‘Ayakta kalmak’ için değil ‘ayağa kalkmak’ için
Dayak. Taciz. Tecavüz. İstismar. Cinayet… Örtbas. Pişkinlik. Takipsizlik. Adaletsizlik…Öfke. Öfke. Öfke... Hayatımızın çetelesi böyle.

Nerede bir suçlu devlete, iktidara yakınsa, orada “suçun” ortadan kaldırıldığı, kadınların ve çocukların canlarının, bedenlerinin, hayatlarının, geleceklerinin üzerine büyük bir rahatlıkla çökseler de korkunç bir koruyucu kalkanla sarmalandıkları bir ülke oldu burası.

Diyarbakır’da Yenişehir ve Eğil İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli 3 polis, yaşları 6 ile 10 arasında olan 3 kardeşe aylarca şiddet uyguluyor, uyuşturucu veriyor, tecavüz ediyor. Baba şikayetçi. Sonuç: Takipsizlik!

Ankara’nın göbeğinde Çankaya Üniversitesi’nde akademisyen Ceren Damar’ı bıçaklayarak öldüren Hasan İsmail Hikmet’in 2015 yılında da kendisinden ayrılan kız arkadaşını tehdit ettiği ve verilen koruma kararını defalarca ihlal ettiği halde 4 yıldır yargılandığı davada bir tek yaptırımla karşılaşmadığı ortaya çıktı. Yetmedi, katilin AKP’li aday adayı avukatı, neredeyse öldürüldüğü için Ceren hocayı suçladı.

Mardin’de Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atandığı dönemde Kent A.Ş.’ye müdür yapılan polis memuru Ercan Uysaler’in, kadın çalışanları tehditle fuhuşa zorladığı ses kayıtlarıyla ortaya çıktı. Ama mağdur kadınlar korkularından şikayetçi olamadı.

Elazığ’da AKP’nin ilçe başkanı Vahap Gök bir kadını defalarca taciz etti, partiye tacizi şikayet eden kadının yakını kaçırılıp darp edildi. Gök kendini “Tamam ben hatalıyım, fakat beni il başkanına şikâyet ediyorsun, sanki il başkanının bu işleri yok mu?” diye savundu.

İşte Nadira Kadirova. Bakıcı olarak çalıştığı AKP İstanbul Milletvekili, eski asker Şirin Ünal’ın Ankara’daki evinde, 23 Eylül akşamı ölü bulundu. Ölüme “intihar” denilse de Nadira’nın arkadaşına taciz edildiğini söylediği, ölümünde şüpheli pek çok nokta olmasına rağmen apar topar defnedildiği ve ölümünün üstünün örtülmesi için adeta sınır ötesi bir örtbas operasyonu yapıldığı açık.

Karşımızda döven, tecavüz eden, uyuşturan, sakat bırakan, öldüren bir cinayet şebekesi var. Bu şebeke, sadece kadın cinayetleri ve çocuk istismarlarında değil, işçileri canından eden çalışma koşullarıyla da, deprem için bizden topladıkları vergilerin bir kuruşunu bile önlem almak için kullanmamalarıyla da, krizin faturasını sırtımıza yükleyip çocuğuna bir pantolon bile alamayan anne babaları intiharın eşiğine getirmeleriyle de, sağlığı erişilemez hale sokmalarıyla, eğitimi rezil rüsva ederek geleceğimizi çalmalarıyla, doğayı talana açıp suyu, toprağı, havayı kirleterek nefes alacak bir karış alan bırakmamalarıyla da topyekun bir “yaşam düşmanı” olarak çıkıyorlar karşımıza.

İşte bu yüzden Emine Bulut’un “Ölmek İstemiyoruz” cümlesi kadın cinayetlerine, çocuk istismarlarına, krizin yüküne, işsizliğe, işçi ölümlerine, doğa talanına, doğal afetin toplu kıyıma dönüşmesine, eğitimin sağlığın paralı hale getirilmesine, zamlara, işten atmalara, uzun çalışma saatlerine, ödenmeyen ücretlere kadar hayatımızın orta yerinde duran bütün sorunları da içine alacak biçimde herkesin içinde hissettiği bir isyan cümlesi oldu.

Yaptıkları her şeyle, “hayatınızı elinizden alabiliriz, bize de hiçbir şey olmaz” diyorlar. Hayatımızı derebeyi gibi yönetmek isteyenler, bizi olsa olsa hizmetkarları, köleleri, malları, zevk metaları olarak gördüklerini yüzümüze vurup duruyorlar.

Biz yaşamak istiyoruz!

Dergimizin sayfaları şiddeti, krizi, yoksulluğu birbirine düğüm düğüm, boğum boğum kalın iplerle bağlayan bu ölüm politikasının türlü yönlerinin kadınların hayatlarına nasıl yansıdığını seriyor ortaya. Bir sayfadaki geçim derdini, diğer sayfadaki ayakta kalma mücadelesine, bir cümledeki öfkeyi, diğer cümledeki ‘ne yapmalı’ cevabına, bir mektuptaki şiddet hikayesini, bir yazıdaki ‘yalnız değilsin’ şiarına bağlayanın ne olduğunu anayazımızda Sema Barbaros anlatıyor. Yaşadığımızın ne olduğunu açıkça anlamak için birbirimizin bilgisine, deneyimine ihtiyacımız olduğunu her buluşmamızda koyuyor kadınlar ortaya. Tam da bu nedenle dergimizin bu sayısında tüm bu ölüm politikasına karşı haklarımızı ve hayatlarımızı savunmanın araçlarını, yol ve yöntemlerini de tartışıyoruz.

Ekmek ve Gül için en temel önemde olan şeylerden biri, kadınların bulundukları her alanda; işyerinde, mahallesinde, okulunda, derneğinde, ilçesinde kurulan platformunda, yan yana çalıştığı, komşu olduğu, yüz yüze baktığı, aynı derdi yaşadığı kadınlarla buluşması. Zor hayatlarımızın ancak ve ancak dayanışmayla sürdürülebildiğini biliyoruz; bu dayanışmanın yalnızca ‘ayakta kalmak’ için değil ‘ayağa kalkmak’ için de ilerletilmesi, büyütülmesi için yapıyoruz çağrımızı: Gelin hep birlikte, tüm dünya kadınlarının şiddete karşı dayanışma ve mücadele günü olan 25 Kasım’a kadar en yakınımızdaki kadınlarla başlayarak, adım adım ilerleyen, birbirini güçlendiren, bizi ayağa kaldıran bir kampanyayı örelim. Krize, şiddete, yoksulluğa karşı “gücümüz birliğimizdir” diyerek, bizi ölümde birleştirenlere karşı yaşamı kazanmak için buluşalım.

Önümüzdeki ay, mahallesinde, işyerinde, okulunda bu çağrıya yanıt veren, değişen ve değiştiren kadınların söyleyecekleri sözleri sizlerle buluşturacağımıza eminiz.

Sayımız çok, dayanışma gücümüz bol olsun!

İlgili haberler
Öfkemizi değiştirici bir güce dönüştürmek elimizde...

Emeğimizi, bedenimizi, haklarımızı, geleceğimizi kendi çıkarlarına dayanak haline getirmeye çalışanl...

Hukukun değil, retweetin üstlünlüğü

Adliyelerde adalet bulamayanlar yahut bulamayacağına inananlar dertlerini bir dilekçeye değil, sosya...

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa: Kadınlar...

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun, şiddetle mücadele için kadınların elindeki en önemli yasal...