Şiddete karşı mücadelenin esası ‘özsavunma’ olabilir mi?
Şiddetin yalnızca suretine karşı değil esasına karşı da mücadeleyi odağa koymazsak, kadınların ölmemek için öldürmek zorunda kalacağı “orman kanunlarının” en büyük zararını yine kadınlar yaşayacaktır.

“Karşı koymasaydım ölmüş olabilirdim, o zaman arkamda kalan iki çocuk için ‘yazık oldu’ diyeceklerdi. Aslında devletin biz kadınları koruması gerekirken biz mecbur kalıyoruz kendimizi korumaya. Bunun sonucunda da biz cezalandırılıyoruz.” (1)

“Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için. Başka bir seçeneğim kalmamıştı.” (2)

“Bana indirim yapılmaz ablam, sonuçta ben bir erkeği öldürdüm ama o beni öldürmüş olsaydı iyi haliymiş, yok tahrikmiş ne kadar indirim varsa uygularlardı, bundan eminim. Ondan nefret ediyordum ama kurtulamıyordum. Defalarca intiharı denedim. Çıkış yolu bulamadım” (3)

Bunlar, ölmemek için, kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldürmek zorunda kalan kadınların cümleleri. Ortaklaşan nokta çok net: Kadınlar içinde bulunduğu şiddet sarmalından, maruz kaldığı sistematik şiddetten kurtulmak için başka bir yol bulamamışlar. Yasal mekanizmalara başvurup sonuç alamamış, şiddet görmeye devam etmiş; devlete her başvurusunda eli boş dönmüş, şikayetinin ölümüne sebep olması korkusuyla kendi kendine çıkış yolu bulmaya çalışmışlar. Yani öldürmeye mecbur bırakılmışlar.

DEVLETİN KADINLARA SUNDUĞU

Kadınların, maruz kaldıkları şiddetten, erkeğin artan ve ölümcülleşen öfkesinden korunacağına, kendi ayakları üzerinde durabileceği bir destek mekanizmasına sahip olabileceğine dair güven duyması için örnek var mı önünde? Yoksa onlarca uzaklaştırma kararı ile karakol önünde öldürülen kadınların, şiddeti önlemeye dönük yasalara saldırıların, kadınları vahşice katleden katillerin indirimlerle sırtlarının sıvazlanmasının, adeta ölü kadınların yargılandığı davaların, müstakbel katillerle kadınlar arasında arabuluculuk yapan devletin, ayrılmak istediği için daha çok dayak yemenin, şiddet uygulayan erkeğe kesilen para cezasını kadının ödemesinin mi örnekleri var elinde? Gerçek oldukça net. Ölümle baş başa bırakılan bu kadınlar hayatlarına karşılık müebbetle yargılanıyorlar. Sanki kadınlara başka seçenek bırakmış gibi devlet, kadınlara “ya şiddetten öl, ya hapishane” diyor.

KADINLARIN ‘DONANMALARI’, NEYE KARŞI, NASIL?

Kadınların kendilerine sistematik şiddet uygulayan erkeği öldürmesi vakaları kadına yönelik şiddete karşı önlem alınmaması hatta neredeyse şiddetin teşvik edilmesi, kadınların haklarına yönelik saldırılarla doğru orantılı bir şekilde artıyor. Bu artış bugün “özsavunma”yı kadına yönelik şiddetle mücadelenin “ana hattı” olarak daha çok öne çıkaran tartışmaların yapılmasına da neden oluyor. Bu tartışmada en önemli ayrım noktalarından biri şiddetin “kaynağının” nerede görüldüğüyle ilgili.

Şiddeti “erkeklerin kadınları sömürmesinin bir biçimi, erkeklerin kadınların emek ve bedenlerine el koymalarının bir görünümü” olarak ele alan yaklaşımlar, bu “sömürü ve el koyma pratiğine” karşı kadınların “kendi güvenliklerini sağlama kapasitesini keşfetmeleri”, bu kapasitelerini geliştirmek için erkeklere karşı fiziksel savunma tekniklerinden nefes ve duruş geliştirmelere kadar pek çok yöntemle “donanmaları” olarak ele alıyor özsavunmayı.

Oysa farklı coğrafyalarda farklı vahşet düzeylerinde de olsa ortak olarak karşımıza çıkan şiddet, kadınları ikincilleştirerek emeğini değersizleştiren ve sömürüsünü katmerleştiren, yeniden üretimin tüm angarya işlerin sorumluları haline getiren kapitalist düzenin ayrılmaz bir parçası. Özellikle kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddetin sınıf güç ilişkileri ve sistemin devamlılığının garanti altına alınmasıyla içsel ilişkileri var. Tam da bu nedenle şiddet, özellikle yaşamın tümden güvencesizleştirildiği, yaşam koşullarının ağırlaştığı, ücret eşitsizliğinin arttığı, toplumdan itaat beklentisinin arttığı otoriterliğin güç kazandığı dönemlerde daha çok vahşileşiyor. Kadına yönelik şiddetin, bugün olduğu gibi iktidarın sınıf karakteri ve muhafazakarlıkla bağı daha açık hale geliyor.

Özsavunma olgusu üzerinden tartışılan eylem hattı, şiddet sorununu bireyselleştiriyor, tekilleştiriyor. Merkezine esas olarak şiddet failini aldığı için, söylemini nasıl kurarsa kursun, o faili yaratan toplumsal, ekonomik, politik düzenin teşhiri ve değişimini gerçekleştirecek bir bilinç yaratmıyor. Şiddet faillerine karşı bireysel olarak “güçlenmeyi” merkezine koyarak, esasen toplumsal, politik bir mesele olan şiddeti kadınların bireysel olarak “güçlenmesi” sorununa indirgiyor. Elbette şiddet karşısında kadınların bireysel olarak güçlenmesi önemli ancak “özsavunma” tartışması, kadınların bireysel güçlenmesinin özünde politik ve toplumsal bir değişim olduğu gerçeğinden uzaklaştırıyor.

BİZİM ÇAĞRIMIZ: ÖRGÜTLÜLÜK

Bizim şiddet karşısında mücadele için kadınlara çağrımız “özsavunma” değil, “örgütlenme, bulunduğumuz her alanda yan yana gelme, her yerelin, her mahallenin, her işyerinin koşullarına ve ihtiyaçlarına uygun, yerel, kapsayıcı ve güçlendirici mücadele araçları yaratma”dır. Bizim için özsavunma “örgütlülük”tür, kadınların bulunduğu her alanda dayanışma ve mücadele ağları kurması, bu ağın parçası olan kadınların güçlenmesi ve bu ağın henüz bir parçası olamasa da bu örgütlülüğün yarattığı gücün yaşam alanlarında yarattığı değiştirici gücün etkisiyle kadınların güçlenmesidir.
Bizim kadınlara çağrımız; şiddetin tüm kaynaklarını ortadan kaldıracak toplumsal dönüşüm hedefiyle her alanda örgütlülük ve birlikte mücadeledir. Kadınları şiddete karşı mücadeleye çağıran hareketin literatüründe de esas vurgunun bu olması gerektiğini düşünüyoruz. Sözünü, eylem hattını tek tek kadınların hayatta kalma çabasının zorunlu sınırlılıklarıyla sınırlayan bir mücadele hattı ilerletici, geniş kadın kesimlerini kapsayıcı olamaz.

‘KENDİ ADALETİNİ KENDİN SAĞLA’ FİKRİNİN YAYGINLAŞMASI
Özsavunma vurgusu, kadınların şiddet karşısında korunması haklarını güvence altına alacak olan hukuki ve kurumsal mekanizmaları zorlama, politik bir mücadele vermeyi talileştirip, “kendi adaletini kendisinin sağlaması zorunluluğu” fikrini de yaygınlaştırıyor. Kamuoyunda zehirli bir biçimde yayılan umutsuzluk, “zaten hak hukuk hiçbir işe yaramıyor” duygusu, “kendi adaletimizi kendimiz sağlayacağız” fikrinin yaygınlaştırılması, orta ve uzun vadede yine egemenlerin işine gelecek sonuçlar ortaya çıkarır. Adalet mekanizmalarını zorlamaktan, hakları kullanmak için sonuna kadar mücadele etmekten vazgeçmemeliyiz.
Eşitsizliği merkeze alan ve yalnızca suç sonrası görünümleriyle değil, işsizlikten kamusal hizmetlerin nasıl yerine getirildiğine, istihdam politikalarından bölüşümün hangi sınıflar lehine nasıl gerçekleştirildiğine ve bu gerçekleşirken yükün daha fazlasını kimlerin neden üstlenmek zorunda kaldığına dair bütüncül bir mücadele hattı... Bu hat, bugün bizi “Ölmek istemiyoruz” noktasına kadar getiren korkunç saldırı furyasının yarattığı toz duman arasında “zor” bir mücadele hattı olarak görülebilir. Ancak vahşileşen şiddetin yalnızca suretine karşı değil esasına karşı da mücadeleyi odağa koymazsak, kadınların ölmemek için öldürmek zorunda kalacağı “orman kanunlarının” en büyük zararını yine kadınlar yaşayacaktır.

(1)    Name Öztürk, https://ekmekvegul.net/gundem/devletin-korumasi-gerekirken-biz-kendimizi-korumaya-mecbur-kaliyoruz
(2)    Çilem Doğan, https://ekmekvegul.net/gundem/devletin-korumasi-gerekirken-biz-kendimizi-korumaya-mecbur-kaliyoruz
(3)    Nevin Yıldırım,
https://t24.com.tr/haber/kendisine-tecavuz-eden-adami-oldurdugu-icin-muebbet-alan-nevin-yildirim-kadinlardan-mektup-bekliyor,345575

Fotoğraf: Eda Aktaş

İlgili haberler
Hindistan'da ev emekçisi kadınların talebi güvenli...

Hindistan’da kayıt dışı çalışan ev emekçisi kadın sayısı oldukça yüksek. Kadınları cinsel tacizden k...

Dayanışmayla daha önce tanışsaydım bambaşka bir ha...

Yıllarca şiddet gören Demet, bugün kadın dayanışması sayesinde boşanma davası açtı. Kızı ve engelli...

Pandeminin daha da açığa çıkardığı önemli bir ağ:...

2016 yılından bu yana Ankara Tuzluçayır’da kadınlarla büyüyen, kadınları güçlendiren bir dernek Tuzl...