Oylar Demirtaş’a emanet!
Üretenlerin yönettiği bir demokrasi mücadelesinin önündeki en acil görev olan faşizmin yükselişini durdurmada ve ilk adım olarak tek adam yönetiminin önüne geçmede parlamentoda oynayacağı rol için...

Yukarıdaki başlık, başlığı atan için bile yeterince tuhaf. İki nedenle. Her şeyden önce, bırakın sebepsiz yere esir tutulmasını, cezaevinde bulunan birine oy verme, onun için oy çağrısı yapma durumunun kendisi absürt. Devletin en yüksek makamına resmen aday olup aynı zamanda “kaçma” şüphesi uyandırabilen nadir bir yeteneğe sahip Demirtaş. Bu yetenek karşısında devletin tutarsız tavrının meali ise şu: “Beni yönetebilirsin ama kaçamazsın!” Nereden bakarsanız akıl dışı bir tutum. Ancak Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı için “hükümlü olmama” yerine “tutuklu olmama” kriterini getireceğini söylemesi meseleye bir tutarlılık katıyor. Erdoğan, diploma kriterini geçersizleştiriyor, tutuklu olmayı yeterli hale getiriyor, muhtemel rakiplerini tutuklamasını sağlayacak tüm yetkileri elinde topluyor. Kısacası, kendisinden başka kimsenin yönetmeye aday olamayacağı bir düzen kurup o düzeni yönetmeye aday olmak istiyor. Bu, herhangi bir devletin akıl dışılığı değil yani; “parti-devlet” ve hatta “tek adam devleti” denilen şeyin aklı tam da böyle bir şey.

İkinci tuhaflık, oyu emanet etmekle ilgili. Çünkü başlıkta kastedilen emanet, “Aslında ben normalde X partisine veriyorum ama HDP seçim barajını aşsın diye bu seçimde HDP’ye oy veriyorum” emaneti değil. Ama şunu da söyleyelim: Söz konusu tehlike faşizm emareleri gösteren bir iktidarın yeniden iktidar olması olunca, böylesi bir ülkede yaşamak istemeyenlerin muhalefeti güçlendirecek matematiği işletip “taktik oy” kullanması ne abestir ne de ilkesizlik. Kaldı ki, Türkiye’de demokratik siyaset mekanizmaları o denli daraltılmış durumda ki, iktidara itirazın sokakta, meydanda, basın ve medya organlarında yapılamadığı koşullarda, seçim sandığı en önemli itiraz mekanı olarak görülüyor. Bu durumda kullanılan oyun taktikselliği belki de en son sorgulanacak şey. Ayrıca, 7 Haziran-1 Kasım arası aynı partinin yüzde 10’luk iniş çıkışlar yaşadığı, ittifak kuran partiler arasında o kaptan bu kaba ne kadar oyun geçeceği hesaplarının yapıldığı bir iç siyaset ortamında “Hangi partinin oyu ‘emanet’ değil ki?” sorusu geçerli bir soru. Hatta “emanet” kelimesinin içinde barıdırdığı “geçicilik” anlamı düşünüldüğünde bu sorunun en çok iktidar partisi için hayati bir önemi olduğu söylenemez mi? Hele ki siyaseten iflas ettiği bu dönemde.

İKTİDAR İÇİN VAKİT İFLAS VAKTİ
Devletin bütün olanakları üzerinde kontrolü bulunan, istediği yasayı meclisten geçirecek güce sahip, her güne birkaç miting ve televizyon programı sığdıran, gözümüzün gördüğü her yere bir fotoğrafı, kulağımızın duyduğu her yere sesi iliştirilmiş birinin, tüm bu ihtişama rağmen iflas ettiğini söylemek çelişkili ve iddialı görünüyor olabilir. Bir seçimde tüm olanaklarını seferber etmesi ve en çok çalışması gereken kişi ya da partinin muhalefet olması daha akla yatkındır aslında. Çünkü muhalefet seçim yarışına handikaplı başlar; iktidarda olanın iktidarda olduğu süre boyunca gerçekleştirdiği icraatların avantajına sahip değildir. Daha çok etki bırakabilmesi için daha çok yere gitmesi gerekir. Buna karşılık, iktidarın varlığı yokluğu bu seçime bağlıymışçasına çalışıyorsa bunun da bir anlamı vardır: Varlığı yokluğu gerçekten buna bağlıdır.

Bugün AKP’nin ve Erdoğan’ın yaşadığı da bu. Üstelik, onu avantajlı kılması beklenen icraatler şiddetli bir dezavantaja da dönüşebilir, dönüşüyor da. 16 yıldır iktidarda olan bir partinin ve liderinin ülkenin en büyük sorunlarını çözmemiş olması da bir icraat sonuçta. Meydanlarda çözmediği ne kadar sorun varsa çözeceğini vaat etmek zorunda kalması da önemli bir dezavantaj. Zaten ikna ediciliğini önemli ölçüde yitirmiş “hizmet siyaseti”ni akıldışı yalanlarla destekleme çabası da bundan. Yoksulu yoksul olmadığına, borçluyu borçlu olmadığına, işsizi işsiz olmadığına, gençleri geleceksiz olmadığına, kadını ucuza çalışmadığına ve şiddet görmediğine ikna etme çabasından menkul bir seçim çalışması izledik, izliyoruz.

ÇİLLER’İN ŞUURU, ÇİKO’NUN SALATALIĞI
Bu kadarı bile halka diyecek anlamlı sözlerinin kalmadığını gösteriyor. Ama iflasın boyutu ibretlik. 16 yıllık iktidarları boyunca terk ettikleri söylem ve taktiklerin dahi tutarsız, eklektik ve şuursuzca kullanıldığını gördük şu kısacık seçim döneminde. AKP’nin televizyon reklamlarında Kürt yurttaşları ve Kürtçe’yi kullanması… Adeta muhalefet partisiymişçesine cemevlerinin ibadethane statüsü kazanması talebini dillendirmeleri… “Açılım siyaseti”nin hatıralarına oynama hali… Gibi gibi… Ve son olarak, Cumhur İttifakı’ndan umut edilen MHP payandasının cılız çıkması karşısında, dün gerçekleşen İstanbul mitinginde neoliberal politikaları tamamına erdiremeden sahneden indirilen Tansu Çiller’in “Yenikapı Ruhu”na eklenmesi... Koalisyon hükümetlerinin yarattığı ekonomik ve siyasi travmaların en kışkırtıcı hatırlatıcısını “milli şuur” söylemiyle devletin siyasi ardiyesinden bulup seçmen karşısına çıkarmak, seçimin son düzlüğünde “ne tutarsa” mantığının devreye girdiğininin ilanı gibi.

Tüm bunlara rağmen siyasi iflasın karikatürünü yine damat çizdi. Berat Albayrak, Tayyip Erdoğan’ın geçen yıl çekilmiş bir videosunu paylaştı. Oğlunun köpeği Çiko’ya salatalık veren Erdoğan’ın soğuk gelen salatalığı ısıtmak için eliyle ovalaması haber değeri gördü ve bültenlere bile taşındı. Uzun zamandır kutuplaştırılan, kötülükten yorgun düşen Türkiye’de herkesi birleştiren Sakarya’daki minik köpek yavrusunun yarattığı merhamet dalgasından dahi medet uman, oradan bile oy devşirme ihtiyacı olan bir iflas yaşıyorlar.

TEK ADAMA BU MUHALEFET YETMEZ
Bu iflasın uzunca bir zamandır tanık olduğumuz bir yönü de, Muharrem İnce’nin ön planda olduğu muhalefetin soru ve hamlelerine halk nezdinde etkili yanıtlar verilememesi. İnce, eğitim, istihdam, teknolojik ilerleme ve güvenli gelecek vaatleriyle, referandumda silüeti beliren ‘dip dalga’nın kadınlarla beraber iki önemli aktöründen biri olan gençlerin oyuna güçlü bir talip. Öte yandan, Meral Akşener ve İyi Parti toplumun ekonomik piramidinde aşağıya doğru itilen tabakalara vaatlerini güçlendiriyor; Temel Karamollaoğlu ve Saadet Partisi de 21. yüzyıl siyasetine uyarlanmış bir “Adil Düzen” söylemini keskinleştiriyor.

Millet İttifakı’nda yan yana gelen muhalefet partileri, genel olarak kapitalizmin ve özel olarak 16 yıllık AKP iktidarının yarattığı yıkımın sonuçlarını hedef alan bir söylem kurdukları oranda destek görüyorlar. Daha da önemlisi, bu desteği gördükleri için böyle bir söylem kuruyorlar. Mülksüzleştirilmiş, yoksullaştırılmış, işsizleştirilmiş ve geleceksizleştirilmiş bir halkın karşısına çıkıp yardım, ikramiye, istihdam vaatlerini sıralıyorlar. Birinin üç verdiğine diğeri beş veriyor ama özünde yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik, şiddet ve istismar yaratan sistemi değiştirecek bir program sunmuyorlar. Zira hepsinde sermayenin farklı kesimlerinin siyasi varlığı zuhur ediyor. Zaten “Yapacağım. Edeceğim. Vereceğim. Alacağım”lı, tüm gücün “ben” öznesinde toplandığı cümleler, halka yine oy vermekle sınırlı bir demokratik rol biçildiğinin göstergesi.

HALK DEMOKRASİSİ İÇİN MÜCADELE GEREK
Kısacası, tek adamlı ya da parlamenter fark etmez, sermaye düzeninde bütün oylar doğası gereği emanet, bütün iktidarlar doğası gereği geçici. Elbette iktidarın süresi değişebilir. Hatta hiç geçmeyecekmiş gibi, 16 yıl bile sürebilir. Ama üretenlerin yönetmediği tüm düzenler tıkanır, tıkanmaya mahkumdur. Ne kadar çabalanırsa çabalansın kimi zaman seçimle kimi zaman başka yollarla değişir, değişmek zorunda kalır. Toplumun dibe doğru bastırılan kesimleri sıkıştıkça orada bir değiştirme enerjisi biriktirir, eşyanın tabiatı gereği de bir süre sonra maddi bir varlığa bürünür, o varlık da bir harekete dönüşür.

Bugün ihtimalini yaşadığımız da bu. İşçileri bir sınıf olarak hareket etmeye, politik bir özne olmaya zorlayan koşullar, en öne kadınları ve gençleri fırlatıyor, dipten gelen değiştirme dalgasının yüzeye en yakın kesitinde kadınlar ve gençler yer alıyor. Varlıklarının siyaseten bir oya indirgendiği burjuva demokrasisi yerine, gerçek eşitlik ve özgürleşmenin mümkün olduğu, üretenlerin yönettiği bir demokrasi için mücadelede bugün yaşanan tıkanıklığı açacak, “tek adam yönetimi”nin inşaasını geri püskürtecek olan da kadınlar ve gençler olacak gibi görünüyor. Kuşkusuz bu şimdi olduğundan çok daha örgütlü ve kapsamlı bir mücadelenin ve tek bir partiyle sınırlanamayacak denli geniş bir demokratik ittifakın programı olabilir. Bugün halkın ihtiyacı da budur. Kürtlerin çoğunluğunu temsil eden, sendikalarla, demokratik kitle ve insan hakları örgütleriyle sürekli temas halinde bulunan ve kadın hareketinde önemli bir rol üstlenen HDP ise, parlamento ve cumhurbaşkanlığının yanı sıra, bu türden bir ittifakın en önemli unsurlarından biri olmaya adaydır.

Evet oylar HDP’ye ve Demirtaş’a emanet… Ancak herhangi bir seçim vaadinin karşılığında değil... Üretenlerin yönettiği bir demokrasi mücadelesinin önündeki en acil görev olan faşizmin yükselişini durdurmada ve bunun ilk adımı olarak tek adam yönetiminin önüne geçmede parlamentoda oynayacağı rol için HDP'ye. Bu mücadelede kendisine düşen ve kendisinin gönüllü kabul ettiği sorumluluğu yerine getirmesi için Demirtaş’a!

İlgili haberler
Yıkılıyor korkunun kaleleri, yıkılsın!

Ellerinden gelse oy toplamak için Kurban Bayramını seçim öncesine alacaklar, öyle bir telaş. OHAL da...

Seçim, Geçim ve Rejim

Seçime doğru giderken, geçim her gün daha da yakıcılaşan bir sorun. Ne var ki, bu seçimin tek özgünl...

#KadınlarınSeçimi onurlu bir gelecek

Milyonlarca kadına dayatılan seçenek bu ikisi arasında; Ölüm mü, sıtma mı? Seçim manifestolarında ve...

Tek adam şizofrenisi, Nagehan personası

Fulya Alikoç, seçim döneminde medyanın halini, seçim programlarını ve Nagehan Alçı’yı yazdı: ‘Libera...

Bir yalanın inanılma ihtimalini sevdi O

Bir hafta içerisinde üst üste gelen “gaf”lar ne sadece basit bir gerçeği çarpıtma girişimi ne de sad...