Katilin adını koy, cinayetlere son ver
Hastalanmadıysa da işini kaybetmiş, aç kalma, borca batma ve evsiz kalma riskiyle karşı karşıya, ruh ve beden sağlığı bozulmuş milyonlar umutsuz bir bekleyiş içinde.
Koronavirüs salgınıyla adeta bir yıkım yaşanıyor. Salgının bir yıkıma dönüşmesinin nedeni, 40 yıla yayılmış neoliberal uygulamalar... Pek çok ülkede sağlık ve sosyal hizmetler sisteminin felç edilmiş olması... Halkı, işçileri hiçe sayan üretim sistemiyle yaratılan “cinayet” düzeni...

Sağlık hizmetlerinin piyasanın kar güdüsüne teslim edilmesinin tahrip edici sonuçlarını acı bir biçimde yaşıyoruz. Sağlık sisteminin büyük ölçüde özelleştirilmesi nedeniyle sadece korunma değil tedavi sürecinde de eşitsizliğin tavan yaptığı, sağlık emekçilerinin adeta silahsız askerler gibi koronavirüsle mücadelenin en ön safına itildiği, piyasacı sağlık politikalarının faturasının halkın yoksul kesimlerine ödetildiği bir tablo yaşanıyor.

Halkı hiçe sayan üretim sistemi ve yaratılan toplumsal düzen salgın günlerinde bir çeşit kast da ortaya çıkardı: Zenginler hizmetçileri, özel doktorları ve tüm konfor sağlayıcıları ile lüks mülklerine kapanırken, orta sınıflar nasıl idare edeceklerini bilmedikleri çocuklarıyla evlerinde mahsur, bilgisayar başında çile dolduruyor. İşçi sınıfı ise üretim, hizmet ve ticaretin cephe hattına ölümüne sürüldü. Günlük cirosu ona katlanan kasanın başından tuvalete gitmek için bile kalkamayan kasiyer, “müşterilerde hasta izlenimi yaratılmaması” için maske bile takamıyor... Yevmiyeli işçiler çoktan işsizler ordusuna katıldı... Talebin zirve yaptığı online ticaret gibi alanlarda geçici sözleşmelerle işe alınan binlerce işçi uzun, yorucu mesailer sonunda hiçbir şeysiz işten atılacak. Küçük esnaf kaderine terk edildi, batacak. İşçiler neredeyse hiçbir önlemin alınmadığı koşullarda, kendilerinin ve ailelerinin hayatlarıyla kumar oynanarak dip dibe çalıştırılıyor.

Hastalanmadıysa da işini kaybetmiş, aç kalma, borca batma ve evsiz kalma riskiyle karşı karşıya, ruh ve beden sağlığı bozulmuş milyonlar umutsuz bir bekleyiş içinde.

EN FÜTURSUZ SERMAYESEVER İKTİDAR TÜRKİYE’DE
ABD, Kanada, Almanya, Fransa, Norveç gibi pek çok ülkede hükümetlerin açıkladığı paketlerde kısmen de olsa halkın yoksul kesimlerinin günlük yaşamlarını sürdürmesi için çeşitli destekler varken, en sermaye yanlısı paket Türkiye’de açıklandı. “Üretimin ve ihracatın devamı en önemli önceliğimiz” diyen Erdoğan şahsında iktidar, “koronavirüs dünya ekonomisini çökertecek, bu çöküş Türkiye için dünya gücü olma fırsatı sağlayacak” tezine sıkı sıkı sarılmış durumda. Virüsü bir “fırsat” olarak gören bu anlayış “önlemleri” de buna uygun bir biçimde alıyor. Kamu kaynaklarının sermaye için seferber edilmesi yetmiyor, halka IBAN göndererek bağış istiyor. İçişleri Bakanı can derdine düşmüş milyonların üstünde adeta bir kılıç gibi sallanan “gözaltı” tehdidiyle iş başında. Halkı uyaran sağlık emekçilerine tehditle özür diletmeler, sosyal medya paylaşımlarına operasyonlar, kendi partisinden olmayan belediyelerin açtığı yardım hesaplarına el koymalar, TIR şoförü Malik gibi isyanını dile getirenlere “halkı kin ve düşmanlığa sevk” kapsamında gözaltılar bu “önlemlerin” bir yanı. İnsanların can derdinde olduğu koşullarda Ulaştırma Bakanlığı’nın alelacele Kanal İstanbul ihalesi yapması, 7 belediyeye kayyum atanması, doğal sit alanlarının ve koruma alanlarının ranta açıldığı bir yönetmelik değişikliği yapılması...  Nüfusu 300 bine ulaşan cezaevlerine yönelik infaz düzenlemesiyle, siyasetçiler, gazeteciler, muhalifler içeride ölüme terk edilirken; tecavüzcüler, istismarcılar, kadına yönelik şiddet faillerinin büyük kısmının salıverilecek olması... Bunlar da “önlemlerin” diğer yanı.

PATRONLARIN İHYASI İÇİN
Salgın, sermaye sınıfı ve onun iktidarı tarafından, işçi sınıfına karşı kullanışlı bir silaha dönüştürülmek isteniyor. Tüm birikim, bir kere daha sermayeyi ihya etmek için seferber edilmiş durumda...

Üstelik bu, öyle “gizli saklı” ya da “çok da açık etmeden” değil, büyük bir arsızlıkla gözümüze sokula sokula yapılıyor. Sağlık emekçileri bir maske bile bulamadığı için ölüme yaklaşırken, iktidar gözdelerinden Ethem Sancak’ın yeğeni evde çay eşliğinde verdiği “korona testi partisini” sosyal medya hesaplarından paylaşabiliyor. Devletin kaynaklarını sermaye için tahsis ettiğini ilan etmekten hiç çekinmeyenler, bir de üstüne büyük bir pişkinlikle “Biz bize yeteriz” diyerek Milli Dayanışma Kampanyası başlatıyor. Açlığından fazlasıyla hiç dolmayacak tabaklardan, susuzluğunu giderecek kadar dolu olmayan bardaklardan bir kere daha sermaye için pay isteniyor. Buna rıza gösterilmesi bekleniyor.

GÜNAH KEÇİSİ; ‘BİLİNÇSİZ’ VATANDAŞ
Tüm bunlarla birlikte “Evde Kal” çağrıları, yapılan reklamlar, iktidar açıklamalarına eşlik eden ünlü paylaşımları durmadan devam ediyor. Halkın kendisini ve başkasını koruyamaması, bunun için tedbir alamamasını “duyarsızlık”, “bilinçsizlik” olarak gösteren bu çağrılar acımasız bir küçümseme içerdiği kadar, büyük bir yanılgı da yaratıyor. Bu çağrıya uyamayan, uyma olanağı olamayan vatandaşları suçlayan bir propagandaya dönüşüyor. Patronların ve hükümetlerin sorumluluğunu gözlerden saklayan politik bir argümana evriliyor.

Yaşananları “bireysel seçimlerin yarattığı sonuçlar olarak” göstermek isteyenler, esasen uzunca bir süredir yaşanan kriz halinin tüm yükünü de bu “sorumsuzluklara” yükleme derdinde.  Dünya kapitalist ekonomisini idare edenler, virüsün arkasına saklanarak sistemin krizini geniş halk kesimlerinden gizlemek istiyorlar. Sorunun kapitalist üretimin özünde bir cinayet, bir sömürü düzeni olduğu gerçeğinde değil, virüsün yarattığı “karşı konulamaz” sarsıntıda olduğu ve bu “öngörülemez” salgının “birtakım kendini bilmez sorumsuz” nedeniyle dünyayı sardığı propaganda ediliyor.

Dünyayı bir uçtan bir uca saran düzen sarsılıyor. Ve biliyoruz ki her yıkımın bir kurbanı vardır. Uluslararası kapitalist sistem bu yıkımın kurbanının işçiler ve emekçiler olması için çaba sarf ediyor. Krizin üstüne binen salgınla birlikte çok büyük bir işsizlik dalgası, bu basınçla ücretlerde, sosyal haklarda gerileme, çöken sosyal güvenlik sisteminin sermaye lehine kurtarılması planları...  Sermayenin ilk elden yapılacaklar listesinde bunlar var. Peki, böyle mi olacak illa ki?

Olacakları sınıf mücadelesinin seyri belirleyecek.

 “Fabrikaları açıp kârları için bizi tehlikeye sokarlar. Zenginler, bizim ölümcül düşmanlarımız.”

SADECE DAYANIŞMA DEĞİL, MÜCADELE!
Yıkılanın altında kalacak olanın neoliberal politikalarla azmış olan kapitalizm ve hesabı ödeyecek olanın onun siyasal iktidarı olması için kısa erimde meselemiz şu: “Ölen ölsün, kalan sağlarla devam ederiz” diyen sermaye karşısında işçi sınıfının acil taleplerinin gereğinin yerine getirilmesini sağlamak, salgın sebebiyle artacak olan işsizlik ve yoksulluğa karşı mücadele etmek... Sadece dayanışma değil, mücadele! Korona günlerinde dayanışma pratikleri elbette yaşamsal ve değerli. Ama bunların sınırları var. Mesele de devletin/hükümetin yapması gerekenleri bizim yapmamız, buna odaklanmamız filan değil; bunların toplumsal bir talep haline gelmesini, geniş kesimlerin basıncıyla yapılmasını sağlamak, gelişmelere müdahil olabileceğimiz bir hatta mücadele örmek, hayatıyla oynanan milyonların mücadelesini büyütmek...

Sendikaların buradaki rolü büyük aslında; ama işçi mektuplarından açıkça görülüyor ki işçinin canı üzerine yapılan hesaplardan pay kapma yarışında olmayan çok az sendikacı var yönetimlerinde. Aynı sendikanın örgütlü olduğu bir işyerinde işçinin işten kaçınma hakkını kullanarak ücretli izin hakkını kazanmasıyla, bir başka işyerinde neredeyse hiçbir önlem alınmadan işçilerin yarısının çalıştırılıp diğer yarısının ücretsiz izne/yıllık izne zorlandığı tabloda görüyoruz ki belirleyici etken sendikanın “devrimciliği” değil, işçilerin işyerlerindeki örgütlülüğü, özgüveni, kararlılığı.

Çiğli Organize Sanayi Bölgesi işçisinin Evrensel gazetesine yazdığı mektuptaki şu söz, geniş halk kesimlerinin bu günlerini imleyen bir ayraç olarak duruyor: “İşçiler olarak kendi yaşamımız ve geleceğimiz için örgütlenip inisiyatif alamadığımız için bugünümüzden de geleceğimizden de kaygılıyız… en çok da yüz binler, milyonlar olduğumuz halde sesimizi çıkaracak birlikteliğe sahip olmadığımız için yaşadığımız tedirginliği, korkuyu unutmayalım…”

Bu hafıza çağrısı, karşımızda duran iki seçeneğin ne olduğunu da ortaya seriyor aslında; Rosa Lüksemburg’un yıllar önce ortaya koyduğu gibi; “Ya barbarlık, ya sosyalizm.”

Bunu daha açık yüreklilikle, hiç lafı eğip bükmeden söylemek en acili, en gereklisi. Milyonlar bu barbarlığın yıkıntıya uğrattığı dünyanın yeniden kuruluşunda ya daha beter bir barbarlığın hışmı altına kalacak ya da bu barbarlık düzeninin yıkılmasına ön ayak olacak.

KADINLARA ‘ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞEN’ DÜZENİ
Ücretli emeğin kadın yarısı çalıştıkları yerlerde öldürücü bir çalışma düzeni ile karşı karşıya. Ev içindeki cinsiyetçi işbölümü alabildiğine ağırlaştı. Çocukların, yaşlı ve hastaların bakım yüküne eğitimi, sağlığı, korunmayı, hijyeni, bakımı tümüyle ailelerin kendi “yapabilirliklerine” terk eden kayıtsızlık, çaresizlik içinde bırakıyor kadınları.

Şiddet artarken, hükümet önlem almak yerine, HSK eliyle, kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 6284 Sayılı Kanun’daki tedbir kararının kadınların aleyhine işleyeceği açık olan bir karar aldı. Korona salgını karşısında şiddet uygulayan erkeğin sağlığını korumaya gösterilen hassasiyetin bir gıdımı şiddet gören kadının can güvenliğini korumak için gösterilmiyor. Cezaevlerindeki doluluğu azaltmak için planlanan infaz düzenlemesinin kadın katillerinin, tecavüzcülerin, istismarcıların salıverileceği bir “örtülü affa” dönüşeceğini görüyoruz.

Sadece evlerde değil, işyerlerinde de ayrımcı ve şiddet dolu uygulamalar alabildiğine arttı. Kadın işçiler ustabaşlarının zoruyla yaptıkları işin yanı sıra işyerlerinin “hijyeninden” de sorumlu hale getiriliyorlar. İşten atılma korkusu işyerlerinde tacizi, kadınların onurlarını zedeleyen tutumları artırıyor. Gelecek korkusu, kadınların ses çıkarmasının önüne geçiyor.  İlk işten çıkarılacak olma kaygısı, aileye, babaya, kocaya ekonomik olarak daha da bağımlı olma korkusu, ekonomik destek arayışında tümüyle yalnız olma hissi kadınları boğuyor. Salgın sürecinde ölümüne çalıştırılan hizmet sektöründe ağırlıklı olarak kadınların çalıştırıldığı düşünüldüğünde, emekçi kadınlar büyük risk altında.

“Evde kal” çağrıları en çok mülteci kadınlar için anlamsız; biliyoruz ki mülteci kadınların çoğunun bir evi dahi yok. Kamplarda, çadırlarda, konteynırlarda, gecekondularda zor ve sağlıksız koşullarda yaşayan, ne suya ne de sabuna erişemeyen mülteci kadınlar kışkırtılan düşmanlık nedeniyle korkuncun da korkuncu koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyor.

İşte bu tablo, kadınların “ölümlerden ölüm beğeneceği” bir düzen içinde yaşadığımızın apaçık göstergeleri. Ölümcül bir salgının ortasındayken bile sermayenin ve dizginsiz sömürünün bekası için ilk gözden çıkarılacak olanların kadınlar olduğu gerçeği, koronavirüs günlerinden çok önce görülmüştü kadınlarca. Tam da bu nedenle dünyanın dört bir yanında yükselen kadın mücadelesinin ana dinamiklerini oluşturan emekçi kadın kitlelerinin, neoliberalizmin yarattığı yıkımla kadınları özel olarak hedef alan ataerkil, cinsiyetçi politikalar arasındaki bağı kurarak  taleplerini yükselttikleri bir 10 yıl yaşadık. Dünyada son 10 yıldır özellikle sağlık, sosyal hizmet ve bakım alanlarında, en kötü koşullarda, güvencesiz ve alabildiğine sömürüye dayanan hizmet sektöründe yaşanan direniş ve grevlerin ana özneleri kadınlar.

Kadınların daha da vahşileşen koşullarda ilk gözden çıkarılanları olmamasının garantisi, bugün göz göre göre ölüme sürüklenen kadın emekçilerin örgütlülüğü. Gözümüzü dikeceğimiz, fiziksel mesafeleri aşıp buluşmanın yolunu yöntemini bulacağımız, enerjimizi buna vakfedeceğimiz en belirleyici özneler...

İlgili haberler
Mesafeye rağmen aramızdan su sızmasın…

Umudumuzu yitirmemek için “hiç olmaz” dediğimiz Atacama Çölü’nün manzarasına bakalım…

Biz demiştik bu şehir hastaneleri sağlığa zarar di...

Ağır çalışma koşulları, az çalışanla çok iş, korunaksızlık, psikolojik baskılar... Sağlık emekçileri...

Hastane biz taşeron işçilere maske ve dezenfektan...

Biz hastanede çalışan taşeron işçiler savunmasız ve tedbirsiz çalışıyoruz. Kronik hasta olmama rağme...