Tek adam şizofrenisi, Nagehan personası
Fulya Alikoç, seçim döneminde medyanın halini, seçim programlarını ve Nagehan Alçı’yı yazdı: ‘Liberal demokratların Erdoğan için kullanışlı olduğu şenlikli dönem bitiyor, bizim Nagehan hala anlamıyor’

Bundan yıllar sonra sadece 2018 yılının mayıs ayına bakılsa medya ve iktidar ilişkisi bakımından iletişim fakültelerinde vaka olarak işlenecek örnekler yaşıyoruz. Televizyon kanalları cumhurbaşkanlığı adaylarını çıkarıyor; birden fazla gazeteci karşısındaki adayı sorularıyla köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Bunun iki istisnası var; biri Tayyip Erdoğan, diğeri de Selahattin Demirtaş. Demirtaş’ın durumu malum. Bırakın meydanlarda, televizyon stüdyolarında kendini ifade edebilmeyi, cezaevinde elindeki ketılla seçim çalışması yürütüyor. İmkanları “kısıtlı” yani. Acaba Edirne’ye gidip onunla bir seçim programı yapma imkanlarına sahip olup da bu imkanı değerlendirmek isteyecek gerçek bir gazeteci çıkacak mı? Ülke ve dünya basın tarihine geçebilecek bu ihtimal gerçek olana kadar elimizdeki en iyi pratik, Demirtaş’ın Liderler Fox’ta programı için Fatih Portakal’ın sorularını yanıtlaması ve HDP eşbaşkanlarının vekaleten canlı yayına konuk alınması oldu. HDP’lileri ekranda görmek uzun zamandır demokrasi adına tecelli etmesi beklenen bir durum olsa da, Türkiye’nin rejim değişikliğine gittiği böylesi bir dönemde Portakal’ın Demirtaş’a “PKK terör örgütü müdür? Değil midir?” klişesiyle özetlenebilecek sorular yöneltmiş olması da bir o kadar hüsran yarattı.


YANDAŞ MEDYANIN PSİKOPATOLOJİSİ: TEK ADAM ŞİZOFRENİSİ
Buna karşılık hangi kanalı açsak Erdoğan’ın gün boyu süren konuşmalarına ve demeçlerine maruz kalıyoruz. İş bir programa çıkmaya gelince terleyen cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan olmuyor. Bir kere karşısına farklı alanlardan, farklı siyasi eğilimlerden üç beş gazeteci çıkmıyor. Aslında bir gazetecinin sorması gereken bütün soruları, soru sorar gibi değil, gıybet yapar gibi birkaç saniyede “muhalefet böyle diyor” ifadesiyle çanağa bırakıp kaçan Nazlı Çelik çıkıyor. Erdoğan da çanaktan aldığı soruyu o gün içerisinde bilmem kaç kanalda bilmem kaçıncı kez sıraladığı tehdit, hakaret ve seçim vaatlerini bir kez daha sıralamanın bir vesilesi haline getiriyor. Nazlı Çelik, gazeteciliğini olmasa da işini şimdilik kurtarmışa benziyor. Ama durumun kendisi memlekete reva görülen gelecek manzarasından ibretlik bir detay niteliğinde: Tek sunucu tek adam!

Hak yemeyelim tabi, bir gazeteci-bir konuk formatını Şirin Payzın’ın “Ne oluyor?” programında da gördük. Payzın, CHP Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan’a KHK’larla atılanların akıbetine dair bir soru soruyor, cevabını reklam arasından sonra rica ediyor. Böylece hem Özkan’a hem de seyirciye soruya dair düşünme fırsatı vermiş oluyor sözde. Reklam arası beklenirken Tayyip Erdoğan’ın bu kez İstanbul’un fethini vesile ederek iftar konuşmasıyla yayın reklam yayını kesiliyor. Özkan CHP Genel Başkan Yardımcısının konuşmasını AKP Genel Başkanının konuşması için bölmeyi etik olarak doğru bulmadığını söylüyor. Payzın da durumu kurtarmak için verdiği yanıt yine iktidarın Türkiye vizyonunun özeti niteliğinde: “Reklam demeyelim, araya cumhurbaşkanı, AK Parti Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayının konuşması girdi diyelim.” Bazen Cumhurbaşkanı, bazen AKP Genel Başkanı, bazen Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak konuşuyor tek adam!

Bu bölünmüş kişilikli psikopatolojik durum, muhalefet partilerine ve liderlerine yer vermemekle eleştirilen TRT’de de semptomlarını gösteriyor. TRT’de çalışan Birlik Haber-Sen üyeleri, açıklamayı okurken adeta kafasını kağıttan kaldıramayan şube başkanları Fatih Adem Gençbay’ın arkasına sıralanmış, zorla okuma bayramı müsameresine çıkarılmış çocuklar gibi “Basının okulu şiddete kapalı” sloganını mırıldanıyorlar. Ortalıkta bu eyleme gönül vermiş tek kişi Gençbay’a mikrofon tutan abimiz, sloganlar mırıltı düzeyinde çıkınca eliyle talimat veriyor, zorla desibel yükseltiyor. Ses tonundan tedirginliği anlaşılan Gençbay’ın arkasındaki testosteron fışkıran kalabalıktan anlıyoruz ki, TRT’de çalışan Birlik Haber-Sen üyeleri arasında opak siyah güneş gözlüğü ve aşağı doğru bıyık modası hakim. Kamu kanalı olması bakımından, devlet erkinin el değiştirdiği dönemlerde TRT yönetiminin de el değiştirmesi yeni bir durum değil tabii. Ama kanalın artık sadece ve tamamen Erdoğan’a tahsis edilmiş olmasını bebekler bile biliyorken sendikaya iktidara değil de “emeklerine” sahip çıkıyorlarmışçasına müsamere hazırlatmak pek alışık olduğumuz bir TRT hali değil. Nitekim ağızdaki bakla çıkıyor ve neden Erdoğan’a daha fazla yer verildiği açıklanıyor. TRT aslında Recep Tayyip Erdoğan’a daha fazla yer vermiyor; resmi tören, açılış ve iftarlara katılan cumhurbaşkanını, parlamento seçimleri için çalışma yürüten AKP Genel Başkanına, e bir de cumhurbaşkanlığı seçimi var, Millet İttifakının adayına yer veriyor. Sadece hepsi Tayyip Erdoğan, hepsi tek adam!

5N1K VE SESSİZLİK
Kısacası işin içinde Tayyip Erdoğan’ın olduğu tüm denklemlerde tek adam şizofrenisi paketin içine dahil olarak geliyor. Ne var ki, geçtiğimiz haftanın iki medya olayı birbirini tamamlayan iki yapboz parçası gibiydi. Biri Alman kanalı Deutsche Welle’deki Conflict Zone programı. AKP, sürekli “dış mihraklar, dış güçler, üst akıl” gibi cismani varlığı belirsiz şeylere referansla Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi kriz halini gölgelemeye çalışıyor, biliyoruz. Tim Sebastian, bu durumda bir gazetecinin sorması gereken en basit, en sarih soruyu soruyor Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na: “Kim? Darbe dönemi size destek açıklamayanlar hangi Avrupa ülkeleri? İsim verin.” Sebastian ısrarla soruyor, Çavuşoğlu saldırganlaşmak dışında hiçbir yanıt veremiyor. Bu durum, “İşsiz kalır mıyım? Tutuklanır mıyım” baskısı olmadığında sorulan en makul sorulara bile cevap veremeyecek kadar iflas etmiş bir iktidarla karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor.

Cumhurbaşkanlığı makamı ve meclis çoğunluğu elinizdeyken bu kadar hızlı karar almanızı gerektiren ne? Fethullah Gülen'i gerçekten usulüne uygun olarak istediniz mi, evetse ne zaman? Zamanında nasıl bir ittifak halindeydiniz de şimdi bozuldu? YSK seçime girme yeterliliğini resmen kabul etmişken Selahattin Demirtaş neden hala hapiste esir? Habire suçladığınız şu üst akıl tam olarak nerede? Kim bu dış güçler? Bir de bu soruların sorulduğunu düşünün. Ama o denli bir siyasi iflas söz konusu ki yanıt değişmeyecektir: öfkeden pörtleyen gözler, tahammülsüzlükle kızaran yüzler, ağızdan çıkamayan sözcükler, dudak kenarında biriken köpükler…

O MAHUR BESTE ÇALAR, NAGEHAN BİR TÜRLÜ ANLAMAZDI!
Birinci olayı bir gazetecinin karşısındaki siyasetçinin siyasetini sorgulaması olarak özetlersek, ikinci olay da bir siyasetçinin karşısındaki gazetecinin gazeteciliğini sorgulayarak sorulara cevap vermesi. Kendisini itibarsızlaştırmak üzere sorulan tüm soruları önce düzeltip sonra cevaplayan Muharrem İnce ile soruları düzelttikçe yüz hatlarının esneklik kapasitesi genişleyen Nagehan Alçı. Durum bolca tanımlandı ama daha da birçok tanıma açık. İlk aklıma gelen gazetecilik adına bir trajedi, Türkiye siyasetinin bir parodisi ve sosyal medyada da bolca komedi malzemesi olduğu. “Bravo Nagehan Alçı! Sorularında Muharrem İnce’yi gerçekten terlettin” diye tweet atan Burhan Kuzu’nun bu tablodaki lokasyonuna karar vermek gerçekten zor. Ancak seçimlerde liste dışı bırakılan Kuzu’nun AKP’li tarihinden Nagehan’ın kendine dersler çıkarması gerektiği de ortada.

Habertürk’teki Türkiye’nin Nabzı programında bence Didem Arslan’ın “Biz mümkün olduğu kadar tarafsız olmaya çalışıyoruz,” demesi de haber değeri taşıyordu ama Nagehan Alçı’nın AKP’yi savunmaktaki cansiperane tavrı daha ön plana çıktı. Bu tavırla kombinlenmiş mimikleri durumu ziyadesiyle medyatikleştirdi. Nagehan personasındaki “liberal demokrat” makyajın altına baktığımızda güme gitmemesi gereken üç mesele var.

Birincisi diploma meselesinde “halkçı olmak” ile “diploma sahibi olmak” durumunun karşı karşıya konması. Türkiye burjuva siyasetinin merkez-taşra, kentli-köylü ve uyumlu olarak eğitimli-cahil ikilikleri üzerinden gelişen kişilik bozukluğunun bir dışa vurumu. Burada iki sorun var. Birincisi, ‘halk’ın tabiatı gereği eğitimsiz, cahil olduğu varsayımının da ötesinde halkın normalinin bu olduğuna dair sorguya kapalı bir dil, tam da 16 yıldır ince ince işlenen eğitim politikalarıyla uyumlu. Eğitimsiz kaldıkça, bilgiden ve bilimden uzak, cahil bırakıldıkça halk daha da halk oluyormuşçasına bir önkabul. Ne eğitim sisteminin zırt pırt değişmesi AKP’nin liyakatsizliğiyle ilgilidir, ne de “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum,” diyen rektörlerin YÖK’e atanması kazaidir. İkinci sorunsa, cumhurbaşkanı olma kriterlerinin norm olmaktan çıkarılıp Tayyip Erdoğan’ın iktidar kabının şeklini alacak teamüllere dönüştürülmek istenmesidir. “Siz niye bunu kurcalayıp duruyorsunuz, adam yüzde 50 ile seçilmiş” tavrının meali budur.

İkinci mesele, İnce’nin mevcut genelkurmay başkanını Abdullah Gül’ün bahçesine indiği için görevden alacağını söylemesi. Nagehan’ın İnce’ye “Vesayet karşısında bunu diyebiliyorsanız bu 16 yıldır gerçekleşen sivilleşmenin bir zaferidir” diyerek bonusları yine Erdoğan’a toplamaya çabası. Nagehan Alçı, galaksilerin çarpışmasından, buzulların erimesinden ve hatta Bilal Erdoğan’ın varlığından bile Tayyip Erdoğan’ı şirin gösterecek bir sebep bulma kabiliyetiyle herhangi bir disiplinin tarihine geçer mi bilmiyorum. Ama Erdoğan’ın seçim beyannamelerinde sistemi değiştirecek rızayı alana kadar zorunlu olarak bulundurduğu liberal söylemlerin bile tükenmekte olduğu bu dönemde “liberal demokrat” kimliğine yaptığı kalp masajındaki ısrar da bir o kadar takdire şayan. Yeni dönemde kullanışlılığından şüphe edercesine kurtarmak istiyor bu kimliğini.

Üçüncüsü, İnce’nin sadece FETÖ’cülerin değil onları devlet içerisinde her yere, sağlık, eğitim, bürokrasi, güvenlik kurumlarına yerleştirenlerin de yargılanacağını söylemesini tehdit olarak algılıyor Nagehan. Elbette, İnce’nin iktidarı kazanması durumunda verdiği vaatlerin güvencesi olacak değil kimse. Mesele, FETÖ ile yağmur altında beraber yürüyenlerin hesap verme ihtimalinin gerçek bir ihtimal olarak belirmesi. Liberal demokratların Erdoğan için kullanışlı olduğu şenlikli dönem bitiyor, şölen dağılıyor, “Ben yönetirim, sen yönetilirsin” dönemi başlıyor, bizim Nagehan hala anlamıyor.

İlgili haberler
Onlar tek, biz çokuz artık!

Büyük medyanın tek sesli ve iktidarın hâkimiyetinde olması bize daha çok yalan haber, çarpıtılmış bi...

Yıkılıyor korkunun kaleleri, yıkılsın!

Ellerinden gelse oy toplamak için Kurban Bayramını seçim öncesine alacaklar, öyle bir telaş. OHAL da...

#KadınlarınSeçimi onurlu bir gelecek

Milyonlarca kadına dayatılan seçenek bu ikisi arasında; Ölüm mü, sıtma mı? Seçim manifestolarında ve...