Çocukların üniversite derdi ailelerin geçim derdiyle birleşti
Bir fabrikada kadınlar bir yandan çalışırken bir yandan üniversite tercih döneminde çocuklarını nasıl okutacakları derdini konuşuyorlar…

Merhaba Ekmek ve Gül okurları,

Çocuklarımızın üniversite heyecanı, biz ailelerin “Ne olacak, hangi üniversiteye gidecek, ekonomik olarak nasıl karşılayacağız” telaşına dönüşüyor.

Çocuklarımız için sınav telaşı bitti, sıra sonuçların açıklanmasına geldi. İşyerinde iki kadın arkadaşımın sohbetine kulak misafiri oldum. Gönül’ün üç çocuğu var, biri 3 yıldır İzmir’de üniversite öğrencisi. Masraflarına yetişemediğini anlatıyor Gönül. Diğer iki çocuğu da bu yıl başlayacakmış üniversiteye. Aklında tek bir soru var: “Nasıl yapacağım, nasıl yetiştireceğim?”

Şimdiden hesap yapmaya başlamış. Diğer ikisini şehir dışında bir yere göndermesi mümkün olmadığı için “İstanbul’da bir yere yerleştirmek gerekiyor” diyor. Hatta devlet üniversitesi olmazsa özel bir üniversiteye vereceğini çünkü şehir dışında okutmanın masraflarının daha çok olduğundan bahsediyor: “Yurt derdi, yemek masrafı olmaz, bir yol ücreti olur. Şehir dışına göndersem aylık masrafı bana asgarî ücretten yüksek olur. En azından burada gider gelirler.” Böyle düşünüp araştırmış özel üniversiteleri, 38 bin TL ile 27 bin TL arası değişiyormuş: “Paran varsa eğitim hakkın var, yoksa okutma çocuklarını’ diyor sistem. Bırak okumasını, gençlerimizin paraları kadar yaşam hakkı” diye karşılık veriyor diğer arkadaşım.

Onun da bir kızı yurtta kalıyor, üniversitede ikinci yılı: “Her ay içerdeyim, kredi kartı ile döndürmeye çalışıyorum evi. Allah’tan bir tane kızım var da yetişmeye çalışıyorum. Gönül gibi 3 tane çocuğum olsa nasıl yetişirdim?”

Geçenlerde İsveç’ten gelen bir arkadaşına sormuş orada nasıl geçindiklerini: “İsveç’te ikisi de malulen emekliymiş. Orada aldıkları ücret ile çalışmadan yasayabildiklerini söylüyorlar. Kirayı veremedikleri takdirde devlet hemen soruyor: ‘Sen kiranı ödemedin nasıl geçiniyorsun?’ diye. ‘Bize niye başvurmuyorsun?’ diye halkını denetliyor. Bunu duyduğumda çok şaşırmıştık. Biz Türkiye’de açlıktan ölsek, kiramızı değil faturamızı bile ödemediğimizde elektrik ve suyumuzu keserler. Sokakta yaşasak sen neden buradasın demez devletimiz. Ama kendileri saraylarda yaşarlar. Çocuklarını yurtdışında okuturlar, en iyi hayatları kendilerine sunarlar.”

Gönül de hemen ekliyor: “Halkına gelince kaşıkla verip kepçe ile alırlar. En basit asgarî ücretle yaşamanı bekler. Sonra elhamdülillah Müslüman ülkeyiz Amerika bizi kıskanıyor denir.”

Yanlarında çalışan bir işçi daha bunları duyunca sohbete dahil oluyor: “Nereden çıkarıyorsun bunları? Eğitim, sağlık zaten parasız. Devlet ondan para almasın, bundan para almasın nasıl ayakta kalacak? Ya sev ya da terk et, işine geliyorsa. Git yurt dışında yaşa, devleti kötüleme.”

Her şey paran varsa… Yaşama hakkın var ama paran yoksa yaşama hakkın bile kalmıyor. Sorgulamayacaksın şükredeceksin, azla yetineceksin. Ama zaten sorun da bunu kabul edip azla yetinmeyi kabul etmediğimizde öfkemizi birbirimize çevirmemizde. Azla yetinmemizi isteyenlerin de amacı bu. Birbirimizi birbirimize denetletmek.

Neden her şeyin en güzelini istemeyelim ki? Hakkımız olanı istemeyelim? Neden çocuklarımızı nasıl okutacağımızı düşünmekten saçlarımız beyazlarken birileri saraylarında “hiçbir şeyi takmadan” yaşasın? Hayatta kalmamız küçük hesaplara bağlı olmamalı. Çocuğum harçlık isterken nasıl vereyim demek istemiyorum.

Fotoğraf: storytel/freepik