Vesikalık gelinler, bavuldaki memleketler ve tavan arasındaki budalar
Yüz yıl kadar önce gemiyle Japonya’dan San Francisco’ya ‘fotoğrafla eşlenmiş gelinler’ olarak geldiler. Onlara sunulan ve hayal ettikleri başkaydı, karşılaştıkları manzara bambaşka…

Tarihsel edebiyat örnekleri arasında özgünlüğüyle kendisine özel bir yer oluşturan Tavan Arasındaki Buda (2011), evlilik yolu ile göç eden ilk kadın gruplarından olan Japon kadınlarına odaklanıyor. Vesikalık gelinler (picture brides) olarak da bilinen bu grup, daha önce ucuz iş gücü sağlamak için Amerika’ya Asya ülkelerinden göç eden erkeklerin evlenme talebiyle oluşmuş bir grup. Türkçeye 2016’da çevrilen roman, San Francisco’ya taşınan bu kadınların eş, anne, işçi ve göçmen rollerine bürünmelerinin hikayelerini anlatıyor.

Japonya’dan Amerika’ya, özellikle Kaliforniya eyaletine giden bu grup, orada çalışan ve genelde işleri konusunda yalan söyleyen, ya da yıllar önceki fotoğraflarını yollayan Japon erkekleri ile evlenme isteğiyle yolar çıkıyor. Kısa romanımız da bu şekilde başlıyor, yolda, bir grup genç kadının —hatta birkaçı çocuk— gemi yolculuklarıyla. Yirminci yüzyılın başlarında bavullarına sığdırdıkları gelinlikleri, çocuklukları, memleketleri ile tanıdığımız bu grubu yıllar ilerledikçe takip ediyoruz. Eş ve anne olmalarının yanı sıra, bu roman İkinci Dünya Savaşı döneminde kurulan Japon toplama kamplarına kadar bu grubun göçmen ve işçi hayatlarını resmediyor.

Kitabın yazarı Julie Otsuka Amerika’daki toplama kampları döneminde yaşamamış olsa da annesi dahil diğer büyük aile fertleri bu dönemde Amerika’da yaşamış, bu kamplarda kalmışlardır. Bu kampın ailenin benliğine işlediğini düşünmek bir hata olmaz. Bu sebepten dolayı Otsuka’nın ilk kitabı When the Emporer Was Divine kendi ailesinin yaşadıklarından yola çıkarak yazmış olduğu bir kitap. Genelde tarihsel kurgu üreten yazar, başarıları sayesinde de birçok defa ödüllendirilmiş. İlk kitabının başarısı dışında, Tavan Arasındaki Buda için PEN/Faulkner dahil birçok Amerikan ödülü alan yazar, Fransız Prix Femina Étranger ve Alman Albatros Literaturpreis ödüllerine de layık görülmüştür.


SADECE BİZ OLAN BİR ANLATIM

Otsuka’nın kitabını özel kılan sadece anlattığı tarihsel dönem ya da toplu olarak evlilik yoluyla göç eden kadınların yaşamlarına odaklanması değil. Otsuka oluşturduğu özel anlatım diliyle bu tarihsel kurguyu başka bir boyuta getiriyor. Nevi şahsına münhasır, birinci çoğul şahıs anlatımıyla toplu, kolektif ve müşterek bir öyküleme oluşturan Otsuka, bu anlatımıyla zamanında çok yalnız hatta kimsesiz olan bu hayatları birleştirici bir güç oluşturmuş. Otsuka’nın kullandığı bu dil sayesinde ‘trajik hayat’ portrelerine değil, aslında bundan yaklaşık yüz yıl kadar önce başlayan evlilik yoluyla göç olgusunun yaygınlığına odaklanıyoruz. Edebiyatın yaratıcı gücü sayesinde bu deneyimlerin tecrit edici hissiyatı dışında aslında müşterek ve birleştirici bir gücü olduğunu gösterici nitelikte. Otsuka, bir karaktere, hayata bağlı kalmadan tecrübelerinin çeşitliliklerine önem veriyor. Bir “Biz” oluşturarak birçok tecrübeyle bireyler arasında akışkan bir bakış açısı oluşturuyor. Romanda bir “ben” ya da “o” yok, sadece “biz” var. Bir topluluk var.

GEMİDEKİ UMUTLU GÖZLER VE AMERİKA’DAKİ DÜŞMAN GÖZLER

Romandaki ilk bölüm bu kadınların hayatlarındaki yeni başlangıcın heyecanıyla başlıyor. Yolculuk boyunca düşledikleri Amerikan rüyasını, yakında kendilerinin de tanışacakları kocalarının fotoğraflarını, hatta erkeklerle ilgili bildikleri şeyleri paylaşmaları bu genç topluluğun toyluklarını, iyi niyetlerini betimliyor. Yeri geldi mi ailelerine yük olmamak için, yeri geldi mi de Amerika’da rahat edebilmek için giriştikleri bu evlilikler patriarkal düzenlerde kadınların ancak gelin, eş rollerini üstlenerek bir yol edinebileceklerinin altını çiziyor. Hem onları vesikalık gelin yaptıran Japonya’daki hayatları, hem de Amerika’daki göçmen hayatlarının koşulları, finansal zorluklarda kadınların çektikleri zorlukları resmediyor. Elbette Amerika’daki yaşamlarına öteki, yabancı olma, hatta sonrasında düşman olma durumu eklenince bu hayatların nasıl daha da güçlendiğini okuyoruz.

Kitabı bütünsel yapan da sadece evcil hayata odaklanmadan, gemiden indikleri gibi tarlada, evlerde çalışmaya başlayan kadınların, İkinci Dünya Savaşı yaklaştıkça düşmanlığın arttığı, ırksal baskının yoğun olduğu bir dönemde göçmen yaşamlarına odaklanması. Tarlada çalışmaktan artık doğrulamayan, patronlarının ırkçı söylemlerine karşı sessiz kalmak zorunda olan bu kadınlar Amerika’nın işgücünü oluşturmakta. Göçmen hayatının en önemli problemlerinden olan jenerasyonlar arası kopukluğa da değinen Otsuka, büyüyen çocuklara hem geleneksel hem duygusal hem de dilsel olarak yabancılaşmayı anlatıyor. Artık Amerikan olan bu yeni jenerasyon, onları yeri geldi mi daha da yalnızlaştırıyor. Japonya’nın Amerika’ya düşmanca olan tavırlarının dedikodularıyla korkuların artması ise Amerikalı Japonların toplumsal bir yalnızlığını gösteriyor. Pearl Harbour’a kadar uzanan olaylar ve toplama kamplarıyla bulundukları şehirlerden yavaş yavaş yok olmalarına kadar, dedikoduların alıp başını gittiği bir ortamda, göçmenlerin çaresizliği gösteriyor. En son bölümde hem toplumdan hem de anlatımdan tam olarak kaybolmaları ise, yine Otsuka’nın bütünsel ve resimsel anlatım yönünü ortaya çıkarıyor. Kendini gizleme, göze batmama çalışmalarından sonra arkalarından kapıları açık bırakılan yuvalar, yağmalanmaya hazır evler, çürümeye bırakılan tarlalar ve tavan arasındaki budalar kalıyor.

Fotoğraf: Pixabay

İlgili haberler
Asyalı konfeksiyon işçisi kadınlar ‘ben de!’ diyor

Endonezyalı işçi Kokum Komalawati, Asya ülkelerindeki konfeksiyon atölyelerinde çalışan kadın işçile...

Asya kadınların sırtında duruyor

Dünyanın en büyük kıtasında yağma, talan ve yoğun emek sömürüsünden kadınların payına düşen yine ezi...

NW, Londra: Yoksul göçmen mahallesinde bir tur ata...

Zadie Smith, Londra’nın merkeze uzak semtlerinden birinde belediye konutlarıyla dolu, göçmen hayatla...