Edebiyat dünyasından kadınlar: Edebiyat dünyasının değişmesi yetmez!
Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... Edebiyat dünyasından kadınlar anlatıyor serimizin 3. bölümüyle bugün karşınızdayız.

Yazar Pelin Buzluk ve çok sayıda kadının yazar Hasan Ali Toptaş’ın tacizine ve cinsel saldırısına uğradığını açıklamasının ardından edebiyat ve sanat dünyasından hukuk alanına kadar pek çok mecradan kadın sosyal medyada #SusmaBitsin diyerek yaşadıkları tacizi anlattı. Yayınevlerinin yazarlarla ilişiğini kestiği açıklamaları ardı sıra gelirken, kitle örgütlerinden de kadınlara destek açıklaması geldi.

Ekmek ve Gül olarak biz de edebiyat ve sanat dünyasında patlak veren, bugün çokça mecraya yayılan taciz meselesini, edebiyat dünyasının erkek egemen yapısı içinde kadın edebiyatçıların nasıl var olmaya çalıştıklarını sorduk. Serbest kürsümüzün 3. gününde Nuran Durmaz, Tekgül Arı ve Tuğba Gürbüz var.


NURAN DURMAZ: ADALET SİSTEMİNE GÜVENMESEK DE...

Şunu hatırlamamız gerekir ki, kadınlara yönelik her türlü taciz, bir insan hakları ihlalidir ve suçtur. Bu suç, hiçbir gerekçeyle mazur gösterilemez. Uluslararası normlar bu gibi durumlarda kadının beyanını esas alır. Çünkü kadınlar bu konularda kolay kolay konuşamıyor. Kadınlarda öncelikle kendini suçlama eğiliminin yaygın olduğunu görüyoruz. Kadının, karşı tarafın suçunu tespit ettiği durumlarda ise, kendi adını lekelememek, toplum gözünde küçük düşmemek adına olan biteni gizleme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, uluslararası normlara göre taciz vakalarında kadının beyanı esastır, hele birden fazla kadının beyanı varsa durum çok vahimdir.

Diğer taraftan, adalet sistemine güvensizlik, şikâyet mekanizmalarının bulunmaması veya işlememesi, insanları çaresiz kılıyor. Sonunda sosyal medyada her şeyin ortaya dökülmesi söz konusu olabiliyor. Tabii ki sosyal medya ne bir şikâyet ne de adalet merci olabilir. Tacize uğrayan kadınların öncelikle baroların kadın hakları merkezlerine, kadın derneklerine ve benzer mercilere başvurarak nasıl hak arayacağı konusunda bilinçlenmesi, planlı ve hukuka uygun hareket etmesi daha doğru olur. Zira, sosyal medya kanalıyla yapılan girişimlerde hakkını alamamak, aksi suçlamalara hedef olmak, hatta kimi zaman haklıyken haksız duruma düşmek bile söz konusu olabilir.

DEĞİŞİM İÇİN BİRLİKTE ÇABA GÖSTERMELİYİZ

Genellikle erkeklerin “usta yazar, eleştirmen, jüri üyesi” rollerinde kadınların dinleyici rollerinde olması başlı başına bir problem. İş dünyasında olduğu gibi, sanat camiasında olduğu gibi, edebiyat çevrelerinde de etkin rollerdeki insanların çoğunluğu erkek. Bu yapıyla birlikte erkeklerin sınırları konusunda, kadınların da hakları konusunda bilinçsiz olması, taciz ve ayrımcılığa uygun bir ortam yaratıyor. Bu yapının değişmesi için hep birlikte çaba göstermek durumundayız. Kadın yazar lafını duymayacağımız, bir yazarın kadın mı erkek mi olduğunu dikkate dahi almayacağımız güne kadar bu konuda çalışmalıyız.

YAZAR VE YAYINEVİ ÖRGÜTLERİNE DE DÜŞEN GÖREVLER VAR

Son dönem yaşadıklarımız da gösterdi ki, kadınlar da erkekler de bu konuda çok bilinçsiz. Konunun taciz noktasına gelmemesi için öncelikle erkeklerden başlayarak farkındalık yaratmalıyız. Erkeklere sınırlarını öğretmeli, kadınlara haklarını hatırlatmalı, bir sorun yaşadıklarında neler yapabileceklerini anlatmalıyız. Ve elbette ki adalet sisteminin işleyebilmesi için şikâyet mekanizmaları oluşturulmalı ve işletilmeli. Yayınevleri ve meslek kuruluşları, “Benim payıma düşen ne, ne yapmam gerekiyor, gerekenleri yapıyor muyum” diye düşünmeli, kendini sorgulamalı. Tek tek kadınların yapabildikleri sadece seslerini duyurmaya çalışmak, ancak örgütlü ve sistematik bir çalışmayla bir şeyleri değiştirebiliriz.

Bununla beraber, pozitif ayrımcılık ve her tür etkinlikte kadın sesinin duyulduğunu temin etmeye yönelik özel önlemler alınmalı, her değerlendirme komitesinde, jürilerde veya benzer karar mercilerinde eşit değilse bile en az yüzde 30 oranında kadın katılımı sağlandığından emin olunması gibi yaklaşımlara ihtiyacımız var. Hepsinden önce yazar ve yayınevi örgütlerinin eşitlik anlaşması ve bir kurallar silsilesi yayımlaması gerekiyor.


TEKGÜL ARI: EŞİTSİZLİK TACİZİ BESLİYOR
Cinsiyet ayrımcılığı daha bizler doğar doğmaz bir damga gibi üzerimize bastırılan, ölene kadar izi silinmeyen politik bir meseledir. Erkek kültürün hâkim olduğu bir toplumda edebiyat dünyasının, böyle bir yapılanmadan bağımsız olduğu düşünülemez. Edebiyattaki eril iktidar yapılanmasında (usta yazar, jüri üyesi, eleştirmen vb.) yazar kadınların, kendilerine bir yer edinmeleri de maalesef onların kontrolüne bırakılmıştır. Erkekler korusu, kendisinden tanrılar ve peygamberler yaratırken ekonomik olarak da çıkar sağlayabildikleri için birbirlerine sıkıca kenetlenmiştir. Bugünün politikası neyse edebiyatın politik yürütücüleri de aynı yolu takip etmektedirler.
Öncelikle erkeklerin baskınca söz sahibi olduğu o kadar çok edebiyat dergisi, gazete var ki. Edebiyat atölyelerinin yürütücülerinden tutun da bize edebiyatı öğretmeye kalkışanlar, eleştiri makamları, editörleri ve yayıncısına varıncaya kadar çoğunluk erkekler korosundan oluşuyor. Edebiyat ödülleri yarışmalarına katılan yazara ödül dağıtan jüri üyelerinin çoğunluğu da gene aynı kadrodan. Bu kadro biz yazar kadınlara, edebiyatın hangi türünün yakışacağına kadar karar sahibiler. Elbette böyle bir erkek tahakkümü içerisinde kendine yer bulmak için didinen yazar kadın, erkekler korusunun onayıyla eklemlenebiliyor edebiyat korosuna. Eşitsiz, adaletsiz ve saygının kurulmadığı böylesi bir ortam doğal olarak tacizi de besler.
SADECE EDEBİYAT DÜNYASININ DEĞİŞMESİ YETMEZ
Kadına yönelik taciz ve ayrımcılığa sadece edebiyat yapılanması içerisinden bakıp çözüm bulmak geçici bir hevestir. Genele, yani tüm toplum yapılanmaları içindeki cinsiyet ayrımcılığı üzerine gitmeden de çözülemez. Bir yeri düzeltme yanılgısına indirgenmeyecek kadar önemli bir meseledir bu. Toplumda taciz ve tecavüze uğrayan birçok kadın ve çocuğa ırkından, dinsel yapılanmasından dolayı hâlâ birtakım kitleler sessiz kalıyorsa, kurulu adalet sistemi yurttaşlarına eşit adalet dağıtamıyorsa, toplumda eşit ilişki kurulamıyor ve en önemlisi toplumda bireyler birbirine saygı duymuyorsa, edebiyat yapılanmasını tek başına cımbızla çekip değiştirip düzeltmemiz de bir yanılsama olur.
Son günlerde gündemde olan taciz ifşaları, kısa bir süreliğine eril edebiyat iktidarı susturmuş gibi, oysa bu suskunluk, fallik kadın imgesinin yeniden üretilip ortaya çıkarılmasına kadardır. Tacizi ifşa edilen ünlü edebiyatçımız, basın söyleşilerinde kendini aklamaya çalışırken yaptığı açıklamalarla tam da fallik kadın algısını alttan alta duyurmaya çalışmıştır. Bu algıyı sadece öğrenilmiş erkeklik için değil öğrenilmiş kadınlık makamında yer alan kadınlar içinde kurgulamıştır. Böylece tacizci kendine bir mağduriyet uydurmuştur. Oysa görünenin arkasında bir şey aramak gerekmiyor. İşin aslı yazar erkekler, yaza yaza hâlâ içlerinde yer etmiş güçlü fallus etkisi yaratan babalarını öldüremediler. Babalarını öldüremeyen erkeklik biz kadınları tacizleriyle yaralayıp öldürmeye çalışıyor. Böyle bir durumda tacizciyi haklı veya mağdur görmemek için biz kadınlar, zihnimizin kuytularında hâlâ baba onayı bekleyen eril kodlarla yetiştirilmiş, annelerimizi öldürmemiz gerekiyor.
Kısaca değişimin olabilmesi için her bireyin, kendi içindeki ataerkillikle mücadelesinde gerekli olan itki, refleksif düşünmedir.


TUĞBA GÜRBÜZ: KADIN AKADEMİSYENLER EDEBİYAT TARİHİNİ YENİDEN YAZMALI

Okudukça, okuduklarına daha yakından baktıkça başlıyor her şey; sevdiğimiz, öykündüğümüz, usta bildiğimiz yazarlar gibi yazma hevesiyle yontuyoruz kalemin ucunu, elimizi kolumuzu bağlayan, bizi çekiştiren onca meşguliyete rağmen üstelik. Bu dünyada kadın olmak, kadın olarak yazmaktan fazla da bir muradımız yok. Yazmak ne sevilmek için, ne para ne de şöhret için. Olsa olsa yara izlerimizden devşirdiğimiz öykülere söz geçirmeyi bilmediğimizden ya da onları görmezden gelirsek renklerimizi yitirdiğimizi deneyimlediğimizden.

Yunan mitolojisinin en garip doğum hikâyelerinden biri Zeus ve Metis’in kızı, akıl, sanat, strateji, barış ve savaşın tanrıçası Athena’ya ait olandır. Zeus, zeki ve bilge karısı Metis’ten ve ondan doğacak çocukların kendi iktidarını sarsmasından korkar ve karısını yutar. Bu sırada Metis, çoktan Athena’ya hamile kalmıştır. Zeus’un kafasında bir şişlik belirir, gün geçtikçe de büyür. Çektiği şiddetli baş ağrılarına dayanamayan Zeus, Ateş Tanrısı Hephaistos’tan en güçlü balyozuyla kafasına vurmasını ister. Hephaistos’un darbesiyle Zeus’un başının içinden miğferi ve zırhıyla Athena belirir ve “Ben Pallas Athena. Diğer tanrılardan saygı bekliyorum” der.

Buna “mitolojik bir hikâye,” diyerek geçmek mümkün değil. Kadının ona tanınan özel alandan kamusal alana çıkması, aklıyla, yapıtlarıyla yer almaya cüret etmesi, kendisini o aklın yaratıcısı erkek zihinlerin içerisinden doğurarak ve farkına varmadan oradan gelecek onayı, saygıyı bekleyerek gerçekleşiyor. Bu da erkeği otoriter kılan, kadınlara yönelik taciz ve ayrımcılığı besleyen en büyük damar bana kalırsa.

Dergilerin, kitap eklerinin editörlerinin büyük çoğunluğunun erkek olduğu, erkek yazarların yapıtlarının daha çok incelendiği, ödüllendirildiği, ölmüş erkek yazarların isimlerinin edebiyat tarihine daha kalın puntolarla geçtiği bir ortamda, kadın akademisyenlerin edebiyat tarihini yeniden yazma, sesi kısılan, görmezden gelinen kadın yazarları diriltmesi, akademinin sınırları dışına çıkarma çabası çok değerli, değişimi başlatacak denli de güçlü.

Kadınlar olarak kadın yazarların yapıtları için yapılan “duyarlı kadın diliyle çocukları ve kadınları yazıyor” klişesinden daha gür, eleştirel bakış açılarını ortaya koymamız şart.

Yaz aylarında sosyal medyada başlatılan #erkekyerinibilsin başlığı altında kadının, yıllarca maruz bırakıldığı cinsiyetçi söylemi erkeğe yönelterek mizaha çevirmesi, bu yerleşik bakış açısının gülünçlüğünü ortaya koymak açısından yerinde bir girişimdi. İlgi çektiğini ve farkındalık yarattığını düşünüyorum.

Son olarak Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği iş birliğiyle kimi okullarda yürütülen gençlere duygusal ilişkilerdeki baskı, kontrol, şiddet davranışlarını eşitlikçi bir bakış açısıyla değerlendirmelerini sağlamayı hedefleyen “Güç Değil Eşitlik” temalı eğitimlerin yaygınlaşması büyük fark yaratacaktır.


İlgili haberler
Edebiyat dünyasından kadınlar: Şimdi artık kadınla...

Edebiyat dünyası ile başlayan ve bugün pek çok alana yayılan taciz ifşaları, erkek egemenliği karşıs...

Edebiyat dünyasından kadınlar: Değişim başladı, ta...

Taciz, ifşa, erkek egemenliği, kadınların bulundukları alanlarda var olmaya çalışmaları... 'Edebiyat...

Artık susmayacak kadınlardan korksunlar...

Kadına yönelik şiddet geçmişi olan her erkek ünlü ya da ünsüz korkuyor artık. Korksunlar zaten, kadı...