“Yol aldığı bataklıktan, omzunu yalandan saran şalını çıkarıp, atıp, sımsıkı sarıldığı kızıyla, demir adımlarla yürüyüp çıkıyor Kudret. Önüne uçsuz bucaksız yemyeşil bir ova serilidir artık.”

Islak bir İstanbul sabahındayız. Havanın grili karalı tonları, genzimizi yoklayan toprak kokusu, mesainin başladığını ikide bir hatırlatan koridorun uğultusu, çocukluk yıllarından bugüne Beethoven’dan Allegro ritmini taşıyor kulaklarımıza. Pencerenin pervazına küçük beyaz bir güvercin konmuş. Çok da beklemeden gidecek misafir havasında. Tıpkı, hemen sonra kapıdan içeri giren Kudret gibi...
Olabildiğince sessiz, olabildiğince kibar, fakat bir o kadar da temkinli bakışlarla süzüyor etrafı. Neredeyse boyunca kızını, sıkı sıkı tutuyor kucağında. Penceredeki güvercine bakıyoruz birlikte. Samimi bir tanışma faslından sonra, Kudret’in yüzündeki sert mizaç da yumuşuyor yavaş yavaş. Kırk kilit vurulmuş devasa bir kapının önündeyiz şimdi. Kudret’in o kapıyı açmasını, içeriye davet etmesini sabırsızlıkla beklemekteyim artık.
Ertesi gün, tedavi saatinde gelmedi Kudret. Onu izleyen birkaç hafta da yoktu. Kayıtlardan bulduğum telefon numarasını çeviriyorum. Silik ses tonuyla yarım yamalak cümleler kuruyor telefonda. Kız kardeşinden haber beklediğini, koşullarını oluşturarak gelebileceğini anlatıyor dilinin döndüğünce. Yaklaşık bir ay sonra, yanında kız kardeşi ve kızıyla, gözlerinde, sözünü tutmuş olmanın gururuyla, odanın aynı köşesinde otururken buldum onu. Kızını yanına oturtmuş, yorgun kollarını iki yana salmış, mahcup bir gülümseyişle selamlıyor bizi.
Tedavi seansının ardından, kadın kadına sohbetimiz başlıyor. Dereden tepeden açıyoruz konuları. Gündelik telaşlar, hayatın zorlukları engelli bir çocuk annesinin yaşadıklarından bahsediyoruz sonra. Burada, derin bir iç çekiyor Kudret. “Kızımın yanında bu konulardan bahsetmiyorum” diyor usulca. Kız kardeşine birkaç tembih sıralayıp dışarı yönlendiriyor onları. Küçük kızın yarı sürünerek yürüyüşünü izliyor, çıkan gıcırtılı sesin yankısıyla göz göze geliyoruz.
Açılmasını beklediğim o gizemli kapının kilitlerini tek tek çeviriyor önümde. Birlikte, olanca gücümüzü vererek aralıyoruz kapıyı. Eşikte uçsuz bucaksız bir sazlık. Havada puslu bir tanyeli ağartısı. İlerde Kudret’i bata çıka yürürken görüyorum. Sapsarı dümdüz saçları, kucağındaki yavrusunun saçlarına karışmış. Omzundaki şal genç kadını sarmaktan aciz, yarıdan çoğu çamurla bezenmiş.

‘ANLADIM Kİ HAYATIM UÇURUMA GİDECEK’
Karadenizli bir ailenin yedi çocuğundan biri Kudret. Ortaokulu bitirene kadar eğitim almış. Köydeki hemen her kadın gibi, annesi de çocuk gelin olmuş, kendisi de. “Amcamın oğluyla evlendim. Çok sevmiştim. Kaçarak evlendik.”
Daha nikahın arifesinde pişmanlık duymuş. Çocuksu tereddütlerle ne yapacağını bilemezken korkudan ailesi ile yüzleşememiş tabii. “Nikahın kıyıldığı gün ağabeyim beni bulduğu yerde dövdü.” Attığı dayağın sebebi, Kudret’in yanlış evliliği değilmiş. Daha büyük hatası, telefonuna çıkmayarak saygısızlık etmesi, onun itibarını zedelemesiymiş. “O gün anladım ki benim hayatım uçuruma gidecek. Abimden çok korkuyordum. Bu yüzden geri dönemezdim” diye anlatıyor sonrasını.
Eşi geçici işlerde çalışıyormuş. Arada bir de içermiş. Önceleri sakin mizaçlı, zaman geçtikçe asabi bir adam olup çıkmış. Kudret çocukları pek severmiş. Eşi için “belki düzelir” düşüncesiyle hamile kalmış. Üstelik ailesiyle araları da düzelmeye başlamış... Sesine tüm iyimserliğini katarak anlatmaya devam ediyor Kudret. Hayatında başka neler olduğundan çok, asıl olmasını istediği her şeyi tek tek sıralıyor sonra. Sıcak yuvası, ona saygı duyan bir eşi, umutla beklediği yavrusu...

ÖLDÜRMEYEN ACI...
Çok zaman geçmeden eşi, şiddetin dozunu artırmış yeniden. “Dışarıda morali mi bozuldu? Ailemle mi bozuştu? Sinirini benden çıkartırdı...” Durumun vehameti evin sınırlarını aşmış sonra. Aile büyükleri girmiş devreye. Kudret’in kayınbabası, yani amcası gelmiş konuşmaya. Oğlunu haksız bulmuş. Küçük bir adım da olsa adaletin yerini bulduğunu zannetmiş Kudret.
Adaletin tecellisi sandığı amcası, eve olan ziyaretlerini sıklaştırmış. Üstelik Kudret’e bakışları, tavrı da değişmeye başlamış. Kesiyor anlatmayı Kudret. Bakışları buz kesiyor. Etrafı yokluyor hızlıca, sohbetimize tanık üçüncü bir kişi arıyor adeta. Onu rahatlatacak, güven veren birkaç cümle sarf ettikten sonra, devam etmesini istiyorum.
“Bir gün yine geldiğinde bana saldırdı. Ben, babamsın amcamsın diyerek yalvar yakar durdurdum. O günü atlattım. Başka bir gün habersiz geldi. O gün bana tekrar saldırdı.” Artık konuşmuyor Kudret. İçtiği her yudum kahve boğazında birikmiş, orada nefesini kesecekmiş telaşı sardı aniden. Odanın dört bir yanında “yardım” imaresi ararken; çığlık gibi bir cümle düştü aramıza. “Aklına koyduğunu yaptı.”
Daha yirmisine varmamış küçük Kudret, yaşadığı felaketi hazmetmek bir yana, kime ne diyeceğini kara kara düşünmeye başlamış. Kendisine hak veren, tanıdığı tek erkek, hayatını kabusa çevirenlerin başına geçmişti bu kez. Çareyi canına kıymakta aramış, üç gün yoğun bakımda kalmış, sonra evine geri getirilmiş Kudret. Geçimsizlik hat safhaya ulaşınca olan biteni anlatmış eşine. Feci bir dayakla birlikte bacağından bıçaklanmış bu kez. Fakat aldığı hiçbir darbe, “Çocuk babamdandır” cümlesi kadar acıtmamış genç kadını.
Başını dikeltiyor Kudret. Kollarını sıvazlayarak, belki de gelmiş geçmiş en kadim cümlesini haykırıyor. “Öldürmeyen acı güçlendiriyor Meltem Hocam!” Masumiyetini, önce eşine, sonra herkese basbas haykırıyor. Kendisine zorla giydirilen onursuz hayatı tek celsede fırlatıp atıyor. Babasıyla kavga eden eşi hapse girerken, amcası intihar ediyor.

MİNNETSİZ YAŞAM
Yol aldığı bataklıktan, omzunu yalandan saran şalını çıkarıp, atıp, sımsıkı sarıldığı kızıyla, demir adımlarla yürüyüp çıkıyor Kudret. Önüne uçsuz bucaksız yemyeşil bir ova serilidir artık. Önce kadın sığınma evine gidiyor, sonra da mahkemeye. İstanbul’a yerleşip minnetsiz yaşamayı da başarmıştır artık. Sohbetimizi derin bir soluk alarak bitiriyoruz. Üzerimizdeki tonlarca ağırlık, eriyip bir anda yok oluyor adeta. Gayri ihtiyari pencerenin pervazında birleştiriyoruz bakışlarımızı. Küçük bir güvercinin verdiği hayat dersinden hepimizin nasiplenmesi umuduyla...

İlgili haberler
Beyler, kendini küllerinden yaratan kadınlardan ko...

Filiz'in yaşamı bir göç hikayesi, bir işçi kadın hikayesi, 2 çocuğunu tek başına büyüten bir anne hi...

Hayatının iplerini kimseye vermeyen Şahika

Olmazları olduran kadın Şahika, Yaşam onun sağlığında ağır hasarlar bırakmış. Ama o güçlü olmaya dev...

Gülbeyaz

“Engin bir tarlanın yanı başındayız şimdi... İçimden haykırmak geliyor kendisine; Bak işte, hepimiz...