Soluksuz sevdiğim anneme…
“Azmış çilesi annemin daha on üçünde oğlanların oynadıkları o misketler mermi sanılıp düştüler karakola. Sonrası onlarca kez basılan evimiz, mahpuslar…”

Öyle eskiden çok odalı evler yoktu bir ya da iki odalı, küçük bahçeli, tuvaletler genelde dışarıda. Her evde dört ya da beş çocuk. Akşama kadar hır gür ortalığı dağıtır dururduk. Bahçemizdeki küçük havuz ve çok derin kuyu onlarca meyve ağacı ve ahşaptan yapılmış iki katlı bağ evindeki yaşamımız kötü bir çocukluk yaşamadık doğrusu. 

Sabah kalktığımızda her yer pırıl pırıl, kahvaltı hazır, ortada zeytin, peynir hafta sonları sucuk yumurta ilaveli olurdu. Öyle salam, nutella bilmez bizim kuşak ve ortada büyük bir kase içerisinde yerli filiz çayıyla yapılan açık çaya bardağı daldırır daldırır içerdik. Bu arada annem bizimle değil, o bahçede leğende çamaşır, kazanda kaynayan beyazlarla cebelleşir dururdu. Babam bizler on üç, on dördümüze geldiğimizde ancak o zaman on iki taksitli bir merdaneli makine almıştı ki o zamana kadar annem üç fıtık ameliyatı geçirmişti bile.

Babam anneme günde on ya da on beş lira bırakırdı ki bu parayla urup kilo et alınır, mutlaka etli yemek, pilav, çorba, salata yapardı annem. Yemek de kahvaltı gibi çok erken saatlerde daha öğlen olmadan hazırlanmış olurdu çünkü kadın kısmı uyanınca önce yemeğini yaparmış(!) En kral yemeğimiz ayda bir mutlaka yapılan içli köfteydi. İncecik tülbent gibi açardı annem. Komşularımız öyle derdi. Kocaman sinilerin başında beklerdik haşlanana dek. Şimdiki şartlardan çok daha sağlıklı ve ekonomik beslenirdik.

Oğlanlar yaramaz, ben de onlarla birlikte oğlan. Banyomuz çok küçük, odanın bir köşesinde etrafı açık bir yükselti, banyo zamanı bahçede büyükçe leğende, çamaşırdan sonra kazanda ısınan suyla sırasıyla bizi yunup yıkardı anam.

Sebzecimiz Mahmut Ağa, tuhafiyeci Seyyar Hikmet, Cıncıkçı İlyas Abi tüm evlerin ihtiyacını karşılardı ki öyle çarşılara filan sadece bayramda üst baş, kundura, bana da illa ki kırmızı ayakkabı alınmaya gidilirdi. Annem bir şey almazdı kendine, var benim derdi, tıpkı yemekte etleri önümüze koyup sonradan tabaktaki artıkları yazık atılmasın deyip yediği gibi.

En çok atom dondurmacı, demirden küçük atlıkarıncacı ilgimi çekerdi, midemi bulandırsa da… Her bindiğimde doğru bahçedeki curunun içine midemi boşaltmaya giderdim koşarak. Oğlanlar sürekli gulle (misket) oynar kavga edip bir yandan bağrışırlar bir yandan da o sabahki temiz pak evden eser kalmazdı.

Hiç mi yorulmazdın be anam demezdik, çocuk aklı işte. Biz yorulup çöktüğümüzde anam çökmez oturur piko yapardı ellere, mekikli işler satardı. Gece geç saate kadar uyur uyanır annemin elindeki mekiğin çıt çıt çıt ahengiyle uyuduğumu anımsarım hep. Bilemezdik, bilemezdim niye buruktur hep, gülümsemesi... Niye suskun, niye eğik bakışları…

 Akşam ev derli toplu olacak geldiğinde babamın. Yemekti, bulaşıktı, yer yatakları derken gece.

Yine diğer odalar yine sesli yumruklar, sesli tokatlar ve sessiz ağlayışları annemin… Yorganı biraz daha çekişlerimiz yukarı doğru… Duymamak mı, çaresizliğimiz mi, korkumuz mu bilemedim hiç.

Ve sabah olduğunda, yine gülen yüzüyle annem yine dünkü can annem yine bizimle olan annem…

Yıllar sonra öğrendim ki babam başka bir kadınla yaşamış yirmi sene. Safahatı, parasını, eğlenceyi onunla; acıyı, küfrü, dayağı annemle…

Ama sabahları yine aynı annem, yine bizimle, yine gülümseyerek hiç başkaldırmadan hiç sızlanmadan çünkü beş çocuğu var annemin sarıp sarmaladığı, nereye gider, kime gider ki. Nasıl bırakır yavrularını? On dördümde dedim ‘’Annem bir gün ev tutacağım kardeşlerimle gideceğiz sen ağlamayacaksın hep güleceksin.’’ Yaptım da. Daha on yedime girdiğimde serde TİP’lilik var. Babamdan habersiz kazandığım sınavla fabrikada başladım çalışmaya. Neçe sonra öğrendim sigorta bile yapmamışlar, yaşı küçük ama koyduğu emek büyük dememişler işte. İlk maaşımı alıp anneme, kardeşlerime yaş pasta götürdüğümde, dedim ki ‘’Anne çıkalım mı bir eve?’’, acımsı gülümsedi ‘’Yavrum bu yaştan sonra namusuna mı bunadı, kocayı terk etmiş derler.’’ Eee haklı tabii namus, itaat, biat, şeref bir tek kadından sorulur ya! Bunlar erkeğe hak, erkeğe hastı.

Azmış çilesi annemin daha on üçünde oğlanların oynadıkları o misketler mermi sanılıp düştüler karakola. Sonrası onlarca kez basılan evimiz, mahpuslar… Bir Yılmaz Güney karakalemi yapmıştım. Kara bıyıklı, gülümserken pek de güzel olmuştu ama bu güzel olmuştunun cezası tam üç aydı. O tarihlerde yolumuz buralardı artık. İşte ondan sonrası, benim anam, güzel anam çekti kara şalvarı bekledi akşamlara dek karakollar önünde yavrularını. O yılmadı askerler yıldı beklemesinden annemin. Çıkarırdı kardeşlerimi, üç dakika işareti yaparlardı. Üç dakika görürdük o kadar. Anam benim güzel anam bir gün of demedi bağırmadı, çağırmadı, yettiniz demedi kardeşlerime. Bıktım sizden demedi bir gün. Sonrası mahpus mahpus dolaştı kar kış demeden. Bilemedi; elli beşinde, evlendirip torun seveceğim, kara oğlum çıksın da dediği yavrusu, ciğeri, bir gün sızlanmadan büyüttüğü, bir gün of demeden kar kış mahpus yolu gözlediği kara oğlu, can oğlu, yiğit oğlunun mezarı başında ağıtlar yakacağını, artık yüreği yanık, gözleri kuru, dili lâl olacağını.

 Benim annem, güzel annem, yüreği yanık annem... Oğlunun gidişiyle önce vücudu dert doldu, kalbi yavaşladı sonra aklı gitti geldi, oğulsuz yirmi altı sene yanındaymış gibi adını sayıklayarak… Dayanarak… Dersim dağları nereymiş ki oğlum çok sevmiş benden de mi sevmiş diyerek...

Oğluyla yan yana yatan babama toprağında yan gözle bakmayan annem, bilmiyorsun ki ben zaten küçücükken “kızım koş komşuyu çağır kurtarsın beni” çığlığının o pencereden atlayıp karnının dikişleri açıldığı yerde hala babama bakmayışım…

Nice kadınlarımız vardır yoktan var eden, dantel işleyen satan komşularımız, yemek yapıp satan, temizliğe giden, turşu yapan, salça, patlıcan kurutup satan evine bakan, akşamları ise çile ören kadınlarımız… Çünkü akşam demek koca demektir kadın için, küfür demektir, dayak demektir, taciz demektir. İhaneti aldatmayı göze alıp kalmaktır akşamları o evde. Bizim oranın kadınları böyleydi işte yavrularına bir kartal gibi güçlü, evin geçiminde emekçi, ekmeğini taştan çıkaranıydı, hiç kolay yolu seçmedi kadınlarımız, kimse kimsenin ekmeğine, malına, kocasına göz dikip avantaya konmadı, bilekleri onurları vardı çünkü.

Önce bu yazı o güzel insanlara o mert, dürüst, yemek alıp ekmek verdiğimiz, oturup öğle sonları çay içip, bulgur kaynattığımız, birbirlerine koşup gelen, akşamları radyoda arkası yarın dinleyen, kanal sinemasında beyaz gazoz içtiğimiz o güzel insanlara ve çocuklarına,

Ve annem, annemize...

Annem, canım annem yatakta bir parça kalsan da benim için yiğit, dik duruşlu, kahraman annem, bu anneler günü senin binlerce yiğit, onurlu, gözü yaşlı annelere gelsin. Hala evlerinde ateşin düştüğü yeri yakan annelerimize gelsin.

Ben seni çok sevdim annem. Ben seni o kızım diye kucağından indirmediğin sesinle, kokunla ve hala kızım diye sarıldığın şu ana kadar soluksuz sevdim seni annem.

İlgili haberler
Anneler günün kutlu olsun Jones Ana...

Jones Ana nezdinde çocuklarına adaleti, dayanışmayı tembihleyen, sınıf bilincini öğreten tüm kadınla...

Sudan Devrimi’nin Anneleri

Alaa yalnızca Sudanlı feministlerin değil, rejim karşıtı direnişin ön saflarında yer alan Sudan’ın h...

GÜNÜN BELGESELİ: Emel Anne

Gezi Direnişi sırasında katledilen Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz'ın verdiği adalet mücad...