GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Geçmiş mi?
Dibe vurmak güzeldir değil mi? Çakılırsın yere sonra yavaş yavaş çıkarsın yukarı doğru. Yani eğer bir tanrı varsa böyle olmalıydı.

Hızlıca içeri girip sert bir şekilde kapattı kapıyı. Elindeki siyah poşeti açtı, gazeteye sarılı pedini çıkardı. Bir tane çekti içinden… Paketi dolabın en derin yerine sıkıştırdı. Her ay yaşadığı bu döngüye alışmaya çalışıyordu Esra. Kasıklarından bacaklarına doğru inen ağrıdan başka bir şey hissetmiyordu. Ders çalışma bahanesiyle kilitledi odanın kapısını, kendiyle kaldığı tek alandı çalışma masası. Günlüğünü açtı, ne yazacağını düşündü. Aslında yazmak istediği çoktan belliydi. Yazamazdı gerçek anlamda duygularını çünkü ortaya çıkarsa annesi canına okurdu. Hem nasıl yazacaktı lisede bir serseriye vurulduğunu. Yaşadığı ağrıyla yazmamaya karar verdi. Altı kardeş ve babaannesiyle birlikte uyudukları odaya geçti. Koca dünyanın yükünü çekti üstüne cenin pozisyonuna geçti, hayal kurmaya başladı. Özgür kadınları düşündü sonra da kendine ait bir odası ve yatağı olan genç kızları… Hiçbir derdi olmamalıydı onların. Annesini düşündü, çok öfkelendi neden diğer anneler gibi değildi! Tüm hayatını başkaları için yaşayan annesine çok kızgındı. Ama yaşadığı toplum çoktan rolleri dağıtmıştı. Babaannesinin buz gibi ayaklarını hissetti. İrkildi. Adeta ölü gibi yatan babaannesini izledi. Bir an onun ruhu içine girmiş gibi oldu, 16 yıllık yaşamına 70 yıl sığdırmış gibiydi. Anne babasından ne zaman yardım aldığını hatırlamaya çalıştı. Çok olmuştu. Hatırlayamadı. Bu ona daha çok acı hissettirdi.

***

Gün aydınında herkese açıkladı kararını Esra. Kararlıydı, evlenecekti serseri aşkıyla. Başkaldırdı tüm aileye, aslında bu yükseliş sevdiğinin değil de kendi benliğinin haykırışıydı. Bunun bedelini ömür boyu ödeyecekti belki ama bunu düşünmüyordu. Yanlış ve doğru bir karar yoktu aklında. Esra kendi bedenini bir fanusun içinde hissediyordu, böyle de yaşıyordu. Bir film izler gibi geçirdi hayatını gözü önünden, bir daha karar verdi, o fanustan uçup gidecekti serseri lise aşkıyla…

***

Ayaklarına kadar uzanan paltosunu boğazını kesercesine yukarı çekti ve dışarı attı kendini… Yürümeye başladı. Dar sokakları, etrafındaki yeşillikleri, üstündeki maviyi ilk defa gönlünce seyretti. Şimdi ne yapacaktı peki? Niçin çıktığını unutmuş olmalıydı. Okulun yolunu tuttu, sevgilisine kararını açıkladı heyecanlı bir şekilde. Bir bir anlattı onun için neler yaptığını. Bu denli unutmuştu kendi için yaptığını. Serseri aşkı onun kadar heyecanlanmadı bu karara. Gerçekleri acımadan pat pat söyledi yüzüne. Bu ilişki sadece bir flörttü. Acıdı ona ve alaycı bir şekilde “Her flört ettiğinle evlenirsen işin zor haberin olsun canım” dedi. Yanağından bir makas alıp gülerek rahat rahat ayrıldı yanından.

Esra donmuştu. Nedenini bilmeden kendini bir vapurda hayal etti. Oysaki deniz bile yoktu yaşadığı şehirde. Çok okuyordu. Vapurda olmanın nasıl bir his olduğunu biliyordu. Evet vapurdaydı. Güvertede oturuyor, uyumak istiyor, göz kapakları ağırlaşıyor, nefesi yavaşlıyor. Daha derin. Nefes al, ver, gevşiyorsun. Soluğun rüzgara karışıyor, dönüp tekrar sana yapışıyor, oldukça sert. Ama sakinim, artık hiçbir şey incitemez beni. Güvendesin, güneşin okları tenine battıkça ne tuhaf, ölmüyorsun, alnında kanlı canlı bir yaşamak parlıyor. Onu tutup denize atsan olmaz. Kolun kalkmıyor. Say ki ceset. Bu hayali gözünden akan soğuk gözyaşlarını hissedip bıraktı. Neydi bu şimdi? Şaka mı? Şaşırmamıştı aslında. Serseri bir adam işte. Derslerini, hayatını her şeyini boşverdiği, boş yaşadığı bir adam ona nasıl bir gelecek verecekti ki? Esra ondan daha başarılı daha disiplinliydi. Tüm okul yakıştırmamıştı yanına. Sözel bölümden herkes böyle serseriydi. Sayısalcılar üstten bakardı onlara. Esra ne yapacağını düşündü. Çok düşünmeden kendini evde buldu. Herkes bir şey yokmuş gibi davrandı. Babası zaten gerekmedikçe konuşmazdı. Sadece hayati ihtiyaçları için birkaç cümle kurardı.

***

Bir ay içinde bir insanın hayatı ne kadar değişebilir ki? Bir ay içeresinde Esra babasını kaybetmiş, ağabeyi evi terk etmişti. Babasına hiç üzülmediğini fark etti. Hayattayken bile ölsün diye dua ederdi. Ona karşı büyük bir nefretten başka bir şey yoktu içinde. Çünkü zavallı gördüğü annesini istediği gibi ezer, aldatır, döver, saçlarından sürükler odaya kapatırdı. Ağabeyine çok üzüldü. Onları bıraktığı için kızgındı, ancak bu kızgınlık fazla sürmedi. Onu anlıyordu da. Bunlara katlanmak kolay değildi. Anneleri ise böyle bir adam için ağlıyor, üzülüyordu. O yaşlarda annesini anlamıyordu. Böyle bir herif için gözyaşı dökülür mü hiç? Esra için tek kurtuluş imtihanı kazanıp uzaklara gitmek…

***

Hiç özlemeyeceğini düşünüyordu ardında kalanları ama gerçek öyle olmadı. Uzak kaldığı her gün her an annesini kardeşlerini düşünürken buluyordu kendini. Babaannesinin kaybıyla iyice dibe vurdu. Dibe vurmak güzeldir değil mi? Çakılırsın yere sonra yavaş yavaş çıkarsın yukarı doğru. Yani eğer bir tanrı varsa böyle olmalıydı. Neler düşündüğüne hayret etti. Hiçbir zaman bunu sorgulamamıştı. Nereden çıktı bu, okudukları mı yoksa yaşadıkları mı etkiledi? Bilmiyordu belki de ikisi birden. Evren durmadan bir kara delik gibi içine çekiyordu onu…

***

Yukarı çıkmaya başlamıştı Esra. Hayallerindeki hayatı yaşamaya başlamıştı. Sevdiği adamla da basmıştı nikahı. Çocuk bile doğurmuştu. Arabası, evi hatta kendine ait bir değil iki odası vardı. Daha ne olsun. Hiçbir eksik kalmamıştı. Tam da bu dönemde annesinin ani kaybıyla bir daha hiçbir isyanla çıkamayacağı o cam fanusa kapattı kendini. Artık toplaması mümkün değildi. İletişimleri zayıf olsa da fark etmeden çok bağlanmıştı. Deli gibi davranışlar göstermeye başladı. O ve kardeşleri babalarını asla affetmeyecekti. Onun bıraktığı koca boşluğu annelerine yükleyip doldurmaya çalıştılar yıllarca. Hem onlar hem anneleri yok olmuştu o boşlukta. Kendi hikayesinde kahraman başkasının hikayesinde katıldı Esra. İyileşme yollarını çoktan kapatmıştı. Bu günler de meşhur olan “travma” kelimesiyle karşılaştı. Anlamı yaraymış. Bir kitapta okumuştu. Sonra o yazarın tüm kitaplarını aldı. Kendi bile şaşırdı okuduklarına. Bu yaraları hep görmezden gelir, yaz tutmak delilik deriz. Çokça izin verilmez bu sürenin uzamasına, hayatın ritmine hemen dönmen lazım. Bunca kaybı yaşamış biri için çok korkunç değil miydi? Kendine ne kadar haksızlık ettiğini, edildiğini fark etti. Bir arkadaşının tavsiyesiyle bir psikiyatri doktoru ile başladı travmalarını iyileştirmeye. Ama bu Esra için mümkün değildi çünkü konuşması gerekirdi. Derdini anlatmak yapabildiği bir şey değildi. Çok sevdiği eşine, arkadaşlarına bile açamazdı derin yaralarını. Denemeye çalıştığında boğazı düğümlenir nefes alışverişi yavaşlar birkaç dakika içinde kitlenirdi bedeni. Doktoru ona yazmayı önerdi. Yazmak mı? Doktoruna birkaç defter getirdi, içi dolu yazılar, noktasız, virgülsüz, hiçbir karalama olmayan, zihnin tamamen aktığı sayfalar… Kendini tutamadı doktoru, nasıl olabilirdi? Acıların kefareti böyle mi karşılanıyordu? Başta haftada iki kez olan terapiler sonradan ayda bire döndü. İyileştiğini yavaş yavaş fark ediyordu. Artık kendini çocuğuna adamış bir anne değil de çocuğunun ihtiyacını bilip ona karşılık veren bir anneydi. En çok buna seviniyordu. Sağlıklıydı zihni, bu bedenine de yansımıştı. Gençlik yıllarında ele aldığı tek karakterli bir öyküsünü bir dergide yayınlamaya karar verdi. Ama hiçbir değişiklik yapmadan, bir edebi öykü kaygısı duymadan, saf duygularını ifade ettiği gibi yayınlasın şartıyla anlaştı derginin editörüyle. Düşünmeye başladı. Dostoyevski’yi düşündü hangi ruh haliyle yazmıştı. Raskolnikov parayı yeseydi ne olurdu, ya da değiştirmeseydi Anna Karanina’yı Tolstoy, ilk yazdığı gibi olsaydı bu kadar sever miydik bu karakterleri? Her şeyi göze alıp kararını bir daha doğruladı. 35 yaşındaydı artık Esra, ama gerçek iyileşme buydu onun için. Artık uçup gitmişti elinden. O da okuyan herkes gibi bir hevesle alıp, onlardan belki farklı olarak tek nefeste okuyup acı bir gülümsemeyle kapatacaktı.

GÜL SELÇUK KİMDİR
1995 Siirt doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Enstitüsünde sağlık çalışanıyım. İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünde öğrenimim devam etmekte. Sanal Yazıevine yazılar yazıyorum. Evli, 2 yaşında bir kız çocuğu annesiyim.

Görsel: Freepik

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yara

Derin bir iç çekip gözlerini kızının ayak parmaklarından lime lime edilmiş kendi el bileklerine çevi...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Zamansız ölüm

Okurumuz Heidi Korkmaz'ın koronavirüs sürecinde ölen bir annenin kızları üzerindeki etkisini kaleme...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Çok Kısa Bir Mektup

‘Ne olduysa, o sıra olmuş. Atmış kalemi elinden. Tutmuş mektubu, Bir iyice buruşturmuş. Sımsıkı kapa...