Söylenenler değil yaşadıklarımız gerçek
Adalet Bakanı Gül genç kadınların bulundukları her ortamda ‘devletin yanında olduğu’ hissiyle güvende hissettiğini ifade etmişti. Peki, genç kadınlar bulundukları ortamlarda güvende hissediyorlar mı?

Geçtiğimiz günlerde TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Araştırma Komisyonuna katılan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bazı açıklamalarda bulunmuştu: “Özellikle genç bir kızımızın okula giderken, çalışma hayatında işyerine giderken, evine giderken gelirken gerek aracıyla gerek yaya gerek dijital ortamlarda herhangi bir ısrarlı takibe maruz kalması hâlinde caydırıcı olarak, ‘hukuk devleti olarak devlet benim yanımda’ duygusunun çok önemli ve değerli olduğunu düşünüyoruz.” Gül, kadına şiddeti önlemek için gerekirse Anayasa’yı değiştireceklerini de sözlerine eklemişti. Peki genç kadınlar Gül’ün ifade ettiği gibi kendilerini sokakta yürürken, okullarında, işyerlerinde ve hatta evlerinde güvende hissediyorlar mı?

ONLAR NE SÖYLÜYOR? BİZ NE YAŞIYORUZ?

Her geçen gün şiddet, taciz ve tecavüz haberlerinin gitgide daha da arttığı, faillerin cezasızlık ve haksız tahrik indirimleri ile karşı karşıya olduğu bir dönemde herhangi bir güven ortamından bahsetmek pek doğru olmayacaktır. Keza son yıllarda her geçen gün artan baskıcı ve gerici uygulamalar, kadınları ötekileştiren cinsiyetçi tutumlar, kadınların kazanılmış haklarına siyasi emeller uğruna saldırılması, LGBTİ’lere hayatın her alanında uygulanan zulüm ve yok sayma gibi pek çok şey bizlerin yaşamında büyük etkiler yaratmakta. Pandemi dönemini de göz önüne aldığımızda kadınlar, şiddet, yoksulluk ve baskıcı politikalar arasında adeta kapana sıkışmış vaziyetteler.

Kadınları bu cendereden çıkarması gereken mekanizmalar işlemiyor, kadınların haklarını güvence altına alan uluslararası insan hakları sözleşmesi feshediliyor. Kadınların hayatları siyasi bir malzeme haline getiriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ardından yandaş medya ve sözde gazeteciler tarafından yine kadınların yıllar boyunca mücadeleleri ile kazanılmış nafaka hakkı, 6284 sayılı Kanun tartışmaya açılıyor. Kadına yönelik şiddetin sebeplerini tartışmak için toplanılan komisyonlarda aile mahkemelerine uzlaştırma ve arabuluculuk kurumu getirilmesi öneriliyor. Pandemi döneminde artan aile içi şiddet vakaları ise Aile Bakanı Derya Yanık’ın söylemi ile “tolere edilebilir” bulunuyor.  Çocuklara karşı işlenen cinsel istismar suçlarına evlilikle af getirmeyi planlayan yasa teklifi düzenli olarak “aileyi korumak” bahanesiyle meclise sunuluyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu her ne kadar faili meçhul kadın cinayeti olmadığını iddia etse de Gülistan Doku, Nadira Kadirova gerçekleri gözlerimizin önünde duruyor. Yargıda haksız tahrik indirimleri ve cezasızlık hali devam ettikçe bu durum adeta faillere cesaret veriyor. Bu gibi çeşitli söylem ve uygulamalar ile şiddet meşrulaştırılıyor. Tüm bu yaşanılanlar ise kadınların adaletsizliğe, şiddete, eşitsizliğe karşı öfkesini daha da büyütüyor.

Genç kadınlar olarak yaptığımız sohbetlerde de derin bir kaygı ve endişe halini gözlemlemek mümkün. Genç kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nin kendileri için önemli bir koruma mekanizması aynı zamanda LGBTİ bireylerin, çocukların bastırılmaya çalışılan sesi olduğunu düşünüyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının insan haklarına saldırı olduğunu, sözleşmenin yürürlükten kaldırılması kararının sisteme olan güvensizliği de beraberinde getirdiğinden bahsediyorlar. Üniversitelerinde Kadın Çalışmaları Atölyesi gibi kulüp ve topluluklar, Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu gibi mekanizmalar isteyen öğrenciler, üniversite yönetimlerinin bu konuda önlerine birçok engel çıkardığını ifade ediyorlar. Yan yana gelme olanaklarını arttıran bu oluşumları kurdurtmayan, bizlere ayak direyen üniversite yönetimleri, var olan toplulukların çalışmalarında ise bin bir zorluk çıkartıyor. Birçok üniversitede zaten olmayan CİTÖK’ler, fiilen var olsa da işlevsiz hale getiriliyor.

YENİ ANAYASA ÇAĞRISININ KADINA ŞİDDETİ ÖNLEMEYE YÖNELİK OLMADIĞI AÇIK

Böylesi bir tabloda Bakan Gül’ün “Gerekirse anayasayı değiştiririz” söylemi iktidarın uyguladığı politikalarla örtüşmemekte, hiçbir inandırıcılığı bulunmamakta. Hukuk devleti ilkesine güvenin her geçen gün azaldığı, vatandaşların zaten var olan anayasal haklarını dahi kullanamadığı bir dönemde yapılan “yeni anayasa” çağrısının kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik olmadığı da oldukça açık. Zaten var olan mevzuat uygulanması gerektiği gibi uygulanmazken, kolluk birimleri 6284 sayılı kanunun kapsamı ve bulundurduğu tedbirler hakkında yeterince bilgili değil iken yapılan bu yeni anayasa çağrısı, iktidar ve ortağının aylardır gerçekleştirdiği yeni anayasa söylemlerinden farklı, samimi bir açıklama olarak değerlendirmek de oldukça güç olsa gerek.

Bizler biliyoruz ki kadınların hayatı tek bir kişinin dudaklarının arasına sığdırılmayacak kadar büyük, oy malzemesi yapılamayacak kadar da değerli. Kadınların yaşadıkları tüm bu hak gasplarına karşı yan yana gelerek tepki göstermesinin gerekliliği hayati boyuta ulaşmış durumda. Kadınlar amfilerde, işyerlerinde, sokaklarda ve bulundukları tüm alanlarda bir araya gelip yaşamlarından ve haklarından hiçbir koşulda vazgeçmeyeceklerini hep birlikte daha kuvvetli bir şekilde haykırmalı.  Tüm antidemokratik ve hukuksuz uygulamalara karşı gücümüzün birliğimiz olduğunu birbirimize hatırlatmalı, hem bugünümüz hem de yarınlarımız için sesimizi büyültmeliyiz.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Genç kadınların kafası karışık falan değil!

'Benim başörtüme karışmasınlar istediğim gibi yaşayayım' derken benden farklı kadınların kötü şartla...

Adalet Bakanı Şiddet Komisyonunda sunum yaptı: Laf...

8. toplantısını gerçekleştiren Kadına Karşı Şiddet Araştırma Komisyonunda, Adalet Bakanı Abdülhamit...

İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmiyoruz çünkü...

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedildiği açıklanan İstanbul Sözleşmesi nedir? Kadın...