Yabancısı olmadığımız bir hikâye: Made in Bangladesh
‘Shimu’nun ılık bir zamanda dalgalanan saçları uzanıp Urfa’nın yağmurunda ıslanan, çamuruna belenen Seher’in saçlarıyla buluşuyor ve güçlü bir ses dünyayı sarıyor: İşçi hakları insan haklarıdır!’

Bangladeş, dünya haritasının ortasında minicik kalan ama nüfus yoğunluğu bakımından dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri olan Güney Doğu Asya ülkesidir. Başkenti Dakka ise dünyanın en kalabalık dördüncü şehri sayılıyor. Dakka öyle alelade bir şehir değil. Babür İmparatorluğu’na başkentlik yapan, bu sayede toprak parçası üzerinde mimari açıdan kıymetli çokça tarihi yapı bulunduran ılıman iklime sahip bir şehir... Dakka başta olmak üzere ülkenin genelini kalkındıran ise dericilik, dondurulmuş gıda üretimi, seramik gibi sanayi dalları. Tekstil ise bu konuda ayrı bir noktada duruyor. Çünkü son yıllarda ülkedeki tekstil pazarı önemli bir konuma ulaştı. Dünyaca ünlü tekstil firmaları, istediği kalitede ve düşük maliyetle hazır giyim üretebilmek için Bangladeş’e gidiyor. Peki, Avrupa’nın farklı ülkelerinden bu topraklara gelen yatırımcılar Bangladeş halkının gerçekten de kalkınmasını sağlıyor mu?

Bu soruyu yönetmen Rubaiyat Hossain 95 dakikalık “Made in Bangladesh” filmiyle cevaplamamızı sağlıyor. 2019 yapımı film bizi ana karakter Shimu ile birlikte Bangladeş’te kadın tekstil işçisi olmanın yolculuğuna çıkarıyor. Shimu ona çizilen hayata boyun eğmeyerek çok yönlü bir kuşatılmışlık içinde kendi varoluş mücadelesini vermeye çalışan yanık tenli bir kadın. Sakin ve yorgun görünüşü nedeniyle başta onun bir tekstil atölyesini sendika etrafında örgütleyeceğine ihtimal vermiyoruz ancak Shimu mücadeleci olduğu kadar cesaretli de bir kadın olduğu için hem filmde onun tam karşısında duran erkekleri hem de izleyicileri şaşırtmayı başarıyor.

SHİMU’NUN MÜCADELE HİKAYESİ

Filmde Babür İmparatorluğu’nun ardında bıraktığı turistik ve kültürel açıdan zengin mekânlar değil, Dakka’nın bakımsız sokakları içinde gezintiye çıkıyoruz. Made in Bangladesh bizi tekstil atölyesinde çalışan kadınların, iş yerlerindeki ve sosyal yaşamlarındaki kötü koşullarının yanında renkli iç dünyalarına da misafir ediyor. Bazen akıllı bir telefon ya da geniş ekran televizyondaki parfüm reklamı hayal edilen yaşamın nesneleri olarak karşımıza çıkarken kadınların üstlerinden çıkarmadığı rengârenk kıyafetler ve özgürce savrulan saçları da arzu edilen yaşama olan umudun taptaze durduğunu gösteriyor. Shimu sendikal mücadelesini engellemeye çalışan patronuna, kocasına ve işlemeyen yasalara karşı dimdik dururken kadınların emeğine üç kuruşa çöreklenmeye çalışan tekstil firmalarının aracılarını da cesaretiyle teşhir ediyor. Çünkü Shimu, günlük olarak ürettiği 1650 tişört içinden sadece iki ya da üç tişörtün aylık maaşına denk geldiği gerçeğiyle sendikal mücadeleyle tanıştığında yüzleşiyor. Tekstil işçisi kadınların emeğinin gerçek karşılığını alması ve insani koşullarda üretmeye devam etmesi için de işçi sendikası kurmak tek çıkar yol oluyor.

DAKKA’DAN URFA’YA TALEPLER BENZER

Başkent Dakka’da geçen filmle beraber tekstil atölyelerinin ağır çalışma koşulları altında ezilip şehrin sokaklarındaki kötü havayı içimize çekiyoruz. Film bizlere Dakka’daki yüksek binaların yanında çamur ve kir içindeki yoksul evlerini gösteriyor. Shimu kendi sokaklarında gezdikçe burnumuza tanıdık bir koku yayılıyor. Benim burnumda 1990’lı yılların Ünaldı’sından kalan bu kötü koku size kim bilir tekstil fabrikalarının kiri altında ezilmiş hangi mahalleyi çağrıştıracak...

Esasen Made in Bangladesh’in Dakka’daki küçük bir tekstil atölyesinde başlayan hikâyesi, emekçilerin içine hapsedildiği küresel ekonomik düzenin üzerine kurulmuş sömürü çarklarını bize hatırlatıyor. Filmi izlerken bugünlerde Urfa’da sendikal hakları için direnişe geçen Özak Tekstil işçilerini de anımsamadan edemiyoruz.

Dünyadaki sermaye piyasasını elinde tutanların ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü Bangladeş’teki tekstil atölyelerinde yaşananların Türkiye’nin herhangi bir şehrindeki tekstil kentlerinde yaşananlardan çok da farklı olmadığını görüyoruz. Malatya’da, Van’da, Urfa’da ya da Antep’te patronların ve iktidarın ihracat rakamlarıyla övündüğü tekstil kentleriyle asıl yapılmak istenenin dünyada başka bir Bangladeş örneği yaratmak olduğunu anlıyoruz. Van’da ya da Dakka’da tekstil atölyesinde çalışan kadınların hikâyeleri arasında benzerlik kuruyoruz. Dakka’daki Shimu emeğinin karşılığını alamadığı için kirasını geciktirip karnını doyuracak para bulamazken Van’daki Büşra eğitimden koparılıp kayıt dışı çalışmaya mahkûm ediliyor. Ancak Bangladeş’te yaşayan Shimu’nun direncinin tıpkısı Türkiye’de yaşayan emekçi kadınlarda da var. Türkiye’de yaşayan tekstil işçisi kadınların 1900’lerin Bursa’sından bugünün Urfa’sına uzanan bir mücadele tarihleri olduğunu unutmamak gerekir.

İÇİMİZE DOLAN UMUT…

Film biterken kalçasına uzanan gür siyah saçlarını özgür bırakan Shimu son kozunu oynuyor ve içimizi hiç de yabancısı olmadığımız bir umutla dolduruyor. Elbette Shimu ve işçi arkadaşlarının yürüdüğü yol gibi dünyanın dört bir yanında mücadele tarihleri yüz yılı devirmiş tekstil işçisi kadınların yolları da çiçekli bahçelerden değil çamurlu yollardan geçti. Yürümeyi öğreten bu kirli yol emekçi kadınlara mücadelenin kıtalarla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Shimu’nun ılık bir zamanda dalgalanan saçları uzanıp Urfa’nın yağmurunda ıslanan, çamuruna belenen Seher’in saçlarıyla buluşuyor ve güçlü bir ses dünyayı sarıyor: “İşçi hakları insan haklarıdır!”

Fotoğraf: Film afişi