Sömürü neydi?
Patronların bir sınıf olduğu kolay anlaşılıyor. Oysa işçilerin de bir sınıf olduğunu anlatmaya gelince iş o kadar basit olmuyor. ‘Keşke’ ifadelerine takılı kalıyor cümleler. ‘Keşke herkes birleşse…’

İkitelli, İstanbul’un sanayi havzalarından birisi. Nüfus artışı, göç ile birlikte yerleşim alanları ile sanayi sitelerinin iç içe geçtiği bir yer. Emekçi kadınların, evde parça başı işlerle evin bir faturasını çıkarmaya çalıştığı, hayırsız bir akrabanın üzerine yıktığı borcu ödemek için akla karayı seçtiği, çocuğunun online eğitimini sağlamak için sağdan soldan toplama bilgisayar kurmaya çalıştığı apartman dairelerinden oluşuyor yerleşim alanları. İstanbul’un emekçi yüzünün, yani ülkenin emekçi yüzünün bir örneği yani… 

Kapitalizmin çelişkileri, pandemi sürecinin etkileri ile daha da keskinleşti. Ancak emekçi kadınların, bu koşulları değiştirmek üzere bu koşullara karşı mücadelesi aynı ivme ile ilerlemiyor. Bir “biz” ve “onlar” olduğu gerçeği yaşam koşulları bakımından açıkken, zihinlerde bu berraklığa erişemiyor. İşçiler, içinde bulunduğu yaşam koşullarına öfke ile cevap verse de “Peki nasıl değişecek?” sorusunun yanıtını vermek o kadar kolay olmuyor.

Emek Partisi, bir süre önce “Sömürü nedir?” başlıklı bir broşür yayımladı. Biz de bu broşür üzerine kadınlarla bir tartışma sürdürdük. Fatura ödenmediği için elektriğin her an kesilmesi beklenen evlere, çocukların online eğitim ile bilgisayar başında durup, anneyi biraz olsun rahat bıraktığı zamanlara, bir mesai çıkışı alelacele demlenmiş çay ikramına, kovid-19 virüsüne karşı önlemlerin duvara asılmış bir ‘maske-mesafe-temizlik’ ilanından ibaret olduğu atölye yemekhanesine sıkışmak zorunda kalan tartışmalardı bunlar.

SINIFA SINIFI ANLATMAK...

Kendine dair en ufak bir şey yapmaya dahi ‘zaman olmaması’ Ekmek ve Gül’ün geçen sayısında çokça kadının dile getirdiği bir konu olmuştu. Atölye molalarından, mesai çıkışlarına, öğle vakitlerinde mutfaklarda zaman yaratarak bu broşür üzerine konuştuğumuz her kadın ‘üretim ve yeniden üretim’ sürecinin pandemi döneminde nasıl katlanılmaz hale geldiğini oldukça sade bir biçimde anlatıyordu aslında.

“Sömürüyü artıran faktörler”, “Ücretler neden düşüyor?”, “Çalışma süreleri uzuyor”, “Bant hızı ve çalışma yoğunluğu neden artıyor” başlıklarında yazanları beden dilleri, gündelik telaşları ile farkında bile olmadan anlattı emekçi kadınlar.

Farkında bile olmadan dememizin bir sebebi var. Çünkü; henüz sınıflı bir toplumu tanımlayabilir, bunu tanımlayabilseler dahi kendilerinin işçi sınıfının birer parçası olduklarını düşünür durumda değiller.

Laf lafı açıp, konuşma biraz olsun ilerleyince patronların bir sınıf olduğunun daha kolay anlaşıldığı ortaya çıkıyor. Çünkü hiçbir patronun, kendi sınıfının ortak çıkarını zedeleyecek tek bir adım bile atmadığı elle tutulur bir gerçek emekçilerin yaşamında. Asgari ücret görüşmeleri, ücretlerin kim tarafından belirlendiği gibi konular bunu anlatmayı çok daha basit hale getirebiliyor. Oysa sıra işçilerin de bir sınıf olduğunu anlatmaya gelince iş o kadar basit olmuyor.

Patronların elle tutulur, gözle görülür birliğinin karşısında işçilerin lokal ve kısa vadeli birlik deneyimleri, burjuvazinin yarattığı kültürel alışkanlıkların, bireyci duygu ve ilişkilerin tüm toplumun ‘doğası’ gibi gözükmesi, ülkeyi ve dünyayı anlayabilecek, yorumlayabilecek bir pencereye ulaşmalarının önüne geçen yaşam koşulları, sistemin daha geniş bir ufuk için en ufak bir şans tanımamış olması bu zorluğun sebeplerinden birkaçı.

Buna karşın, “Ücret emeğin karşılığı mıdır?” sorusunun cevabında dikkatler yoğunlaşıyor bir sınıf güdüsüyle. Farklı tonlamalar ile “Tabii ki hayır, hiç de emeğimizin karşılığı değil” cümleleri örneklerle tamamlanıyor. Kadınların neredeyse nefes almadan kendi yaşamlarından anekdotlarla paylaştıkları yoksulluğun kaynağına ilişkin değil; daha çok kendi yoksulluğun yaşamlarındaki izdüşümleri oluyor. Kimi sohbette “güvensizlik”, “yalnızlık”, kimisinde “kadın olduğunu bile unutma hali” en baskın duygu.

Baskın olandan lafı tutup, işçi sınıfının kendisi için bir sınıf olmadan sömürünün sınırlandırılamayacağını, yoksulluğun ortadan kaldırılamayacağına bağlıyoruz sohbeti. Kadınların, en suskun geçirdiği dakikalar oluyor sonrası. Hareketin bugünkü durumu, bilinç düzeyi, “kendisi için bir sınıf haline gelmenin” nasıl gerçekleştirilebileceğini düşünmelerine fırsat vermiyor. Daha ağırlıklı olarak “keşke” ifadelerine takılı kalıyor cümleler.

“Keşke herkes birleşse”, “Keşke herkes hakkını arasa...”

ÖRGÜTLÜLÜK: SABIR, SEBAT, İNAT

“Broşür her şeyi çok güzel anlatmış, yazanlara katılıyorum” değerlendirmeleri metnin son başlığı olan “Partine katıl” kısmını kapsamıyor aslında.

Yaşam koşullarının değiştirilmesi için kendi eylemini örgütleme fikri gerçekçi bir seçenek olarak görünmüyor kadınlara henüz. Gerçekçi bir seçenek haline nasıl gelecek? Bu soruya yalnızca nesnel koşullar ile cevap verilemez kuşkusuz. Bu sorunun yanıtını etraflıca tartışmak bundan sonrası için de temel işimiz.

Örgütlü olmanın zorunluluğunu anlatmak, gündelik yaşamın içinde bir seçenek olarak örgüt fikrini tartışmak; sermaye gericiliğinin bugünkü boyutları düşünüldüğünde hayati önemde. Üstelik bu anlatım ve tartışma halinin sürekli ve etkili hale gelmesi gerektiği çok açık. Ancak örgütlü mücadeleyi kadınların günlük yaşamında inşa etmek bir zorunluluk.

Kadın olduğunu bile unutma halinden, elektriği kesmeye ne zaman gelecekler tedirginliğine uzanan gündelik yaşamın tüm zorlu yönleri; örgütlenme fikrini gerçekçi bir seçenek haline getirebilecek bir nitelik taşıyor. Oturduğumuz sokaktan, çalıştığımız iş yerlerine uzanacak birliktelikleri inşa etmek üzere kadınların atılacak adımları birlikte kararlaştırdıkları, rotayı örgütlenme, örgütlü olma çağrısının çizdiği bir eylem planının her gün sabırla, sebatla, inatla hayata geçirilmesine ihtiyaç var.

Bu ihtiyacı karşılayabilecek tarihsel bir birikime sahip emekçi kadın hareketi. Bu birikimi günümüzün koşulları ile güncelleyecek, ilerletecek tartışmaları sürdürmek ve yeni deneyimler kazanmak üzere birlikte öğreneceğimiz bir süreç olacak önümüzdeki dönem.

Öğrendiklerimiz, öğrettiklerimiz, karşılaştığımız sorun ve sorular ile başka yazılarda buluşmak üzere...

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Yeniden üretim ve Ari Venüs

Kadınların faşizmde doğurganlığa hapsedilerek, ‘milletin yeniden üretilmesinde’ nesne haline getiril...

Esenyurt’tan işçi kadınlar: Bu yoksulluktan Cengi...

Bir tarafta ağır çalışma koşullarından, zorunlu mesailerden hali kalmayan, borç batağına saplanmış i...

Patronun serveti büyüyor, işçilerin ise borçları…

Pandemi boyunca üretime devam eden, devletten teşvik üstüne teşvik alan ve kârlarına kâr katarak büy...