Şiddet dolu ilişkilerden kopamayanlar ‘cesaretsiz’ mi?
‘Neden ayrılmamış?’, ‘Cesur olsaymış…’ Gelin, şiddet döngüsünün ne olduğunu, nasıl işlediğini, şiddet dolu ilişkilerden kurtulmanın neden ‘cesaret’ işi olmadığını konuşalım…

Son iki aydır dergimizde şiddetle ilgili basmakalıp yargıları, kadınları şiddetin “sorumlusu” haline getiren ve dört bir yandan üstümüze boca edilen önyargıları tartıştık, bunların neden şiddetin kaynağını anlamak, şiddet sürecini doğru değerlendirmek, dolayısıyla da şiddeti çözmek için doğru yargılar olmadığını paylaştık sizlerle.

Bu ay da şiddetle dolu ilişkilerinden uzaklaşmak isteyen kadınların karşısına sıkça çıkarılan bir yargıyı masaya yatıracağız. “Neden ayrılmamış?”, “Niye onunla birlikte olmaya devam etmiş?”, “Böyle bir adam olduğunu anlamamış mı?”, “Anladığı an cesaret edip adım atsaymış…” Bunlar, bir kadının şiddet dolu ilişkisinden kurtulma konusunda adım atamadığı durumlarda, ya da bu cümleleri kuranlara göre “geç kaldığı” durumlarda ortaya seriliveren cümleler. Kadınların bu türden ilişkilerden uzaklaşmasını bir “cesaret” meselesi haline getiren, altında da bunu yapamayan kadınları da “cesaretsiz” olarak yaftalayan bir bakış açısı var burada. Gelin, şiddet döngüsünün ne olduğunu, nasıl işlediğini, şiddet dolu ilişkilerden kurtulmanın yani “hayatta kalmanın” neden “cesaret” işi olmadığını konuşalım…

ŞİDDET BİREYSEL DEĞİL, SİSTEMSEL BİR SORUN

Kapitalizm cinsiyet eşitsizliği ve kadına şiddetle kol kola ilerler, bunlardan faydalanır. Şiddet normalleştirilir ve bu politikadan iktidara, yasalardan cinsiyet eşitsizliğine sistemin tüm araçları ile gerçekleştirilir. Dolayısıyla şiddetin olduğu her alan ve ilişki bu sistemden, iktidardan, onun yasalarından, işleyişinden beslenir, buralardan zemin alarak güçlenir. Türkiye’de bunu uzun süredir çok açık şekilde yaşıyoruz. Kadınların birey olmalarına, şiddet karşısındaki kazanılmış haklarına ve destek mekanizmalarına yapılan her saldırı, cezasızlık normalleştirmenin bir parçası olarak işliyor. Bu, şiddete uğrayan kadınlar üzerinde de hatırı sayılır bir etki oluşturuyor. Şiddeti uygulayana cesaret ve sırt sıvazlama olarak yansıyan tablo, kadınlar için tersinden işliyor. Kadının ilk ve temel ihtiyaçlarına (korunma- şiddeti uygulayanın sorulu tutulması- güvenlik- sosyal destek) sistem tarafından daha en başından topyekûn olumsuz mesajlar veriliyor, cesaretsizlendiriliyor.

KADINLAR BİR ÇOK ŞEYİ HESAP ETMEK DURUMUNDA KALIYOR

Şiddet ilişkisinden kurtulmak sadece karar verip verememeye ya da cesarete indirgenemez. Kadın birçok şeyi hesap etmek zorundadır. Geçimini nasıl sağlayacağından, iş bulma olanaklarına, işe giderken çocukları kime bırakacağından, erkekten aldığı tehditler karşısında çocuklarını, kendisini ve sevdiklerini nasıl koruyabileceğine, toplumda – işte hangi tepkiyle karşılaşacağına, ona ve çocuklarına nasıl davranılacağına kadar onlarca soruya cevap arar. Ne yazık ki devletin bu konularda sunduğu olanaklar kadınları rahatlatacak ve nefes aldıracak türden değil, nefessiz bırakan türdendir. Bu ise kadınların şiddet ortamını terk etmesini zorlaştırır, ya da sıkça tanık olduğumuz şekilde terk etmiş olsa da olanaksızlıklar ve desteksizlik nedeniyle geri dönmesine neden olur.
Bunlar şiddetten uzaklaşma süreçlerinde çok belirleyici olsa da, etkili faktörler bunlarla sınırlı değil. Şiddet kadınların üzerinde (kişilere ve durumlara göre elbette farklılıklar gösterse de) çok yönlü ve derin izler bırakan süreçler olarak işler.

SİSTEMATİK ŞİDDET KADININ KENDİSİNİ FAİLİN GÖZÜNDEN GÖRMESİNE NEDEN OLUR

Sistem tarafından şiddetle tüm toplumsal süreçte kadının hayatının kontrol edilmesi, sınırlarının belirlenmesi, “kadınlık normlarına” uyması hedeflenir. Bu hedef, ev ya da ilişki içindeki şiddet için de geçerlidir. Kadının hayatı sistematik olarak şiddetin çeşitli biçimlerinin kullanılması ile kontrol altına alınmak istenir.

Eva Lundgren “Şiddetin Normalleştirilmesi” kitabında bu kontrolün nasıl sağlandığı ve kadınların üzerinde nasıl etkiler bıraktığını çarpıcı şekilde anlatır. Lundgren, erkeğin duygusal kontrol oluşturma, kadını tecrit etme, şiddet ve yakınlığın dönüşümlü olarak kullanılması mekanizmalarından bahseder. Şiddet yöntemleriyle erkeğin sınırlarına uygun (aslında toplumun da) yeni bir kadınlık üretildiğini; sistematik ve tekrarlayan şiddet süreci içerisinde kadınların kendi gerçekliklerinin değiştiğini, şiddeti normalleştirmeye, hayatı kendi gerçekleri üzerinden değil şiddet uygulayanın anlatısı üzerinden görmeye başladıklarını; şiddetin nedeni olarak da kendilerini görmeye, şiddeti hak ettiklerini düşünmeye, şiddet uygulayanı haklı görmeye başladıklarını ifade eder.

KADININ KONTROL ALTINA ALINMASI: DUYGUSAL VE FİZİKSEL TECRİT

Kadının kontrol altına alınması için duygusal baskı, yani sınırların fiziksel şiddetle değil ama psikolojik kontrol ile belirlenmesi sıkça kullanılır. Birçok çalışmada da fiziksel şiddetin bununla sınırlı olmadığı, öncesinde ve eşlik eden şekilde duygusal şiddetin yer aldığı vurgulanır.

Tecrit, yani kadını izole etme ve yalnızlaştırma da şiddet sürecinde başvurulan bir yöntemdir ve  etkileri ağırdır. Tecrit iki türlü olabilir. Fiziksel olarak sosyal çevresinden soyutlanır, ailesi, arkadaşları ile görüşmesi kısıtlanır. Kimlerle görüşeceğine karar hakkı kadından alınır. Diğeri de, zihinsel olarak tecrittir, yani ev içinde yaşananların başkaları ile kesinlikle paylaşılmaması- konuşulmaması üzerine ağır bir baskı oluşturulur. Her durumda kadının kendine ait alanı iyice küçülür, zihnen ve psikolojik olarak tecrit edilir, bu durumda elindeki tek referansı erkeğin ona aktardığı erkeğin gerçekleri olmaya başlar.

DAYANIŞMA HAYATİ!
Şiddet hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor, normalleştiriliyor, en büyük tepkilerin verildiği anlarda bile şiddet bazen önyargılar devreye sokularak meşrulaştırılabiliyor. Şiddetin sistematik bir sorun olduğunu gözden bir an bile kaçırmak, şiddeti uygulayanın değil, şiddete uğrayanın hedef haline getirilmesine neden olabiliyor. İşte en son gündüz kuşağı kadın programında 18 yaşındaki genç bir kadının yaşadıklarını kendisine reyting malzemesi haline getirenlerin yaptığı ortada… Sosyal medyada yardım çığlığı atan kadınlara yapılan “Senin de ne işin var o adamla”  yorumları ortada… Kendi can güvenliği, çocuklarının kaygısı, geçim, barınma, iş bulma sorunları nedeniyle şiddet dolu ilişkileri göz göre göre yaşamak zorunda bırakılan kadınların neden o ilişkide kalmak zorunda olduğunu tartışmadan kadınları “cesaretsizlikle” suçlamalar yaygın…
Biz biz olalım, herhangi bir şiddet olayında gözümüzü şiddetin sistematik bir sorun olduğu gerçeğinden ayırmayalım. Ve elbette, kadınları güçlendirmek için dayanışmanın hayati olduğunu unutmayalım!

Görsel: Freepik

İlgili haberler
Özgür, eşit, şiddetsiz bir yaşam bizimle mümkün!

Şiddet, kaygı, korku dolu bu hayatlara mecbur değiliz! Yaşamak bu değil! Peki biz ne istiyoruz?

Oppo’dan öncesi, Oppo’dan sonrası: Babadan kocaya,...

Oppo işçisi bir kadın, evliliği boyunca gördüğü şiddetten kurtulma aşamasında Oppo’dan işten atılma...

Farplas’ın kadın işçileri: ‘İnsanca şartlarda çalı...

İş bırakan, kendini fabrikaya kapatıp işten atılan işçilerin geri alınmasını, sendikal haklarını tal...