
2000’li yıllarda grup Hepsi, genç kadınların bastırılmış kahkahalarını, gizlenmiş hislerini, aşkını, acısını ve 'kız neşesini' sahneye taşıdı. Yıllar sonra ortaya çıkan Manifest grubu, o nostaljik duyguları yeniden canlandırdı. Ancak Manifest'in, iktidarın neoliberal muhafazakar politikalarının en keskinleştiği dönemde ortaya çıkması ve toplumdaki genç kadınlara satılan kısa süreli ‘kız neşesi’nin bile önüne ket vurulması sistematik bir kadın mücadelesinin aciliyetini bir kez daha hatırlattı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Manifest grubuna “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlamasıyla resen soruşturma başlatması, bu tablonun en güncel örneği oldu. Üstelik Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral'ın, “Manifest grubu denen bu ahlaksız, edepsiz, hayasız, zebani kılıklı yaratıklar bir daha teşhircilik yapamayacak şekilde haklarında işlem yapılmalıdır” sözleri, iktidarın kadınları kuşatan baskı politikalarının geldiği boyutu çarpıcı biçimde ortaya koydu. Bu soruşturma sadece grup üyelerine yönelik değil, Türkiye’de yaşayan her kadına yönelik bir gözdağı niteliği taşıyor.
Bununla birlikte özgürce yaşayacağımız bir gelecek için mücadele etmek zorundalığı yeniden gündemimize geldi. Duygularımızın ve düşüncelerimizin sadece şarkılarla sınırlandırılamayacağı bir dünyaya ulaşmak için, 2025’in aile yılı ilan edildiği bu dönemde, kadınlar üzerindeki denetim ve baskının boyutlarını ve altında yatan nedenleri anlamak büyük önem taşıyor.
Sermayenin dönemsel ihtiyaçları tarafından şekillendirilen 'makul kadın'
Güncel olarak, kadınları sürekli baskıyla kontrol altında tutmaya çalışan çok katmanlı bir oyunla karşı karşıyayız. Bu sadece "gelenek" veya "din" diyerek açıklanabilecek basit bir mesele değil. İşin içinde sermayenin ihtiyaçları, siyasi iktidarın devamı için toplumu şekillendirme arzusu ve derin sınıfsal dinamikler var.
Bir yandan kadınlar "Çalış, üretime katıl, ailenin ekonomisine destek ol, üstüne ev işlerini de yap" denerek esnek, güvencesiz, yarı zamanlı çalışmaya itiliyor. Diğer yandan, tam da kadınların özgüveni ve mücadele olanakları, bu sömürü sisteminin devamlılığını sağlamak adına "kutsal aile" naraları ile ellerinden alınmaya çalışılıyor. Makbul kadın tanımı dayatılıyor: İtaatkar, ailesine bağlı, "yerini bilen", ses çıkarmayan...
Cezasızlık politikalarıyla failler cesaretlendirilirken, kadınlar korku iklimine hapsediliyor. Her kürsü konuşmasında işçi ve emekçiler, kutsal aileyi koruma bahanesiyle iktidar saflarına çağrılıyor, kadınlara "makul kadın" olma tavsiyeleri veriliyor. Eşitsizliğe karşı çıkan sesler devletin baskı aygıtlarıyla susturulurken, bir yandan da kadınların aileleri, eşleri devreye sokuluyor, örneğin eylemlerden sonra aileler aranıyor. Erkekler bu sistemin tetikçisi haline getiriliyor. İktidar hem sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ekonomik politikalarla kadın emeğini sömürme yolları üretiyor, hem de iktidarını sağlama almak amaçlı toplumu muhafazakar kodlarla, baskı politikalarıyla yeniden şekillendiriyor. Aynı iktidar 2010'lu yılların başında da Avrupa Birliği'ne girebilmek adına kadın hakları noktasında çeşitli tavizler de vermişti. Tabi, bunlar kadınların yıllardır sokaklarda, alanlarda verdiği mücadelenin kazanımıydı. Ancak sistem ihtiyaç duyduğunda ya kazanımları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor, ya da tamamen tasfiye etmenin yollarını buluyor. Tek adam iktidarı da Avrupa Birliği'ne doğru esen rüzgar yön değiştirince, kadınların kazanılmış haklarını görmezden geldi, yasaları uygulamadı, en sonunda İstanbul Sözleşmesi'nden de çekildi.
Neşemiz ve hayatlarımız kontrol altınına alınmaya çalışılıyor
2025 yılının aile yılı ilan edilmesiyle birlikte, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, yeni nesil işçilerin yetiştirilmesi ve bakım yükü tamamen kadınların sırtına yükleniyor. Doğum teşvikleri, evlilik çağrıları, kutsal aile ve kutsal annelik söylemleri her zamankinden daha yoğun şekilde karşımıza çıkıyor. Toplumun yarısını oluşturan kadınların bu eşitsizliğe karşı çıkacak sesini bastırmak için baskı uygulamaları had safhaya ulaşıyor. Manifest grubuna açılan soruşturma da, Saral'ın aşağılayıcı ifadeleri de bu yüzden tanıdık geliyor. Sadece bir grubu hedef almıyorlar. Tüm kadınlara "Senin neşen, senin hayatın benim kontrolüm altında" demeye getiriyorlar.
Mesele "açık" giyinmek, dans etmek ya da şarkı söylemek değil. Asıl mesele, iktidarın kadınlara “Benim çizdiğim sınırların dışına çıkarsan cezalandırılırsın” mesajını her fırsatta dayatmasıdır. Bu tehdidi daha önce Meclise sunulan yasa tasarılarında da gördük. İşte tam da bu yüzden artık söz söyleme sırası bizde. Sıra, kadınları her bir hücresine kadar sömürmeyi hedefleyen aile uygulamalarındaki sınıfsal bağları görüp, mücadele hattı çizmekte. Kız kardeşlik bağımızı alanlarda, sokaklarda, taleplerimizde büyüterek; sermaye iktidarının her türlü çıkarına ve ideolojik dayatmasına karşı mücadele etmenin zamanı geldi. Bu mücadeleyle özgür yaşamın kapılarını aralayacağız.
Sistemin bizden çaldığı ve sonra gıdım gıdım geri sattığı o “kız neşesi”, ancak özgür bir dünyanın ürünü olabilir. Sistemin bütün sömürü ve baskı aygıtlarına karşı yürüteceğimiz ortak mücadelenin sonucu kuracağımız özgür dünyanın...
Fotoğraf: Manifest grubu
İlgili haberler
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Manifest hakkında...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Manifest grubu hakkında 'hayasızca hareketler' ve 'teşhircilik' su...
Aile yılının üniversitede yeri yok
'Mezuniyet sahneleri aile yılı propagandaların değil; emeğimizin, özgürlüğümüzün ve özgür düşünceler...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.