Yıkılıyor korkunun kaleleri, yıkılsın!
Ellerinden gelse oy toplamak için Kurban Bayramını seçim öncesine alacaklar, öyle bir telaş. OHAL dahi yetmiyor. Zira ortada kazanabilecekleri bir seçim kalmadı. Kaybetmemek için her şeyi yapacaklar.

Korku, tehdit, şantaj, rüşvet... Ha bir de “yerli ve milli” bir paranoya. Ne bir vaat var ortada, ne de bir seçim programı. İktidardaki partinin ve genel başkanının seçimi “kaybetmeme” stratejisinin beş taktiği bu. Zira ortada kazanabilecekleri bir seçim kalmadı. Sayısal çoğunluk elde etseler de kalmadı. Bundan sonra ne yaparlarsa kaybetmemek için yapacaklar.

Devletin bütün olanakları tek bir partinin elinde, bu beş taktiği kullanabilsin diye seferber edilmiş durumda. Hazine’den ocak ayında aldığı 139 milyona ek olarak 278 milyon daha alacak seçimler için. Toplamda 417 milyon, yani 260 bin 625 kişinin asgari ücreti. Cumhurbaşkanlığı ödenekleri dahil değil daha bu rakama. Eş, dost, akrabaya dağıtılan ihalelerin “vergi iadesi” de dahil değil. Bu, safi vatandaşın cebinden çıkan para, kemiksiz.

Tek olanak para da değil; silahlı bir ricacı gerektiğinde Genelkurmay Başkanı’nı muhtemel adayların bahçelerine indirecek helikopterler de ellerinde. Bütün seçim kurallarını, kaybetmelerinin mümkün olmayacağı şekilde ilan edecek bir Yüksek Seçim Kurulu (YSK) mevcut. “İmar barışı”, “vergi affı”, “emekliye bayram ikramiyesi” gibi rüşvetler dağıtmalarını sağlayacak yürütme de... Yasama çoğunluğu da var.

Hani ellerinden gelse oy toplamak için Kurban Bayramı’nı seçim öncesine alacaklar, öyle bir telaş. Yetmiyor, orasından burasından çekip büzüştürüp sündürdükleri OHAL dahi yetmiyor.

Tüm bunlara rağmen histerik bir tahammülsüzlük yaşıyorlar, kendilerinden başka kimsenin seçime girmesine tahammülleri yok. En ufak bir “haziran” esintisi, bir 7 Haziran hissi karşısında 80 milyona 1 Kasım sopası gösteriliyor. Seçime 53 gün kala, memleketin bir ilinde, Hakkari’de basın açıklaması yapmak, stant açmak ve her türlü gösteri 30 günlük süreyle yasaklanıyor. Bu yasakların 16 Nisan’da ezici çoğunlukla ‘HAYIR’ diyen illere sıçrayacağını öngörmek iş değil. Kısacası kendilerinden başka kimseye seçim çalıştırması yaptırmadan, “cumhur cemaat” gidecekleri bir seçim süreci hazırlıyorlar.

Kaybetmemek için her şeyi yapacaklar; kaybetmeyebilirler ama kazanamayacaklar. Çünkü 16 yıldır ne yaptılarsa kazanamadıkları bir memleket yarısı var ve o yarıyı kazanabilecek hiçbir yol, yöntem kalmadı. Dahası, ellerindeki yarı eriyor, kaybediyorlar. En çok da gençleri ve kadınları... 


İŞYERİNDE SIKIYÖNETİM, ÜLKEDE OHAL... NEREYE KADAR!
Nedenini anlamak çok zor değil. Çünkü korku, tehdit, şantaj kadınların, en çok da emekçi kadınların aşina olmadığı taktikler değil. Daha işe girerken başlıyor tehditler; önce bu sözleşmeyi imzalamazsan işe almayız deniyor, sonra en ufak bir itirazda ‘imzaladığın sözleşmede böyle yazıyor’ diye susturuluyor çalışan kadınlar. Fabrikalarda çavuşlar, ustabaşılar, formenler akbaba gibi kadınların tepesinde. Bandın hızı işçiye haber verilmeden sürekli artırılıyor. Evde nenelerin baktığı 6 aylık bebekler, işyerinde iki arada bir derede kavanoza sağılıp bekletilen sütlerle besleniyor; memeler şişiyor, can yakıyor. Kadınlar, tutanak tutulmadan tuvalete dahi gidemiyor; “Hamilelik, doğum, aybaşı dinlemem sipariş var” deniyor. Saatlerce süren fazla mesai ücretleri ödenmezken, üretimde geçmeyen dakikalar hesaplanıp ücretten düşürülüyor. Rapor almak yasak, çocuğunla ilgilenmek yasak, dinlenmek yasak, konuşmak yasak, aşağılandığın zaman itiraz etmek yasak... Kısacası insan olmak yasak, kadın olmak sümme haşa! Üstelik ses çıkarmak isteyene yanıt da hazır: Memlekette OHAL var, grev yasak!

Tüm bunlara bir de ekonomik gidişatı ekleyin. İstanbul’da belediye işçisi akşam evde parça başı iş almadan geçinemiyor. Sabah tarlaya tapana giden öğlen tuğla taşımadan akşam sofraya yemek koyamıyor. Maaş ele geçmeden eriyor, borçlar birikiyor. Sokaklarda artan pervasızlık, evlerde yükselen gerilim kadınların hayatına şiddet olarak yansıyor. Gelecek korkusu dayak korkusuyla, işten atılma tehdidi tacizci bir şantajla birleşiyor. Kadınlar bu ortamda doğup, büyüyor ve yaşıyor. İşte bu yüzden, iktidardan topluma doğru yayılan korku egemenliğini ilk, daha bir kız çocuğuyken korku, tehdit ve şantajla baş etmeyi öğrenen kadınların kırması şaşırtıcı değil.

16 NİSAN’I HATIRLAYALIM, HATIRLATALIM!
Hatırlayalım, 80 milyonluk toplam Türkiye nüfusunun 30 milyondan fazlasına sahip, Bursa hariç, en büyük beş ilin dördü, İstanbul (yüzde 51), Ankara (yüzde 51), İzmir (yüzde 69) ve Antalya (yüzde 59) HAYIR demişti. 16 Nisan referandumuna giderken açıklanan anketlere bakarak, seçim sonuçlarındaki tam rakamları bilemesek de oylardaki erimenin önemli bir kısmının kadın ve gençlerden oluştuğunu söylemek mümkündü, söylendi de. Hem de bizzat kaybedenler tarafından. Anormal bir durum yok. Bunca işsizlik, geleceksizlik, bunca şiddet, taciz, tecavüz, cinayet arasında gençleri ve kadınları ittikçe ittikleri çözümsüzlük cenderesinde preslenmeye reddiyedir bu kopuş.

Evrensel gazetesine, Ekmek ve Gül dergisine ve portalına gelen yazılarda hatırlanacaktır referandumda kadın işçilerin tavrı. İşyerlerindeki kameralara rağmen, yakalanmamak için bant başında başlar öne eğik, fısıldayarak referandum tartışan kadınların, ustabaşlarının nefes aldırmadığı fabrikalarda tuvalet kapısına rujla yazdıkları yazılarda neler tartıştıkları. Artan çocuk istismarı, taciz, tecavüz, şiddet, kötüleşen çalışma koşulları, değişen vardiyalar ve servis güzergahları... Yıllardır iktidar partisine oy veren ama referandumda kocalarına, babalarına, ağabeylerine ve patronlarına rağmen HAYIR diyeceğini söyleyen kadınlar, hâlâ oradalar.

ALTERNATİFSİZLİK YOK, SEÇENEK BİZİZ!
Hâlâ güçlü ama gücünü kaybeden, kaybettikçe güç gösterisine ihtiyaç duyan, artık varlığını mevcut yetki sınırlarının dışına çıkmadan sürdüremeyeceğini anlamış ve gerekirse halka yönelik şiddetten kaçınmayacağı tehdidiyle siyaseten iflas ettiğini de aşikar eden bir iktidar bloku var karşımızda.

16 yıl boyunca kadınlara ne yaptığı malum; malum ki kadınların ondan vazgeçme eğilimi güçleniyor. Ancak iktidarın kaybetmesi, halkın kazanması anlamına gelmiyor illa ki. Öte yandan, iktidar partisinin seçmen tabanından oy almadan kazanamayacağı düşüncesiyle kendini sınırlayan bir muhalefet giderek sağda bloklaşıyor; “O adam değil, bu adam yönetsin” diyor. Adaylardan birinin kadın olması yönetimin “tek adam” olmasını değiştirmiyor. Türkiye siyasetinin geleneksel handikapı bir kez daha tezahür ediyor gibi görünebilir: Alternatifsizlik hissi.

En çok mevcut iktidar partisidir ama Türkiye’de bu hissin ekmeğini yemeyen iktidar partisi de yoktur herhalde. Bir zamanlar koalisyonların alternatifi yok gibi hissettirilirdi, şimdi de tek adamın tek partisinin alternatifi yokmuş gibi. Diğerleri zayıfmış gibi. Halbuki denenmeyen tek gerçek alternatifin üzerini örtmek için kullanıldı, kullanılıyor bu yapay güçsüzlük ve çaresizlik hissi. O alternatif de kadınların ekonomik, sosyal, psikolojik ve siyasal sıkışmışlığına derman olabilecek demokratik bir yönetimin inşası.

Hangi adam olduğu önemli değil, tek adam yönetimine karşı demokraside ısrar alternatifi, OHAL’siz bir yaşam alternatifi. Halkın gerçek iradesini barajsız temsil eden bir meclis, denetlenebilir ve gerektiğinde görevden alınabilir bir hükümet ve siyasi iktidar erkinden bağımsız işleyip karar alabilen mahkemelerden oluşan bir alternatif.

HAYIR, HÂLÂ HAYIR, BİR KEZ DAHA HAYIR!
Belki birçok kadın tırpanlanan demokratik haklarından geriye bir tek oyunun kaldığını düşünüyor. Kimisi için o bir tek oy kendi dünya görüşünü ifade edebildiği yegâne olanak, çok değerli. Kimisi içinse “Nasıl olsa bir şey değişmeyecek” duygusuyla değersizleşiyor. Ancak bu seçimde o oy her zamankinden daha belirleyici, “Tek adam yönetimi”ne oy vermek, oy kullanmanın hiçbir anlamının olmayacağı bir geleceğe rıza göstermek demek çünkü. Bu sefer, babaya, kocaya, ağabeye rağmen ‘HAYIR’ demenin değil, onları da HAYIR’a ikna etmenin sorumluluğu var kadınların üstünde.

Tüm medya tekelleri, TV kanalları, YSK’si, Genelkurmayı, patronu.... Hepsi “tek adam yönetimi” için çalışıyor, ona hizmet ediyor olabilir. 24 Haziran’a doğru seçim arabalarından gelen sesler tekleşebilir. Hiçbir iktidar, hiçbir zaman bu olanakları kadınlara tanımadı, bu araçlar hiçbir zaman kadınların hizmetine sunulmadı zaten. 16 Nisan’da da yoktu, bu seçimde de sunulmayacak. Evet, tek adamcılar her yerden zehir gibi korku, tehdit, şantaj, rüşvet ve paranoya saçacak. Buna rağmen “saha üstünlüğü” bizim. Çünkü kapı çalmak bizim, çaya davet bizim, apartman önlerindeki şilteler, çocuk beklenen okul bahçeleri bizim. Tarladaki ağacın gölgesi bizim. Kuaförde beklemeler, bakkaldaki kuyruklar bizim. Kadın dayanışma dernekleri de çarşı pazar dolaşmak da bizim. Evrensel de, ekmekvegul.net de bizim. Maltepe 1 Mayısı’nda alnımızı yakan güneş de, Malatya 1 Mayısı’nda saçımızdan damlayan yağmur da bizim.

17 Nisan sabahı, Denizli’deki bir tekstil fabrikasında kadınlar tuvaletinin seçim anketine dönen kapısının arkasında rujla yazılı bu son söz bizim: “Ben demedim mi size, yıkılıyor kaleler :)”

İlgili haberler
Aynı ‘performansı’ 1 Mayıs’ta da bekliyoruz

Hükümet, patronlar, medya…8 Mart’ta hepsi eşitlikçi oldu. Gerçek olan emeği sömürülen, bedeni kuşatı...

Seçim- geçim: Çelişkiler daha derin, sohbetler dah...

‘Erkek meselesi’ olarak görülen seçim tartışmalarına kadınların katılımı daha sınırlı. Bunu referand...

DHL işçisi kadınlarla seçim sohbeti: ‘Siyasetçiler...

Çalışma koşullarının ağırlığı ve düşük ücrete karşı TÜMTİS’te örgütlenen, patrona sendikayı kabul et...