. Ve tıpkı “eski günlerdeki” gibi, kendisine biat etmeyeni, yoluna taş koyanı baskı ve şiddetle bastıracağı en başından aşikardı. Yeni düzen, eskinin devamıydı.

Bu güveni arkasında hisseden patronlar, işçileri ve emekçileri bugün daha da derinden sömürmeye cesaret bulmuşken, buna karşı çıkan işçilerin arkasında devlet desteği beklemek saflık olurdu. Siyasi krizin en başından itibaren tavrını patrondan yana koyan iktidarın, ekonomik krizde işçiden yana olması düşünülemezdi. Nitekim öyle de oldu.

Dövizin artmasıyla birlikte başlayan süreç, fakirin ekmeğini vurmaya başlayınca çarşı pazar karıştı. Ekonominin tıkırında olduğuna bizi ikna etmeye çalıştılarsa da patates dahi alamayacak noktaya geldiğimizde kriz sesleri de yükseldi haliyle. Krize çözüm bulmak bir yana dursun, “Kriz var” diyen terörist oldu bu sefer! Dolar yükselişini Facebook’ta yazan vatandaş mı tutuklanmadı, çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden İsmail Devrim’in haberini yapan gazeteci mi gözaltına alınmadı...

Ne var ki krize yok demekle ya da var diyeni tutuklamakla da kriz ortadan kalkmadı. Domates 10 liraya çıktı; elektriğe, suya zam geldi; aileler okul alışverişi yapamadı... Peki, işçinin, memurun maaşına zam geldi mi? Bırakın zammı, üstüne üstlük emekçiler maaşlarını da alamadı! Devlet işçiye “Bu dış güçlerin oyunudur” dedi, fedakarlık çağrısı yaptı.

Devlet patronlara ne dedi peki? Şirketlerin vergi borçları yeniden yapılandırılıp ertelendi, istihdam desteği diye işverenlere devlet kaynaklarından paralar akıtıldı, greve çıkan işçiler tartaklanıp gözaltına alındı! Yani, yangından ilk kurtarılan yine patronlar oldu. İşçilerden fedakarlık isteyip patronları kurtarmaya çabalayan bu devlet kimin devleti?


İNTİHAR İPİMİZDEN BAŞKA KAYBEDECEK BİR ŞEYİMİZ YOK
Devlet işçinin işsizlik ödeneğine, emeklilik maaşına, kıdem tazminatına göz dikerken; patronları ayakta tutmanın yollarını arıyor. Bugün yine bir yandan yoksullara dönüp “Kriz mriz yok, psikolojik” derken, “olmayan” kriz için patronlara reçeteler üretiyor.

Çocuğuna pantolon alamadığı için İsmail Devrim, borçlarını ödeyemediği için Ramazan Kavalcı intihar etti. İş bulamayan bir genç kendini yaktı. Devlet yekpare halde “kriz yok, konu psikolojik” dedi geçti. Doğalgaza, elektriğe, suya, ekmeğe gelen zamlar ne kadar gerçekse; işsizlik, yoksulluk ve ölüm ne kadar gerçekse kriz de o kadar gerçek.

Asıl soru bu gerçek karşısında ne yapacağımız. Kimden medet umup kime güveneceğimiz... İsmail Devrim, giderek artan yoksulluğunun karşısında yalnızdı. Daha sonra “psikolojik” açıklamalarını olumlamasından baskı gördüğü anlaşılan eşi Hafize Devrim ise daha da yalnız hissediyor muhtemelen. “Oy verip vekil yaptıkları” insanlardan hesap dahi soramıyor Hafize. Yalnızlık ve örgütsüzlük böyle bir şey, insanı sükuta boğuyor. 

Peki, kim hesap sorabiliyor? Dört buçuk aydır fabrika kapısında direnen Flormar işçisi kadın soruyor. Neden sorabiliyor? İşsiz kaldığı halde, aylardır ücret alamadığı halde, çocuğunun okul pantolonu, kitap, defter derdini dayanışmayla çözdüğü için sorabiliyor. Kendisi gibi yüzlerce emekçinin direnişine verdiği destekle sorabiliyor. Yoksulluk, sömürü ve baskı karşısında tek başınalık intihara sürüklerken, dayanışma yaşatıyor, mücadele çok eski bir gerçeği öğretiyor: “Dünyada insanlar, patronlar ve işçiler diye ikiye ayrılmış...”

Her türlü krizde olduğu gibi patronlar ve devleti bugün de işçinin alın terine, daha çok çalışmasına, üç kuruşuna ihtiyaç duyuyor. Bizim ihtiyacımız ise emeğimizin patronları kurtarmak için akıtılmaması. Kaybedecek sarayımız da yok, ejder suyumuz da... İster dış güç desinler, ister başka bir şey; Yoksulluk yüzünden intihar etmemek için, insanca yaşam için örgütlenmekten ve mücadeleden başka çaremiz yok!

İlgili haberler
Tahta kuruları ve uçan saraylar

Lüks uçaklarla uçanlar, uçak almak için uğraşanlar karşımızda işte. Bunu unutmayalım, tahta kurusu i...

Psikolojimiz bozuk da sor bakalım neden?

Emine Akçay’dan İsmail Devrim’e... Bu ülkenin yoksulları canından vazgeçecek noktaya gelirken asıl s...

Flormar işçilerinden mesaj: Esas tahta kuruları pa...

İnatçı bir beyaz boyayla kapının üstüne, “Direniş 134. gününde” yazısı direniş yerine geldiğimizin i...