Bulutlar sınır mı bilir?
Öyle bir an geldi ki bulutların üzerinde hissetti kendisini. Koşan o değil de bir at gibi üzerine bindiği bulutlardı sanki. İyi de o ses?

Dün gece -ve öncesinde pek çok gece- rüyasına giren o büyük ağacın arkasına gizlenmiş, kara bulutlarla yüksek tepelerin buluştuğu erişilmez uzaklara bakıyordu. Rüyasında yapabildiğini gerçekte de yapabilmek için en uygun anı kollar bir hali vardı.

Her şeyin rüyalardaki kadar kolay olamayacağının ayrımında tedirgin, çevreyi kolladı. Hoş, rüyalarında da bir şeylerin çok yolunda gittiği söylenemezdi ya.

Çoğu zaman rüyasından kan ter içerisinde uyanır, kimi zaman bu uyanışlarına korku dolu çığlıkları eşlik ederdi. Sırf bu yüzden annesi tarafından birkaç kez hocaya götürülmüşlüğü, okunup üflenmişliği bile vardı. Annesine göre oğluna gece bir haller oluyor, adı ağza alınması sakıncalı bazı küçük varlıklar oğlunu bunaltıyordu.

Böyle bir sonuç doğuruyor olsa da sonuçta görülen rüyaydı ve sabah olduğunda yaşanılanların rüya olduğunu bilmek rahatlatıyordu.

Oysa şimdi…

Dikenli tellerin arasındaki mesafeyi ölçtü gözleriyle. Rahatlıkla geçebileceğinin farkındaydı. Ya gerisi?

Ya görürse birileri? İlle de bir asker? Hele bir de diğer tarafın askeriyse o? Anlaşabilecekleri ortak bir tek cümleleri bile yokken hem de?

Arkadaşı Fero yanında olsa durum bu olmazdı aslında.

Fero, karşı tarafın dilini az çok biliyordu. Onun bu konudaki öğretmeni kaçakçılıkla geçimlerini sağlayan babasıydı ve ondan öğrendikleri tam da işlerine yarayacak cümlelerdi. Bir yakalanma anında birçok kez kullanılmış ve işe yaramış sözler.

Kararlıydı. Ölmek var dönmek yoktu.

Ölmek?

Niye ölsündü? Rüyasında bir kez olsun ölmüş müydü ki şimdi ölecekti?

En fazla ne olacağını biliyordu; birden gür bir ses duyulacak, o tarafın ya da bu tarafın askerlerinden biri “Hop! Nereye gidiyorsun?” havasında bir uyarıda bulunacak, o da o dakikada işi saflığa vurup…

Sonra?

Sahi ne diyecek? “Koyunum kaçtı o tarafa” dese? Olmadı, “Koyuna benzeyen ak bulutum sizin tarafa geçti”

Ya yüzünü göğe çevirip öncekinden çok daha yüksek bir sesle gürlerse asker? Ya, “Dalga mı geçiyorsun ulan, haniymiş o ak koyun? Adamakıllı kara o koyunlar görmüyor musun? Hem de kapkara.”

İçine bir korku düştü o anda. Belki de hiçbir şey demeden çekip vuracaklardı. Öyle denmemiş miydi halasının oğlu için: “Tövbe ne uyarısı, çektiğiyle vurmuşlar vallah!”

Kara bulutların şekilden şekle girişlerini, arada yerlerini ak bulutlarla değiştirişlerini izledi bir süre. Sonra kendisini buraya kadar çekip getiren o şeylerin düşünü kurmaya başladı.

Fero öyle bir anlatmıştı ki çiçek demeye dili varmıyordu bir türlü. Görüp ne olduğunu anlayana kadar “şey”di onlar, onun için.

“Tas gibi” demişti Fero ballandıra ballandıra. “Tas gibi kocaman. Hem hayatta böyle bir renk göremezsin”

Sanki dersin gözüyle gördüğünü anlatıyordu mübarek. Duyan sanır ki babası değil, Ferro görmüş o şeyleri de öyle anlatır.

Önce, anlamsız bir dizi laftan başka bir şey değildi Fero’nun anlattıkları. Neymiş, babası sınıra varmadan dağın arka yüzünde öyle çiçekler görmüş ki dünyada eşi benzeri yokmuş. Laf…

Fero’nun babası o kadar yol tepmiş, o kadar şehirler, insanlar görmüş de bula bula anlatacak bir o çiçekleri mi bulmuştu?

Yoksa Fero, çiçeğe böceğe ne denli meraklı olduğunu bildiğinden dikkatini çekmek için konuşuyor olmasındı?

Fero değil miydi sırf bu yüzden defalarca kendisiyle dalga geçen?

Dalga olsa ne kadar olurdu ki? Sonra, bu kadar uzatılır mıydı dalga dediğin?

İlk rüyasına girdiğinde yalnızca seyretmekle yetinmişti dağın yüzünü kaplayan o renk zenginliğini. Olduğu yere çakılıp kalmış bir tek adım bile atamamıştı. Etrafına zarar vermekten ürkmüş, ayağının altında ezilebilecek o güzelliğe kıyamamıştı. Ancak ikinci rüyada hiç böyle kaygıları olmamış, bir renk denizin içinde saatlerce yol almıştı. Üçüncü rüyasında toplamaya karar vermişti onları. Köklerinden çekip, topraktan ayırdıklarını evinin bahçesine götürüp dikecekti.

Ne olduysa dördüncü rüyasında olmuştu; dördüncü günün gecesinde. Bir yandan “Hop nereye?” sesiyle irkilirken, diğer yandan kulağının dibinde patlayan silahın sesiyle soğuk terler dökmüş, sonrasında var gücüyle kaçmıştı arkasına bakmadan. O anda atmış olmalıydı o korkunç çığlıkları; bir yandan “Aney!” diye haykırarak.

“Aney kurban ola!” diye feryat etmişti annesi. “Oy aney öle yerine!”

Ne bilmişti annesi, rüyasında ölümün eşiğinden döndüğünü? Şu annelik nasıl bir şeydi ki bir insan böylesine içten ölmek istesindi bir başkasının yerine?

Rüyasında her gün bir şeyler değişmiş, her seferinde bir şey, yerini bir başka şeye bırakmış ancak bir şey vardı ki o hep aynı kalmıştı; şu anda arkasında olduğu ağaç.

Hep onunla başlamıştı rüyaları nedense. Önden dalların rüzgârda çıkardığı sesleri duymuş, sonra ağacın koca gövdesini ve arkasında saklanan kendisini görmüştü.

Şimdi oradaydı işte. Tam da rüyalarında gördüğü gibi o ağacın arkasında korkuyla karışık bir heyecan içerisinde.

Durmanın bir anlamı yoktu. Bir an önce telleri aşmalı, tavşan hızıyla tepeyi tırmanıp dağın arka yüzünü bulmalıydı. Eğer Fero’nun dedikleri doğruysa toplayabildiği kadar o çiçeklerden toplayıp annesine, evinin bahçesine getirmeliydi.

Hem bu, kendisi için bir güç gösterme çabasına dönüşmüştü artık. Düşündüğünü başarırsa hem Fero’nun hem de köyün diğer çocuklarının gözünde yücelecek, herkes arkasından ne cesur bir çocuk olduğunu konuşacaktı.

Cesur sözcüğünü aklından geçirmek yetmişti ona. Evet cesurdu; hem de çok ama çok.

Yayından fırlayan ok gibi fırladı saklandığı ağacın arkasından. Dikenli telleri aşağılı yukarılı gerip arasından kolaylıkla süzüldü. En zor işi başarmış olduğunun coşkusuyla koştu, koştu, koştu…

Öyle bir an geldi ki bulutların üzerinde hissetti kendisini. Koşan o değil de bir at gibi üzerine bindiği bulutlardı sanki.

İyi de o ses?

Annesinin bulutlara erişen o feryadı?

“Oy ben öleydim oğul!” diyordu annesi. “Oy o mayınlar üstünde aney parçalanaydı, oy!”

SÜREYYA KÖLE KİMDIR?
Süreyya Köle, Amasya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Üniversitede işletme eğitimi aldı.
Öykü, deneme, röportaj türündeki çalışmaları yerel ve ulusal pek çok yayın organında yer alan Köle’nin, aynı türdeki çalışmaları ulusal ve uluslararası seçkilerde de yer buldu. Çok sayıda serbest editörlük çalışması da olan Köle; yerel, ulusal ve uluslararası sanat dergilerinin yayın kurullarında yer aldı; Adana temsilciliğini yürüttü.
“Seksek” adlı kısa film öyküsü, Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında düzenlenen kısa film öyküsü yarışmasında ödüle değer görüldü. Bir başka yıl Uçan Süpürge tarafından düzenlenen “Kadınlar Saçlarını Çözüyor/12 Eylül’e Mektuplar” adlı projede, Yakası Kürklü Yeşil Parka adlı romanından izler taşıyan “Sahibini Arayan Mektup” adlı kurgu mektubu ile yer aldı.
Edebiyatın yanı sıra, Anadolu basının dev çınarı Yeni Adana Gazetesi’nde (Kuruluş tarihi 1918) güncel ve siyasal konular üzerine yazılarını 1999 yılından 2015 yılına kadar sürdüren KÖLE, aynı zamanda gazetenin sanat ve siyaset röportajlarını yaptı; aylık “Düşünce-Sanat ve Toplum“ ekinin yayın yönetmenliği ve gazetenin genel koordinatörlük görevini yürüttü.
Süreyya Köle “Yakası Kürklü Yeşil Parka” adlı romanı ile 2011 Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülü’nün sahibidir.

KITAPLARI:
Yakası Kürklü Yeşil Parka (Roman /2010 Broy/2014 NotaBene)
Abidinpaşa Caddesi’nde Dev Bir Çınar ve Adım Sesleri (Anı-belgesel/ 2015 Heyamola Yayınları)
ORTAK KITAPLAR:
Anafilya Yansımalar 2009
Anafilya Seçki 2010
Direniş Öyküleri (Öykü/ 2013 NotaBene)
Kadınların Ruh Acıları (Öykü/ 2014 Nezih-er)
Öyküden Çıktım Yola (Öykü/2014 Aylak Adam)
Taşa Fısıldayan Öyküler (Öykü/ 2015 NotaBene)
Yola Çıkan Öyküler – Kars (Öykü/ 2015 Heyamola Yayınları)
Kısa Film Öyküleri (Kısa Film Senaryo/ 2017 Seyyah Kitap)
Kaynana Şekeri (Öykü/2019 Artshop)


İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Sarı çizmeler

‘Depo önceki zamanlarda geldiği depo değil gibiydi. Hangara saçılmış kasaların yerinde, kapakları aç...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kan

‘Makineler ilk defa Suna için durmuştu. Oysa Suna ne çok isterdi makinelerin kendisi için durmasını....

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Cemile

‘İbrahim’le yaşamanın işkenceye dönüştüğü şu günlerde ilginç bir şekilde ailesi ile geçen günlere öz...