Envanter kaydı
‘Kaç aşk, kaç savaş, … kaç hüsran, kaç umut? Envanter kaydı tutmuyorum… Ömrüm bir şiire teğelli. Onu yazıyorum.’

Dünyanın gündemiyle kendi gündemim arasındaki mesafe…

Anneme bakıyorum, ihtilali öğrenirken. Borusundan kurum damlayan bir sobada naylon kıyafetler yakıyor.

Thibaultları okuyorum bir üniversite amfisinde, ilk Türk füzesi Konya’da bir üsten boşluğa fırlatılıyor.

Kızlar etiketleniyor başörtüleriyle, sınıfımdaki erkekler mezun oluyor, bir hoca beni özür beklentisi ve yalancı şahitleriyle dersinden bırakıp bir yıl daha garsonluğa mahkûm ediyor, Saddam Hüseyin idam ediliyor.

Bir erkeğin elini tutuyorum, ilk defa bir insana yapay kalp takılıyor Amerika’da.

Steve Jobs, akıllı bir telefon tanıtıyor San Francisco’da, ben üç gün sonra bir oğlan çocuğu doğurup adını Ali koyuyorum.

İran’da aşure günü sekiz kişi ölüyor, ben Ali’ye yoğurt mayalıyorum.

Karnımda kızım büyüyor, ben bir sınıfın ortasında Fransız İhtilali’ni anlatıyorum.

Kızım yazmayı öğrenip anne yazıyor, ülkenin dört yanında bombalar patlıyor.

Babam ölüyor, bir sürü imparatorluk yıkılıyor, ben her sene yenilerini kuruyorum.

Kimsenin gerçek bulmadığı nedenlerle birileri bir yerleri işgal ederken ben patlıcanlı bamya pişiriyorum.

Bir halk zincirine daha sıkı sarılıyor, ben aşk hikâyeleri yazıyorum.

Oğlum, asla bilmediğim şeyleri öğrenirken ben bildiğim şeyleri unutuyorum.

Ellerim buruşuyor, vakti geçmiş hayallerimi sınıfın açık camından uğurlayıp Bolşevik İhtilali’ni anlatıyorum.

Bamyanın dibi tutmuş, sahte bir antlaşmanın maddeleri not alınıyor. Savaşlar, bilincin gölgelik yerlerinde doğup, günlük güneşlik evlerde büyüyor.

Parktaki ağaçları korumak isteyen insanları korumak isteyen insanlar tutuklanıyor, ben elini tuttuğum adama darp davası açıyorum.

On sekiz yıllık bir patoloji on celsede bitiyor, kurtuluyorum. Mine Özerden adında bir kadın on sekiz yıl hapis cezasıyla tutuklanıyor. İkimiz de kimseye bir şey yapmadık, anlamıyorum.

Adamın biri kızı onu sevsin diye yapacaklarından bahsediyor. Yapmıyor. Yapmak zor, söz gevşek sanılanın aksine; bağlamıyor.

Birileri yapacaklarından yapmak istediklerinden bahsedip, yapmıyor. İnsanlar, olmak istediklerinden bahsedip olduklarını sanıyor.

Bu zannetme evreninde ihtilaller yapılıp yenmiyor.

Ben geçmiş masalları bir kevgirden süzüyorum. Yalan, damlıyor.

Anneannem, dalları aşağı uzayan kökü yukarıda bir ağaçla ilgili bir dua mırıldanıyor, kızım bahçedeki hünnap ağacının altında meyvelerine bakıyor, bir şirket benden yaşlı ağaçları deviriyor. Kökler ve dallar boylu boyunca ölüyor. Yukarıda olan yukarıda değil, aşağıda olan aşağıda değil. Tam böyle hükümetler kuruluyor.

Dürtülerimin yerini rasyonellik alıyor; inanmamam gereken şeylere inanıyorum. Aşka ve iyiliğe mesela. Dostluğun ileriye dönük sonsuzluğuna.

Dürtü, akıldan güçlü. Akıl, atıl kalıyor.

İnanmak dediğimiz, elimizdeki azıcık şeyden fazlası olduğuna, dünyanın bu kadarcık olmaması gerektiğine dair bir umut.

Bu kadarcık.

Kaç yaş, kaç kitap, kaç çocuk, kaç iş, kaç aşk, kaç savaş, kaç kayıp, kaç ders, kaç hüsran, kaç umut?

Envanter kaydı tutmuyorum.

Uzak bir galakside iki yeni yıldız doğuyor.

Güneş’in, dolayısıyla Dünya’nın 5 milyarlık ömrüne mukabil benim toplasam kaç yılım kaldı, bilerek yaşıyorum.

Ömrüm bir şiire teğelli. Onu yazıyorum.

* [email protected]

Fotoğraf: Freepik

İlgili haberler
GÜNÜN ŞİİRİ: Kadının Akşam Duası

Sennur Sezer 74. doğum gününde sesiyle ölümsüzleştirdiği şiirleriyle merhaba diyor bize. İyi ki doğd...

GÜNÜN ŞİİRİ: Yeter artık, çıkalım zıvanadan...

İstanbul Büyükşehir Belediyesi öldürülen kadınların anısına dikilen dijital anıtı söktü. Bir anıtı s...