GÜNÜN ÖNERİSİ: İstanbul Film Festivali’nde kadın ve çocuk odaklı filmler listesi
Bu yıl 38.’si düzenlenecek İstanbul Film Festivali yine dopdolu. 5-16 Nisan tarihleri arasında 186 filmin seyirci ile buluşacağı festivalde kadın ve çocuk odaklı filmler de dikkat çekiyor.

İstanbul Film Festivali’nde, kadın ve çocuk odaklı filmler aile, çocuk istismarı, emek sömürüsü, şiddet, ayrımcılık gibi konuları ele alıyor.

İşte onları sizin için derledik:

AMİNA

Senegalli bir göçmen olan 29 yaşındaki Amina, İstanbul’da bir tekstil şirketinde mağaza modeli olarak çalışmaktadır. Yedi yıl önce, kızının ihtiyaçlarını karşılayabilecek parayı kazanabilmek için, ondan ayrı kalmayı göze alarak Türkiye’ye göç etmiştir. Amina, siyah bir göçmen kadın olarak Türkiye’de birçok zorlukla karşı karşıya kalır. Bir gün kızına ve ülkesine geri dönebilme umuduyla yaşadığı zorluklara göğüs gererken gerçek bir model olabilmenin hayallerini kurar. Amina, bir göçmen olarak içinde yaşadığı gerçeklikleri ve hayalleri arasında gelgitler yaşar.

ÜÇÜNCÜ EŞ

19. yüzyılda, Vietnam taşrasında, varlıklı bir ağanın üçüncü eşi olarak yeni hayatına başlamak üzere tören kayığından iner daha 14 yaşındaki May. Yeni yuvasına hızlıca uyum sağlaması gerekmektedir: diğer eşler ile ilişkiler, çocuklarla oyun ve elbette aile içi rekabet ve dengeler... Konuşmalar yerine bakışların ve gözalıcı renklerin öne çıktığı Üçüncü Eş, kadınların arzularını bastırırken erkeklere hizmet etmeleri beklenen bir çağda ve mekânda May’in çocukluktan anneliğe geçişini izliyor.

ONUN ADI PETRUNIA

Petrunia, Teofanya bayramında suya atılan tahta haçı kapıp çıkarır. Haçın hem iyi şans hem de bereket getireceğine inanılır. Kuzey Makedonya’daki küçük Stip kasabasında yüzlerce erkeği kızdırmıştır Petrunia: Bir kadın ne hakla bu geleneğe karışıp bir de tüm erkeklerin önüne geçer? İş görüşmelerinde bile hakkı yenen eğitimli, aklı başında Petrunia, hakkını sonuna kadar koruyacaktır. Makedon toplumundaki dönüşümün kilise, medya ve yargıdaki yansımalarına göndermeleriyle, bu öfkeli olduğu kadar hüzünlü film, kemikleşmiş adetlerin hüküm sürdüğü bu ülkede kadınların dik durmalarının önemini vurguluyor.

LEYLA GENCER: LA DIVA TURCA

KSV, 20. yüzyılın en önemli opera sanatçıları arasında gösterilen Leyla Gencer’i vefatının onuncu yılı olan 2018’de, hem 9. Leyla Gencer Şan Yarışması’yla hem de “Primadonna ve Yalnızlık” başlıklı bir sergiyle anmıştı. Şimdi de bir belgesel ile Leyla Gencer’in anısını yaşatmaya devam ediyor. Büyük yıldızla tanışma ve çalışma fırsatı bulmuş sanatçılarla yapılan söyleşiler aracılığıyla onu daha yakından tanıma fırsatı sunan Leyla Gencer: La Diva Turca belgeselinin yapımcılığını, Leyla Gencer Arşivi’ni de bünyesinde bulunduran İKSV, yönetmenliğini ise Selçuk Metin üstleniyor. Belgeselin metni ve senaryosunda gazeteci ve yazar Zeynep Oral’ın imzası bulunuyor. Halit Ergenç’in sesiyle güçlenen yapımın çekimleri 2018 boyunca Milano, Roma, Napoli ve İstanbul’da yapıldı.

GLORIA BELL

Yaş almayı hiç dert edinmeyen, özgür ruhlu Gloria, geri dönüyor! Muhteşem Kadın ve İtaatsizlik filmlerinin Şilili yönetmeni Sebastián Lelio bu kez 2013’te çektiği filmi Gloria’nın Hollywood oyuncularının rol aldığı yeniden yapımıyla karşımızda. Gloria 60 yaşına merdiven dayamış dul bir kadındır. Sıkıcı bir ofiste geçirdiği gündüzlerinin acısını geceleri dans pistinde çıkartmaktadır. Bir gece tanıştığı Arnold’la aralarında hiç beklenmedik bir romantik yakınlaşma olur. İlk gösterimini Toronto’da yapan, 70’ler ve 80’lerin pop şarkılarıyla bezeli bu acı-tatlı filmde Gloria’ya yeniden hayat veren Julianne Moore, her zamanki gibi döktürüyor.

ODA HİZMETÇİSİ

Eva, Mexico City’de son derece lüks bir otelde temizlik görevlisi olarak çalışan, otelde kalanların varlığını fark bile etmediği yüzlerden biridir. Kurallara harfiyen uyan, saygılı, becerikli ve çalışkan bir kadındır. Kendisi ve küçük oğlu için daha iyi bir hayat arzulayan Eva, toplumun onun gibi insanların bu arzusunu gerçekleştirmesine kolayca izin vermediğini tecrübeyle görecektir. Fotoğrafçı Sophie Calle’in bir projesinden esinlenen yönetmen Lila Avilés, ilk uzun metrajlı filminde sıradan bir kadının sahici arzularını, umutlarını, çilesini ve öfkesini bizlere son derece minimalist ve duyarlı bir üslupla hissettirirken incelikli bir karakter incelemesine imza atıyor.

CANIM

İran’da Elburz Dağları’nda yaşayan Firuze, 9 yaşındayken babasını kaybetmiş ve hayatın zorluklarıyla erken tanışmış. Çocukluğunu yaşayamadan ev işlerine bir yetişkin gibi koşturmuş ve annesine yardım etmiş. Henüz 14 yaşındayken de kendisinden yaşça büyük bir çobanla evlendirilmiş. O gün bugündür dağlarda, zor doğa koşullarında yaşıyor Firuze. Fakat 80 yaşına varan bu bilge kadının hayata bakışında cesaret verici müthiş bir taraf var. Başına gelenlere rağmen hayatı sevmek ve yaşamaktan vazgeçmemek konusunda önemli bir ders veriyor. IDFA başta olmak üzere birçok önemli uluslararası belgesel festivalinde izleyiciyle buluşan Canım, tanıdık bir hikâye anlatırken bizleri cesareti ve gücü eşsiz bir kadınla tanıştırıyor.

YÜZLEŞME

Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan Fronçois Ozon’un yazıp yönettiği “Yüzleşme” (Grâce A Dieu) filmi, Alexandre, François ve Gilles adlı üç erkeğin öyküsünü anlatıyor.
Çocukluklarında kendilerini taciz eden rahibin hâlâ çocuklarla çalıştığını ve kiliseden uyarı bile almadığını öğrenen bu üç erkek kendi anılarının da yüzeye çıkmasıyla “suskunluğun yükü”nden kurtulmaya karar verirler.
Film, Fransa’nın Lyon kentinde papazlık yapan Bernard Preynat’ın 1986 ila 1991 yılları arasında çocukları cinsel istismara maruz bıraktığı vakadan esinlenir.
Filmin oyuncu kadrosunda, Melvil Poupaud, Denis Ménochet, Swann Arlaud ve Éric Caravaca gibi isimler var.

OYUNBOZAN

İlk filmiyle Berlin Film Festivali’nde “yeni bakış açıları sunan” filmlere verilen Alfred Bauer Ödülü’nü kazanan Nora Fingscheidt’ın “Oyunbozan” (Systemsprenger) filmi, istismara maruz kalan ve geçirdiği travmalar nedeniyle öfke kontrolü sorunları yaşayan 9 yaşındaki Benni’nin hikâyesini anlatır.
Benni’nin tek isteği koparıldığı annesine geri dönmek.
Sosyal hizmet görevlileri ise sürekliliği sağlanması gereken bir sistemde, altından kalkamadıkları bir “vaka”, daha doğrusu bir sistem arızasıdır.
Film, kusursuz işlediği varsayılan Almanya sosyal devlet sistemi, acaba herkesin derdine çare olabilir mi sorusunu ele alır.

KIZKARDEŞLER

Emin Alper’in “Tepenin Ardı” ve “Abluka” filmlerinin ardından üçüncü uzun metrajlı filmi olan ve Berlin Film Festivali’nde de Altın Ayı için yarışan “Kız Kardeşler”, farklı yaşlardaki üç kız kardeşin hikâyesini anlatır.
Annelerinin ölümünün ardından küçük yaşlarında kasabaya besleme olarak verilen Reyhan, Nurhan ve Havva adlı kız kardeşler, yanlarına verildikleri ailelerde tutunamazlar ve birbiri ardına baba ocağına geri gönderilirler.
Üç kız kardeş, dağ köyündeki evlerinde, birbirlerinden güç alarak ayakta kalmaya çalışırken, bir yandan da tekrar kasabaya gidebilmek için gizli bir rekabet içine girerler.

ALICE T.

Senaryosunu Alex Baciu ve Razvan Radulescu ile birlikte yazan Romanya Yeni Dalga Sineması’nın önde gelen yönetmenlerinden Radu Muntean, “Alice T.” filminde küçük bir çocukken evlat edinilen Alice’in hamile kalmasıyla başta annesi olmak üzere tüm çevresiyle olan ilişkisi anlatılır.
Muntean bu ilişki üzerinden filmde; evlat edinme, ergen hamileliği, kürtaj, ebeveyn-çocuk ilişkileri, koşulsuz sevgi gibi konulara eğilir.

EVDEYDİM, AMA

Angela Schanelec’e Berlin Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü getiren “Evdeydim, Ama” (Ich war zuhause, aber), düz bir anlatı izlemeyen, beden, sanat ve varoluş hakkında bir deneme filmi.
Film, 13 yaşındaki Philippe’in bir hafta kaybolduktan sonra eve dönmesiyle başlar.
Kayıpken hem okulu hem de ailesi telaşa kapılır, ancak Philippe’in dönüşünden sonra işlerin normale dönmesi biraz zaman alır.
Tam her şey düzeldi derken bu kez de varoluşsal kaygılar su yüzüne çıkar ve annesi hayata ve sanata farklı bir gözle bakmaya başlar.

SARGASSO DENİZİ MUCİZESİ

Syllas Tzoumerkas’ın yönetmenliğini yaptığı “Sargasso Denizi Mucizesi” (To Thávma Tis Thálassas Ton Sargassón) filmi ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yaptı.
Film, Yunanistan’ın batısında, yılanbalığı çiftliklerinin olduğu küçük bir kasabada iki yalnız, mutsuz ve umutsuz kadın olan Elisabeth ile Rita’nın hikâyesini anlatır.
Kasabada biri beklenmedik bir şekilde ölünce iki kadın yakınlaşır ve birtakım sırlar açığa çıkar.
Elisabeth rolündeki Angeliki Papoulia’nın oyunculuğuyla övülen Tzoumerkas’ın bu üçüncü filmi, özgün görsel diliyle bir kasaba kâbusu.

DİANE

Yapımcıları arasında Martin Scorsese’nin de yer aldığı ve Kent Jones’un yazıp yönettiği “Diane” (Diane) filmi, 21. yüzyılda yaşlanmanın dinamiğini irdeleyen bir karakter portresi çizer.
Hitchcock/Truffaut belgeselinin de yönetmeni olan Kent Jones, bu ilk uzun metrajlı filminde, zamanını madde bağımlısı huysuz oğluyla uğraşmak ve ölüm döşeğindeki kuzenini hastanede ziyaret etmekle geçiren emekli dul Diane’in kol kanat gerdiği bu insanların kaderlerinden sorumlu olup olmadığını sorgulatır.
Bu dünyadan ayrılan arkadaşlarının sayısının da artmasıyla Diane’in kendi faniliğiyle de yüzleşmesi kaçınılmaz olur.
Jones’un kendi annesi üzerine dayandırdığı Diane karakterine Mary Kay Place hayat verir.

SİNEK KUŞU

Berlin Film Festivali’nden Büyük Ödül sahibi Kim Bo-ra’nın “Sinek Kuşu” (Bolsae House of Hummingbird) filmi, ergenlik, eğitim, aile ve toplum baskısı kavramlarını ele alır.
Film, 1994 yılında Seul’de Seongsu Köprüsü’nün çöktüğü yıla gider.
O yıl gazete manşetleri büyük olaylarla dolu, ama 14 yaşındaki Eunhee bunun farkında değil.
Ailesinden beklediği ilgiyi görmeyen Eunhee o gün, sevgi peşinde şehri turlayıp durur, kalbini teslim edecek birilerini arar.
Eunhee’yi anlayabilecek tek kişi okula gelen yeni kadın öğretmen Youngji olabilir mi?
“Sinek Kuşu”, festivalin Uluslararası Yarışma Bölümü’nde yarışacak filmler arasında da yer alıyor.

#DİŞİL HAZ

İsviçreli sinemacı Barbara Miller’in yazıp yönettiği “#Dişil Haz” (#Female Pleasure) filmi, 21. yüzyılda kadın cinselliğini ele alır.
Belgeselde; Japonya, Hindistan, Somali diasporası, Brooklyn’deki Hasidik toplumu ve Avrupa’daki Katolik ruhbanlardan Deborah, Leyla, Rokudenashiko, Doris ve Vithika adlı beş kadının içinde yaşadıkları ataerkil toplumların baskısını gözardı ederek bu konudaki konuşma tabusunu nasıl da yıktıklarını anlatır.
Beş kadın, etkin mücadelelerini sürdürürken hem toplumlarından hem de yakın çevrelerinden hakaret, tehdit, aşağılama, dışlanma gibi git gide yükselen tepkiler alır.
Film, kadınların konumlarını kadınlar olmadan belirleyen evrensel mekanizmaların kültür, sınır ya da coğrafi engel tanımadığını gösterir.

BU HER ŞEYİ DEĞİŞTİRİR

Tom Donahue’nun yönettiği “Bu Her Şeyi Değiştirir” (This Changes Everything) belgesel filmi, Hollywood’un kadın temsiline bakış atar.
Son 100 yılda toplumun kadın algısını ve kadınlardan beklentisini şekillendiren en etkili güçlerden biri haline gelen Hollywood, aynı zamanda ABD’nin en büyük ihracat kalemi.
Hollywood’dan çıkan her şey bütün dünyaya yayılır.
Peki, bu hikâyeleri kimler yaratır, perdede ve ekrandaki kadın temsilleri nasıl oluşur?
Yüzlerce tanıklığa ve birçok veriye dayanan filmde; Meryl Streep, Reese Witherspoon, Cate Blanchett, Jessica Chastain, Natalie Portman gibi oyuncuların yanı sıra ABD sinema sanayisinin yürütücü yapımcısı Geena Davis de yer alır.

DİĞERLERİNİN SESSİZLİĞİ

Yürütücü yapımcıları arasında Pedro Almodóvar’ın da yer aldığı ve yönetmenliğini Almudena Carracedo ve Robert Bahar’ın yaptığı, “Diğerlerinin Sessizliği” (The Silence of Others) faşist Franco’nun ölümünün ardından rejim mağdurlarının haklarını arama mücadelesini anlatır.
Franco 1975’te öldüğünde, İspanya’nın yakın tarihindeki sayısız acı ve insanlık suçuyla dolu diktatörlük dönemi de sona erer. Ancak aynı yıllarda kabul edilen “Unutma Anlaşması” diktatörlük rejimi mağdurlarının haklarını aramasını da imkânsız hâle getirir.
Franco döneminde işkence gören, bebekleri devlet eliyle çalınan ya da yakınları öldürülüp toplu mezarlara gömülen mağdurlar, kendi ülkelerinde açamadıkları davayı Arjantin’de açarak haklarını arar.
“Arjantin Davası”nı konu alan belgesel, bu hak arama mücadelesini altı yıl boyunca takip ederken, bir toplumun geçmişindeki travmalarla yüzleşerek iyileşme sürecini de belgeler.

BİR GÜN

Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde yapan bu gerçekçi film, tavizsiz huzursuzluğu, dinmeyen temposu ve keskin bir bakışla ebeveynliğin insanı kendisine yabancılaştıran etkisini perdeye taşıyor. İşi, sürekli ilgi bekleyen üç çocuğu ve eşiyle 30’lu yaşlarındaki Anna’nın evliliği git gide bir mecburiyetler yumağına dönüşmüştür. Ruhunu törpüleyen bu gürültülü ve tüketici rutin, kocasının onu en iyi arkadaşıyla aldattığını öğrenmesiyle kesintiye uğrar. Bir Gün, Beden ve Ruh filminde yönetmen Ildiko Enyedi’nin yardımcılığını yürüten Zsófia Szilágyi’nin ilk uzun metrajlı filmi.

ON DÖRT

Mara ve Jo’nun arkadaşlıkları çocukluk yıllarına dayanıyor. Aslında birbirine hiç benzemeyen, hayatta farklı yönlere gitmiş bu iki genç kadının en iyi arkadaş olduğuna ilk bakışta inanmak çok zor. İkili arasındaki ilişkinin dinamiklerini kavramak için onları yavaş yavaş tanımak gerekiyor. Senarist ve yönetmen Dan Sallitt de filminde uzun yıllara yayılan bir süreçte, belki ilk bakışta önemsiz görünebilecek gündelik olaylar aracılığıyla Mara ve Jo’nun ortak noktalarını ve farklarını bize aktarıyor. Epeydir özlediğimiz eski usul Amerikan Bağımsız Sineması’nın tadını taşıyan On Dört, iki kadının zaman içerisinde uzaklaşıp yakınlaştığı arkadaşlığını, dozunda bir duygusallıkla ele alıyor.

NEFES

Oğlunun sağlığını düşünürken kendi sağlığını hiçe sayan bir anne ve dolambaçlı yolları geçit vermeyen bir metropol. İkinci uzun metrajlı filminde yönetmen Arturo Castro Godoy, kentin öte ucundaki okulunda yaralanan Asperger sendromlu oğluna ulaşmaya çalışan Lucia’yı izliyor. Yürek burkan, telaşlı bir yola çıkan Lucia, Buenos Aires’in parlak, Avrupai görünümünün hemen arkasında, dev süpermarketler, halk otobüsleri, yorucu bir bürokrasi ve protesto yürüyüşleri arasından geçerken çağdaş Arjantin’in alışılmadık bir portresini çiziyor. Çaresiz Lucia rolündeki ödüllü oyuncu Julieta Zylberberg’in nefes kesen performansı özellikle dikkat çekiyor.

ON KADIN

Başta 10 kısa filmden oluşması planlanan On Kadın, toplumun farklı kesimlerinden ve sınıflarından kadınları Türkan Şoray’ın canlandırdığı dokuz kısa filmi içeriyor. Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki tekinsiz atmosferde, cesaretle güçlenen kadın hareketinin, hararetle tartışılmaya başlanan toplumsal cinsiyet ekonomisinin bir yansıması olarak değerlendirilebilecek filmler, Türkiye sinemasında yerini buldu. Filmde, hiçbir dolaylı anlatımı içermeyen dokuz farklı kadının, dokuz farklı durumu neredeyse aynı sonuca bağlanıyor: toplum nezdinde her halükârda suçlu, erkin gözünde tanımlanan kadınlığın tüm olumsuz anlamlarını içeren portreler... Dramatik anlatıları şiddete maruz kalan kadın bedeni üzerine odaklanan bu dokuz hikâye, Gelin, Gazeteci, Çingene, Deniz, Ana-Kız, Hayat Kadını, İkramiye, Feminist, Köylü başlıklarını taşıyor.

JOY

Cinsel ve fiziksel şiddet içeren çok sert sahneleriyle Joy, acımasız ve sonsuz bir sömürü döngüsüne mahkûm göçmen seks işçilerinin gerçek yaşamöykülerinden esinleniyor. Para, göç, ırk, sömürü, şiddet, annelik konularına değinen Joy, filme adını veren genç Nijeryalı seks işçisini izliyor. Viyana’da küçük kızıyla geçim derdindeki Joy, bir yandan kendini sömüren Madam’a borcunu ödemeye çalışıyor, bir yandan da Nijerya’daki ailesine para yolluyor. Madam, Viyana’ya yeni gelen Precious adında bir ergen kızı ona teslim ettiğinde Joy, kurtulmaya çalıştığı sistemin bir parçası olduğunu fark ediyor.

SOFIA

Hamile olduğu gerçeğini sürekli inkâr eden 20 yaşındaki Sofia bir gece aile yemeğinde davetlilerin önünde sancılanır. Tıp öğrencisi kuzeni Lena’nın açıkgözlülüğü sayesinde kimseye çaktırmadan hastaneye gidip bebeğini doğurur. Ancak aile bir yana, bu kez de devreye bürokrasi ve yasalar girer: Babanın kimliğini açıklamazsa durum yetkililere bildirilecektir. Meryem Benm’barek, yönettiği ilk uzun metrajlı filminde Fas’ın evlilik dışı ilişkilere hapis cezası öngören 490 sayılı yasasından yola çıkarak ülkenin sınıf farkı, cinsiyet eşitsizliği, ataerkil gelenekler ve tabularla örülü toplumsal yapısına dair derin ve çarpıcı bir analizde bulunuyor.

EN SEVDİĞİM KUMAŞ

Şam’da bir giyim mağazasında çalışan 25 yaşındaki Nahla yaşadığı sıradan hayatın boğuculuğundan kaçma hayalleri kurmaktadır. Annesi onu görücü usulü evlendirmek isteyince Nahla oralı olmaz. Madam Jiji’nin üst katta açtığı “işletme”, bastırılmış cinselliği benliğinin ötesine geçen Nahla için arzularını keşfedeceği bir sığınak olur. Prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yapan ve Suriye iç savaşının başladığı günlerde geçen ilk filminde, Buñuel’in Gündüz Güzeli’nden esinlenen yönetmen Gaya Jiji, ataerkil bir toplumdaki cinsiyetçi çifte standartlara feminist bir eleştiride bulunuyor.

ELISA & MARCELA

2018’de The Bookshop / Sahaf filmini festivalde Galalar bölümünde izlediğimiz Katalan yönetmen Isabel Coixet, şubat ayındaki Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan son filminde iki kadının 1900'lerin ilk yıllarında yaşadıkları aşkın hikâyesini anlatıyor. Filme adını veren Isabel ile Marcela’nın Arjantin’de yaşlılıklarındaki buluşmalarıyla açılan film, ikilinin 1898’de İspanya’daki tanışmalarından 1901 yılında yetkilileri aldatarak resmen evlenmelerine giden süreci anlatıyor. Gayet politik olduğu kadar romantizmi de elden bırakmayan Elisa & Marcela, etkileyici siyah-beyaz görüntüleri, cinselliğe stilize yaklaşımı ve boğucu toplumsal baskılara rağmen ayakta duranların cesaretiyle akıllardan çıkmayacak.

Festival Programına buradan ulaşabilirsiniz

İlgili haberler
GÜNÜN ÖNERİSİ: 25 günde 25 film

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününe kadar her gün izleyebileceğiniz k...

17. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Fes...

17. Uluslararası Filmmor Gezici Kadın Filmleri Festivali 7 Mart’ta başlıyor, Festival 7 Mayıs’a kada...

GÜNÜN BİLGİSİ: Evrim kuramını etkilemiş 5 bilim ka...

Pek çok bilim kadının çalışmaları tarih boyunca görmezden gelindi. Ancak bilim kadınları da Evrim Ku...