Yaşama sevincimize her gün nişan alınırken birbirimize omuz vermek...
Dokunduğumuz her kadını görerek, hayatın tüm zorluklarına karşı sıcak ve güvenli omzumuzu sunarak, yaşadığımız hiçbir şiddetle barışmadan dirseklerimizi çıkararak mücadele! İşte bunu yapabiliriz…

10 yaşındaki kızının gözleri önünde öldürülen Emine Bulut “Ölmek istemiyorum” diyerek verdi son nefesini. Hepimiz canımızın orta yerinde duyduk bu sözü. İçimizden bir kadının daha eksilmesinin acısının yanında, geldiğimiz noktaydı acıyı katmerlendiren. Artık sırtımız duvardı ve asgariye doğru çekilmiştik işte: “Ölmek istemiyoruz!” Var mı bundan daha ötesi?

KADINLARA ÖLÜMLERDEN ÖLÜM SEÇEMEYEN FAİLLER!
Emine Bulut cinayeti ilk olmadığı gibi son da değildi, biliyoruz. Hemen ertesinde Mersin’de bir kadının ihbarı üzerine kadını öldürmek isteyen kocanın yakalandığını öğrendik. Yakalanan adamın, üst aramasında çıkanlar şöyle: 9 mm çapında tabanca, 14 mermi, 28 cm uzunluğunda bıçak, 10 plastik kelepçe, birer metre olarak kesilmiş uçları düğümlü 5 kendir ip ve koli bandı... Fotoğrafa baktığımda şöyle düşündüm “Adam kadına ölümlerden ölüm seçememiş ya da hepsini birden yaparak defalarca öldürmeyi planlamış.”

Kadın cinayetlerinin, kadınların vahşi şekillerde öldürülmelerinin bu kadar görselleştirilmesi, daha fazla tepki oluşturmak adına daha fazla şiddet görüntüsünün ortalığa saçılması bir yandan da şiddeti artıran bir rol oynuyor diye konuşuyoruz aramızda. Kadın cinayetlerinde şiddetin yeniden üretilirken olağanlaştığı koşullarda kimi erkekler eşlerine “Gördün mü yaşananları, bir de beni beğenmiyorsun…” diyerek ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çalışıyor. Sahiden bunun daha iyi değerlendirilmesi lazım.


YAŞAMA SEVİNCİNİ ÖLDÜREN ŞİDDET
Bütün bu kadın cinayetleri ve vahşi katliamlar yaşanırken belki konuşmaya fırsat bulamadığımız, belki farkında olmadığımız, -öldürmeyen ama süründüren- bir şiddet sürecinden söz etmek istiyorum. Kadınlar hayatlarını sürdürmek için mücadele ederken, yaşamı yeniden yaratırken, arada evlilik bağı olsun olmasın sevmekten de, aşktan da vazgeçmiyorlar. Ancak kendilerine yaşatılan diğer şiddet türlerine, mülkiyetleştirilmeye, ihanete ve iktidar çatışmaları ile teslim alınmaya da itiraz ediyorlar. Pek çok kadın aşık olduğu ve kendince fedakârlıklar yaptığı uzun bir sürecin sonunda, yaşadıkları durumun değişmeyeceğini görüp aradaki bağı koparmak istiyor. Bu bağ genellikle artık aşık olmadığını hissetmesi, kendisine karşı dürüst olunmadığını görmesi, aldatma, ilişkinin yıpratan ve tüketen bir hal alması, her türden psikolojik, ekonomik, fiziksel ve sözlü şiddet nedeniyle kopuyor. Bütün bunlar tükenmiş ve sürdürülemez bir ilişkinin en açık göstergeleri olmasına rağmen erkekler, hayatlarında başka bir kadın olsun ya da olmasın kadının kararına karşılık büyük bir öfke duyuyor; kadını ilişkiye verdiği emeğe, geçmişte duyduğu hislere dahi pişman ediyor. Tüm bu şiddet biçimleri ölümle sonuçlanmasa da yaşama sevincine her gün nişan alıyor.

Tamamlayan, dayanışan, üreten, geliştiren iyi ve dürüst bir ilişkiyi başaramayan erkekler hayatlarındaki kadınları epeyce bir üzdükten sonra, sürdüremedikleri bağı koparmayı da başaramıyorlar, kadının hayatına doğrudan kastetmese de onun hayatını sürdürme olanaklarına saldırıyor. Kendisi olmaksızın kadının hayatını sürdüremeyeceği biçimindeki bakış açısı mal kaçırmak, nafaka vermemek, bir ekmeğe muhtaç etmek biçiminde maddi yaptırımlara dönüşürken; evlilik bağı olsun ya da olmasın ayrılık hallerinde kadını statüsü ne olursa olsun küçük düşürmeye çalışmak, horlamak, özel hayatı konusunda ileri geri, ulu orta konuşmak, tükettiği ilişkide kendini temize çekerken kadını çamura bulamaya kadar varıyor.

İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ DAYANIŞMADAN YOKSUN KALDIĞIMIZDA…
Bu yaşama sevincini öldüren çeşitli hallerde, kadına biçilen rol; yeni şiddet ve çirkinlik vakalarının yaşanmaması için sessiz kalması oluyor, tıpkı bütün hayatı boyunca yapması beklendiği gibi… Yasalar, gelenekler, devlet kurumları, çeşitli mekanizmalar kadını daha da zora iterken kadınlar birbirleriyle dayanışarak süreci atlatıyor.

Kadın dayanışmasının eksikliği, kadınların güçlendirici bakış açısından yoksunluğu halinde ise tablo daha da kötüleşiyor. Sonuçta kadınlar öldürülmeseler bile kendilerini hayattan soğutulmuş, yaşama sevinci öldürülmüş bir biçimde ayakta kalmaya çalışırken buluyorlar. Kimi zaman kadınlar, bunları yaşayan kadının şiddet ve istismar sürecini anlasa bile, “meseleyi abarttığı, duygusal davrandığı, bir an önce bunu sindirmesi gerektiği” gibi telkinlerle aslında durumu zorlaştırabiliyorlar.

Böyle olduğunda ne mi oluyor? Kadınların gitgide yalnızlaştığı bu süreçte şiddet failleri başkaca kadınlara zarar verebilme cesaretini alarak ilerleyebiliyor. Erkekler, şiddet uyguladığı ya da ihanet ettiği kadından sonra birlikte oldukları kadınlara da “prenses” gibi davranmıyorlar. İçinde bulundukları zorlu durumları dayanışma ile aşamayan, kendini güçlendiremeyen, adalet duygusunu tesis edemeyen kadın, “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” biçiminde eşit olmayan bir hayatın elemesine bırakılıyor. Bugün pek çok kadının psikologlara taşınması, antidepresanlarla ya da alkole ve uyku ilaçlarına bağımlı yaşamak zorunda kalışı işte bu sürecin sonunda oluyor. Yaşama koşulları hayatını ancak sürdürmeye yeten kadınlar elbette psikolog yardımından da yoksun oluyor, belki hayatı boyunca sürecek travmalarla tek başına baş etmek zorunda kalıyor.

Peki, bizi güçlendirecek olan nedir? Dokunduğumuz her kadına bakmakla sınırlı kalmayarak, onu görerek, paylaşarak, hayatın tüm zorluklarına karşı kız kardeşlerimize sıcak ve güvenli omzumuzu sunarak, yaşadığımız hiçbir şiddetle barışmadan dirseklerimizi çıkararak mücadele! Var olanla yetinmeyecek, bu her yanından çürümüş şiddetli düzenin yerine yenisini aşkla mücadele ederek kuracağız...

İlgili haberler
‘Erkeklere indirim yapılırsa cinayetlerin nasıl ön...

Emine Bulut’un ‘Ölmek istemiyorum’ sözleri, herkesi öfkeye boğarken, Sincan Organize Sanayide çalışa...

Eşitsizlik şiddeti körüklüyor

‘Kadının işi eve yorgun gelen kocasına bakmak, ona hizmet etmek olarak görülüyor. Eşitsizlik sadece...

Mahkeme salonlarından yankılanan ses: ‘Ölmek istem...

Avukat Şenay Tavuz, hâlâ bir çok kadının Barodan avukat isteme hakkı olduğunu bilmediğini yazıyor. V...